Mushaf’taki resmi sırası : 73.
Nuzul Sırası: 3
Toplam Ayet Sayısı : 20 ayettir. Ayet sayısına göre Mufassal surelerin ,Tıval bölümündeki surelerdendir.Kısaca Tıvali Mufassal: uzun olanlar,Hücurattan Buruca suresinin sonuna kadarki surelerdir
İndiği dönem: Mekke'de risaletin başlarında İlk inen sûrelerdendir
Sure Adı : ilk âyetindeki "el müzzemil" kelimesinden almıştır.Müzemmil örtünüp bürünen demektir.
29 Cüz
Rahman Ve Rahim Olan Allah Adıyla
Müzemmil 73 /1 Ey örtünüp bürünen
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Yâ eyyuhâl muzzemmil
Müzemmil 73 /2 Birazı hariç, geceleyin kalk.
قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Kumil leyle illâ kalîlâ
Müzemmil 73 /3 Gecenin yarısına ,Yahut bunu biraz azalt.
نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا
Nısfehû evinkus minhu kalîlâ
Müzemmil 73 /4 Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Ev zid ´aleyhi ve rettililkur´ane tertiylen.
Müzemmil 73 /5 Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz.
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ
Müzemmil 73 / 6 Şüphesiz gecenin inşası , daha tesirli ve söz bakımından daha etkilidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
Müzemmil 73 /7 Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ
Müzemmil 73 /8 Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
Müzemmil 73 /9 Allah, Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. Şu halde yalnızca O’nu vekil tut.
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu
Müzemmil 73 /10 Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle uzaklaş.
وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecran cemîlâ
Müzemmil 73 /11 Nimet içinde yüzen o yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ
Müzemmil 73 /12 Çünkü Bizim yanımızda prangalar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır:
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ
Müzemmil 73 /13 Ve boğazdan geçmeyen, yiyecek ile elemli bir azap vardır.
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ
Müzemmil 73 /14 O gün yer ve dağlar sarsılacak, sonra dağlar da erimiş bir kum yığınına dönecektir.
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ
Müzemmil 73 /15 Haberiniz olsun Biz size üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik, tıpkı Firavun'a elçi gönderdiğimiz gibi;
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne resûlâ
Müzemmil 73 /16 Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu kahredici bir yakalayışla yakaladık.
فَعَصَى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ
Müzemmil 73 /17 Peki inkâr ederseniz, çocukları ihtiyarlatacak o günden (kıyamet gününden) kendinizi nasıl kurtaracaksınız?
فَكَيْفَ تَتَّقُونَ إِن كَفَرْتُمْ يَوْمًا يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ شِيبًا
Fe keyfe tettekûne in kefertum yevmen yec’alul vildâne şîbâ
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
Müzemmil 73 /19 İşte bu bir tezkire ↔öğüttür, artık dileyen rabbine ulaştıracak yolu tutar
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkiratun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
Müzzemmil 73/20 Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunan bir topluluğun da gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını biliyor. Gece ve gündüzü düzenleyip ölçü koyan, Allah'tır. O, sizin buna dayanamayacağınızı bildiği için tevbenizi kabul etti. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni kıraat edin ↔ okuyunuz. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, Bir kısmınızın min fadlillâh↔Allah’ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, Diğer bir kısmınızın, yukâtilûne fî sebîlillâhi ↔Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, On'u kolayınıza geldiği( vakitte )kıraat edin↔okuyun. Ekîmussalâte ve âtûz zekâte ↔ Namazınızda devamlı ve dikkatli olun, zekâtı verin, Karzen Hasenen↔Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden hayr olarak her ne takdim ederseniz onu Allah katında daha hayırlı ve ecirce daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Vestagfirûllâh Allah’tan mağfiret ↔ bağışlama dileyin. Şüphesiz ki Allah gafurur rahim'dir ↔ günahları örterek bağışlayan ve ikramı boldur.
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meake, vallâhu yukaddirul leyle ven nehâre, alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakraû mâ teyessere minel kur’ânî, alime en se yekûnu minkum mardâ ve âharûne yadribûne fîl ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakraû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenen, ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayran ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Karzen Hasenen: Karz ödünç vermek demektir.Karşılığını Allah’tan bekleyerek, malın iyisinden, helalinden gönül hoşluğu ile gösterişsiz olarak Allah yolunda vermektir.Bu da Allah’a vermek gibidir (Beydâvî). Sırf Allah rızası için darda kalmış müslümana borç vermek veya tahsilinde kolaylık sağlamak da böyledir.
Bir yardımın karzı hasen olması için şu özellikleri taşıması gerektiği ifade edilmiştir.
(1) Sarf edilecek malın helal maldan olması lazımdır.
(2) Kişinin sahip olduğu malın en iyisinden olmalıdır.
(3) Karzı hasen sahibi sıhhatli, yaşama ümidi besleyen, fakirlik korkusu içinde tutumlu hareket eden birisi olmalıdır.
(4) Malı, en muhtaç ve en uygun olana vermelidir.
(5) Verdiği malı gizlemeli, açığa vurmamalıdır.
(6) Arkasından başa kakmamalı, eziyet etmemelidir.
(7) Maksadı sırf Allah rızası olmalıdır.
(8) En sevdiği malından vermelidir.
(9) Malı, fakire evine götürerek vermek suretiyle onu en fazla memnun edecek yöntemi seçmelidir. (Elmalılı)
SADAKALLAHULAZİM
Allah sözün doğrusunu söyledi.
Zümer 39/ 18 O kimseler ki sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en
güzeline tâbi olurlar uyarlar. İşte onlar o kimselerdir ki, onları
Allah hidayete erdirmiştir. Ve işte selim akıllara sahip olanlar da
ancak onlardır.
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ
الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb
73-MÜZEMMİL SÜRESİ ÖĞÜTLER
I.BÖLÜM Müzemmil 74 = 1 ve 4 ayetler
Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre,Hz Peygamber(as) kendisine ilk vahiy geldiğinde cebrail aleyhisselamı gördüğünde kendisinde şimdiye kadar görmediği bir haller olduğunu düşünür kalbi şiddetle çarpar sonra Hira mağarasından evine döner, ve ailesine: “Zemmilunî Zemmilunî:“Beni örtünüz, beni örtünüz” der. Tam bu esnada, surenin ilk bölümünü oluşturan ayetler iner. İşte bahsedilen sebepten ötürü bu sure, nüzul yönünden üçüncü sure olarak tertip edilmiştir.
Allah elçisine ilk inen alak suresinin ilk beş ayetiyle sureden sonraki zamanda gönderdiği vahiy nasıl öğreneceği konusun da gece yarısından biraz önce veya sonra en az bir kere kalkmasını istemektedir.
Hz peygamberin tüm zaman ve mekanların kıyamete kadar muhatablarına model sahit ,hayatı boyunca ayrılmaması gereken ilkeleri usvetun hesanetun kuran ahlakı ALLAH tarafından öğretilecektir Yani pasiflikten aktifliğe geçiş sureci Nebi rasulun alemlere rahmet sahsiyetini eğitmek öğretmek üzere Rabbinin davetini insanlara ulaştırmaya ve onlara İslam dinini tebliğ edip açıklamaya hazırlanma sureci başlatılmıştır
Müzemmil 73 /1 : Ey örtünüp bürünen
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Yâ eyyuhâl muzzemmil
Müzemmil 73 /1 : Ey örtünüp bürünen
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Yâ eyyuhâl muzzemmil
-----
Müddesir 74/1 Ey bürünüp örtünen,
يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ
Yâ eyyuhâl muddessir
Müddesir 74/2 Kalk, ve insanları uyar.
قُمْ فَأَنذِرْ
Kum fe enzir.
Müdessir ve müzemmil okunuşta aynı anlama geliyor gibi gelsede zıt anlamlara sahiptir
müdessir kökü anlamında tedessera kalıbı altına bir şey alan ,yani mecazen bu yükü yüklenen yatan pasif iyi yattığıın yerden kalk aktif iyi ol Müzzemmil ve Müddessir Sürelerinin ikisi de kum (kalk) emriyle başlıyor.
Müzzemmil’de içe dönük bir kalkış var . Müddessir’de dışa dönük. saklayan, söyleyemeyen
Müzzemmil; ey evde kendi içine kapanmış olan, yatan pasif iyi (vahiyle aktif etkin olacaksın)
Müddessir; ey çarşı pazarda kendi halinde olan, pasif iyi (pasif Bir şeye karşı etkinliği olmayan, başkasının etkisine katlanan, eylemsiz durgun) iken aktifliğe hazırlık..
a-) Müzzemmil: Bu kelimenin kökü ''z-m-l '' harflerinden türeyen beş harfli fiil halinde
Tezemmül gizlenmek , söylemekten çekinen,başını içeriye sokan, örtüsüne bürünüp örtünen anlamları vardır,
b-) Aynı kökten ''tezemmele'' üzerine bir şey , yük aldı. Örneğin bir kimse elbisesine bürünüp onunla örtündüğünde “Tüzemmilu bisevbihi” denir.Elbise ile başkasını örttüğünde “Zemmele ğayrahu” denir.
c-) Yine bu kelimenn türevlerinden ''zemil ve ziml '' kökü binicinin arkasına oturan demek olup arkadaş manasına gelir; yükü paylaştığı için.
d-)zümle ise arkadaş topluluğu demektir.
Bu kök anlamlarından yola cıkarsak elbise de insanın üzerine aldığı bir yük olduğu için bu manada üzerini örtmeye de bu kelime kullanılmış. Kelimenin kökeninde yük yüklenmek vardır. Kendi halinde, köşesine çekilmiş bu anlamda Müzzemmil kelimesi hem lafzi hem de mecazi bir anlam taşır. İslam aleminin son elçisi vahiyle buluşturuldu. Hz Muhammed nebi, rasul sorumluluğu üstlenen yüklenen
Müzzemmil’den kasıt; ''Ey Müzzemmil olan!'' büyük iş altına giren ”
Ya da ''Ey evde örtüsüne bürünmüş olan ''
''Ey Vahiy ve risalet yükü altına giren Kendine verilen görev karşısında ne yapacağını düşünüp duran''
----------
Müzemmil 73 /2 Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl.
قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Kumil leyle illâ kalîlâ
Rabbinin davetini insanlara ulaştırmaya ve onlara İslam dinini tebliğ edip açıklamaya hazırlanasın.Bu âyet bu gün için şöyle der; ey kendi köşesine çekilmiş müslümanlar gece kalkın ve vahiyle irtibata geçin.Elçi örnekliğin de gece kalkmaktan asıl maksadın, Allah'ın bildirdiği öğrettiği gösterdiği metodla Kur’an okumak Kur’an’ı okuma ve öğrenmede, ilk basamak kalem ile tertil metodudur
Gece kalkışı peygamber için bir emirdir. Fakat bu emrin tüm müminleri kapsamadığı 20.ayetteki “müminlerden bir kısmı” ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır.
Müzzemmil; ey peygamberlik yükünü sırtına alan
Müddessir; ey peygamberlik yükü altına giren demektir.
Kâme fiil “ayakları üzerinde dik durmak” manasına gelir
ikamet :Bir yerde kalmak, yaşamına devam etmek,
kaimun ala :Ayağa kaldırmak, Ayakta tutmak, sebatkâr, kararlı, ısrarcı olmak,
istikamet :Bir şeyin hakkını tam olarak vermek, onu gerçekleştirmek anlamıyla
Âyetteki kum “kalk” şeklindeki emri sadece “namaza kalkmak” diye yorumlamak doğru değildir.
--------------------------------
Mü’minin 24 saati nasıl olmalıdır?
Müzemmil 73 /2 Birazı hariç, geceleyin kalk
قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Kumil leyle illâ kalîlâ
Müzemmil 73 /3 : Yahut bunu biraz azalt.
نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا
Nısfehû evinkus minhu kalîlâ
Müzemmil 73 /4 : Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Ev zid ´aleyhi ve rettililkur´ane tertiylen.
Genel anlayışa göre gece önce sonra gündüz Kur'an;'a göre ise gündüz geceden önce gelir.Yeni gün, güneşin doğmasıyla başlar.
Yasin 36/40 Ne güneşin aya erişmesi mümkün olur, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörünge üzerinde yüzmektedir.
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Leşşemsü yembeğiy leha en tüdrikel kamera velel leylü sabikun nehar ve küllün fı felekiy yesbehun
Gece üçe ayrılır;
1.Bölümü, akşam ve yatsı namazlarının vaktidir. Güneşin batmasıyla başlar ve karanlığın iyice çökmesine (ğaseku’l-leyl’e) kadar sürer.
2.Bölümü, teheccüd namazının vaktidir, ğaseku’l-leyl’den tan yerinin ağarmasına kadar sürer. Buna, gecenin yarısı veya gecenin ortası denir.
3.Bölüm ise tan yerinin ağarmasıyla başlayan sabah namazının vaktidir. Bu andan itibaren oruçlu için yasaklar başlar. Sabah namazı, güneşin doğmasına kadar kılınır.
Ayete göre ilk tercih gece yarısı diğerleri yarısından önce ve sonra dır
Ayette yer alan leyl sözcüğü, gündüzün ve aydınlığın zıddı (karşıtı) olan gece ve karanlık anlamlarına gelir. Güneşin batmasından fecrin doğmasına (tan yerinin ağarmasına) kadar süren zaman dilimine ve günün karanlık bölümüne gece denir.
Birazı haric :gecenin üç bölümden oluştugu belirtmiştik
alaca karanlık akşam/ yatsı vakti ve yatsı vakti cıktıktan sonra gecenin en uzun bölümü teheccüd yine alaca karanlık fecr seher vakti
Ğasak ikinci şafağın battığı ve karanlığın yoğunlaştığı vakittir yıldız kümeleri ortaya çıkmış, hava iyice serinlemiş ve gecenin ortası başlamış olur. Ğasak’ın asıl anlamı serinliktir. Bu saatte canlılar yuvalarına çekilir ve dinlenirler. Kelimenin bu anlamı, beyaz gecelerde yatsı vaktini belirlememizi sağlar.
Gecenin kararmasına kadar ifadesi ise güneşin batmasından batı ufkundaki aydınlığın tamamen kaybolup karanlığın iyice çökmesine kadar olan vakti gösterir. Bu, yukarıda da belirtildiği gibi yatsı namazının son vaktidir.Yatsı namazı, karanlık çökmeden kılınmazsa camiye gelenlerin evlerine dönmeleri zorlaşır. Akşam namazı vakti, bundan öncedir. Akşam ile yatsıyı ayıran işaret, Kur’ân’da geçmediğinden Nebimizin bu iki vakti birleştirdiği olmuştur.
Hz peygamberden gece en az bir kere gece yarısı veya gece yarısı öncesi sonrası kalkışı ifade ettiği gibi gece üç kez kalkış emredildiğini düşünebiliriz Cünki Allah islam alemin son elçisi için uyguladığı hikmetin gereği bir eğitim metodudur.
Gece kalkışı peygamber için bir emirdir. Fakat bu emrin tüm müminlerin yapamayacağını bazı müminlerin yapacağını 20.ayetteki “müminlerden bir kısmı” ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır.
Müzzemmil 73/20 :Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.
------------
Gece karanlığında vahiyle aydınlamak istiyorsak kuran okuma metodu tertil
Müzemmil 73 /4 : Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Ev zid ´aleyhi ve rettililkur´ane tertiylen.
Tecvit ve Kıraat ilmi kitaplarında Kur’an kıraati üç mertebe üzerine sınıflandırılmıştır: Bunlar tahkik, tedvir ve hadr’dır. Tahkik, munfasıl meddi dört veya beş elif miktarı çekecek şekilde gayet ağır bir ahenk ile okumaktır. Tedvir, iki veya üç elif miktarı çekecek şekilde orta halde okumaktır. Hadr de tabii med gibi bir elif miktarı çekecek şekilde hızlı okumaktır.
Kur’an’ın emri olan tertil unutulmuştur. Oysa Kur’an tecvidi değil tertili emretmiştir. Tecvide karşı değiliz lakin asıl alan tertildir.
“Kur’an’ı tertil ile okumak; mânasını anlayarak, âyetlerin içerdiği gerçekleri iyice düşünerek okumaktır. Allah’ın azametini belirten âyetleri, bu azameti gönlünde hissederek, tehdit ve müjdeyi içeren âyetleri de, ümit ve korku duygularıyla dolup taşarak okumaktır” demektedir.
Ayetler iç dunyamızı yenileyen duyarlı hasas kılmıyorsa kuran okunmuyor demektir
Furkan 25/32 İnkâr edenler, “Kur'ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?” dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu tertil üzere yavaş yavaş okuduk.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً كَذَلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا
Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhil kur’ânu, cumleten vâhideten, kezâlike li nusebbite bihî fuâdeke ve rattelnâhu tertîlâ(tertîlen).
Kur'an'ı muhattabına anlaşılır kılan okuma metodları 3,e ayrılır .Bu okumalarda biri eksik olursa anlamada sıkıntı doğrurur.
1-Tilavet 2-Kıraat 3-Tertil
Tilavet/Utlu : kısaca okumak ve tekrar etmektir,Dilin okumasıdır Kuran'ın hükmü, tilavet etmektir. bilgiyi hayata aktarması gereğini yapmak, takip etmek nakletme, lafızları arka arkaya dizmek, tekrar etmek, anlamlarına gelmektedir.sesli telaffuzudur
a-) Tilavet aktarmak anlamı
Şuarâ, 26/69 Onlara İbrahim'in haberini tilavet et / aktar
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm
b-)Tilavet okumak öğretmek ve aktarmak tekrar etmektir
En am 6/151 De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını utlu okuyayım, öğreteyim O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye emr etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.
قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ
Kul tealev etlü ma harrame rabbüküm aleyküm ella tüşriku bihi şey´a ve bil valideyni ıhsana ve la taktülu evladeküm min imlak nahnü nerzükuküm ve iyyahüm ve la takrabül fevahışe ma zahera minha ve ma betan ve la taktülün nefselletı harramellahü illa bil hakk zaliküm vessaküm bihı lealleküm ta´kılun
c-)Tilavet izini takip anlamı
Hud 11/17 Rabbinden apaçık bir beyyinet = bir belge üzerinde bulunan, O'ndan bir tanık da kendisini izler= tilavet eder . ve Ondan önce bir klavuz ve rahmet olarak Musa'nın kitabı bulunan kimse, gibi midir? İşte onlar, buna inanırlar. Gruplardan biri onu inkâr ederse, ateş ona vaadedilen yerdir. Öyleyse, bundan kuşkuda olma, çünkü o, Rabbinden olan bir haktır. Ancak insanların çoğunluğu inanmazlar.
أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إَمَامًا وَرَحْمَةً أُوْلَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bihî, ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduhu, fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseran nâsi lâ yu'minûn
d-) Tilavet kelimesinin fiil olarak kullanımı
Şems, 91/2, Onu izleyip, ışığını yansıtan aya;
وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا
Velkameri iza telaha.
mecazen ay güneşi nasıl takip ediyorsa kuran okuyan yada okunan kuranı takip etmesi
e-) Bu ayette ise okumak ve tekrar etmek anlamındadır
Neml 27/92 Ve ben, Kur'ân'ı insanlara okuyup ulaştırmakla da emrolundum. Artık Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendisi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, O zaman De ki .Ben sadece bir uyarıcılardanım !
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn
f-)Tilavet hükmü yerine getirmek uygulama anlamı
Ankebut 29/45 :Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar fahşadan ve münkerden /kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَۖ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِۗ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn
Kehf 18/ 27 Rabbinin Kitabından sana vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka sığınılacak birini de bulamazsın.
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا
Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbike, lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).
Kıraat :Toplamak, cem etmek, bir araya getirmek demektir..Zihnin Kalbin okumasıdır
Alak 96 /1 Yaratan Rabbinin adiyla oku!
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Ikra´ bismi rabbikelleziy halak
Kıraat okumada önce anlamayı ,,tertil sindirere sindire okumayı , tilavet ardından gerekeni yapmak, aktarmak ...
Nahl 16/98 Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
okunuşu :Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm
Araf 7/204 Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size merhamet edilsin.
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
okunuşu :Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn
KURAN NASIL OKUNMALI
Ümmi olmalı saf duru hiç bir bilgiyi Allahın bilgisi önüne geçirmeden inanarak okunsun ki içimiz aydınlansın
Enfal 8/ 2 Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
İnnemâl mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn
İmanımızı artırsın
Tevbe, 9/ 124 Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.
وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ(îmânen), fe emmâllezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn
Secde 32/15 :Bizim ayetlerimize,sadece kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, her şeyi güzel yapmasına karşılık Rablerini hamd ile tesbih ederek kulluk ederler ve büyüklük taslamayanlar inanır/ iman ederler.(SECDE ÂYETİ)
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Anlayarak okunan ilahi kelam fıtratındaki özü ortaya cıkarır
Zümer 39 /23 Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli âyetler içeren bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden huşû duyanların derileri ürpertir; Sonra Allah'ın zikrine kalpleri yumuşar yatışır.İşte bu, Allah’ın hidayet yoludur.Onunla, dilediğini /dileyenleri doğru yola iletir. Allah , kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Allahü nezzele ahsenel hadisi kitabem müteşebihem mesaniye takşeırru minhü ccüludüllezıne yahşevne rabbehüm sümme telınü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşa´ ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
Bu yüzden kuran şu soruyu surekli sorar...
Hadid 57/16: İman edenlerin Allah'ı ve O'ndan inen hakikati anınca kalplerinde ürperti duymalarının vakti hala gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış fasık kimselerdir.
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn
KURAN OKURKEN MAKAM ŞARTMIDIR
Allah’ın kelamı bize Cebrail (a.s.) aracılığı ile gelmiştir. Kur’ân içinde öğrettiği gibi hangi topluma inmişse o Peygamber’in çıktığı toplumun diliyle (Arapça) inmiştir. Kur’ân-ı Kerim, Türk toplumuna inseydi, Türkçe inerdi. Bu her Peygamber’in getirdiği mesaj ile doğru orantılıdır.
Arap dili ile Kur’ân gelmiş olmakla beraber, Arapçayı konuşan o günün Arapları içinde farklı lehçeleri kullanan insanlar vardı. Mesela Türkiye’de Türkçe konuşuluyor ama Karadeniz Türkçesi, Akdeniz Türkçesi, Ege ve Trakya Türkçesi farklıdır. Lehçeler dili değiştirmiyor. Bazı lehçeler kelimelerde bulunan harflerin yorumunu değiştiriyor. Arap dilinde de o dilin kanunları çerçevesinde bu çeşit lehçeler geçerlidir. Hz. Peygamber, Kur’ân'ın bir kısım kelimelerinin telaffuzunda sıkıntı yaşayan insanların, bu kelimeleri kendi lehçelerine uygun olarak okumasına müsaade etmiştir. Bu müsaade Peygamberimiz’in bir hadisi ile ümmeti Muhammed’e bildirilmiştir:Tevcid bir şeyi düzgün okunması yoluna koyması anlamına gelir
Allah rasulu "Kur'ân-ı Kerim'i okuyanın sesini işittiğinizde, kendisinin Allah'tan korktuğu kanaatine vardığınız adam, şüphesiz Kur'ân'ı en güzel sesle okuyanlardandır." buyurmuştur..
-------------
II. Bölüm Müzemmil süresi 5-9 AYETLERİ
Müzemmil 73 /5 : Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz.
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ
Müzemmil 73 / 6 : Şüphesiz gece kalkışı, kalp ve uzuvlar arasında tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
Müzemmil 73 /7: Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ
Müzemmil 73 /8:Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
Müzemmil 73 /9 : Allah, Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. Şu halde yalnızca O’nu vekil tut.
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu
---------
Müzemmil 73 /5 : Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz.
ِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ
Nulki :ilkâ kelimesi vahiy kelimesinin türevleridir. Kur’an’da “içe bırakma, zihne iyice yerleştirme” anlamında nakiletme , ulaştırmak, sunmak gibi anlamları kapsar
sekîlâ hafifin zıttı, ağır demektir.Tartılan veya ölçülen her şeyin ağır basanına sekîl denir. Maddi olduğu gibi manevi olarak ta kullanılır.
Taşıması ağır söz vahiy ağırlığı nedir
Alimler ağır söz vahiy ağırlığı üç şekilde yorumlamışlar
1- Allah rasulunun vahiy alışı esnasında yaşanan fiziksel ağırlık ve bedensel olarak hissedilen yükle de ilişkilendirmişlerdir. Hz Ayşe diyor ki: “Rasulullah devesinin üzerinde iken ona vahiy gelince deve çöker, boynu yere uzatırdı.
Zeyd b. Sabit diyor ki: “Rasulullah’ın dizi benim dizimin üzerinde iken Allah ona vahiy indirdi. Onun dizi o kadar ağırlaştı ki ben dizimin kırılacağını zannettim.
Peygambere soğuk günlerde bile vahiy gelirken yüzünden ter aktığı ve vahyin ağırlığı nedeniyle yüzünün kızardığı ifade edilmektedir. Olayın bu boyutu vahyin yüklediği sorumluluğun fiziksel boyutunu göstermektedir.
2-Kur’an’ı Kerim’in hükümleriyle amel etmenin ağırlığıdır. Kur’an, içerdiği emirler, yasaklar ve dolayısıyla muhataba yüklediği görevler itibariyle ağır ve dolu bir konum arz etmektedir.
Bu da Dünyada değerli söze hakikate verdiğimiz tavrımız, Hesab gününde tartıda ya değer kazandıracak,yada ağır gün, dehşetli gün yasatacak
3- Hafif ve değersiz olmayan çok değerli olan bir söz mânasını vermiş “Çünkü bu, Tebareke ve Teâlâ olan Rabbimizin kelamıdır” demişler.
Kur'an'ın pek çok özellikleriyle bu kelam hiç bir kimse tarafından bozulamayan Allah tarafından koruma altında bir sözdür.
Hicr 15/ 9 : Şüphesiz zikri biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz.
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İnna nahnü nezzelnez zikra ve inna lehu le hafizun
Vahiy küfre sapanlara ağır gelecek söz olur
Yasin 36/70 Kur'an, Diri olanları uyarıp-korkutmak ve küfre sapanların üzerine sözün hak olması için indirilmiştir
لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
Li yunzire men kâne hayyen ve yehıkkal kavlu alel kâfirîn
Burada sözü edilen ağırlık, insan gücünün ve takatinin üstünde bir boyutta değildir. Çünkü Kur’an’da Yüce Allah’ın kimseye kaldırmayacağı yükü yüklemeyeceği'' beyan edilmektedir.
Bakara 2/286- Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamız sahibimiz, efendimizsin! kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle!"
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih, va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn
Araf 7/42 İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus'ahâ ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn
Bakar 2/233 Boşanmış anneler, emzirme müddetini tam yaptırmak isteyen boşandığı kocası için çocuklarını iki tam yıl emzirebilirler; onların yeme içme ve giyimlerini uygun bir şekilde temin etmek, çocuğun babasına düşer. Hiç kimse, taşıyabileceğinden daha fazlasıyla yükümlü tutulamaz: Ne çocuğundan dolayı anneye eziyet edilsin, ne de çocuğundan dolayı babaya. Babanın mirasçısına da aynı görev düşer. Eğer anne baba, çocuğun sütten kesilmesine karşılıklı rıza ve danışma ile karar verirlerse, onlara bir günah yoktur; eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağladığınız takdirde size bir günah yüklenmez. Allah'tan sakınınız ve biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızı görür.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf (ma rûfi) , vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr
Bakara 2/256 Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz, rüşd =doğruluk / gayy=sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
La ikrahe fid dini kad tebeyyener ruşdü minel ğayy* fe mey yekfür bit tağuti ve yü´mim billahi fe kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha* vallahü semıun alım
En am 6/152 Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi güç yetirebildiğinden fazlasıyla sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, adaletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun.İşte düşünüp tutasınız diye Allah size bunları emretti.
وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn
Kuran'ı,kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?
Kamer 54/17-22-32-40 :And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Ve lekad yessernâl kur’âne liz zikri fe hel min muddekir
Mü'minun 23/62 Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla teklifte bulunmayız. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Ve lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve ledeynâ kitâbun yantıku bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn
Talak 65/7: Geniş imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir kimseye gücünün üstünde yük yüklemez Allah, her zorluğun ardından bir kolaylığı kılıp verecektir.
لِيُنفِقْ ذُو سَعَةٍ مِّن سَعَتِهِ وَمَن قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنفِقْ مِمَّا آتَاهُ اللَّهُ لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا مَا آتَاهَا سَيَجْعَلُ اللَّهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا
Li yunfık zû seatin min seatih(seatihî), ve men kudire aleyhi rızkuhu fel yunfik mimmâ âtâhullâh(âtâhullâhu), lâ yukellifullâhu nefsen illâ mâ âtâhâ, seyec’alullâhu ba’de usrin yusrâ
Hac 22/ 78 Allah yolunda hakkıyla mücadele edin. Size fırsat veren O’dur. Bu dinde size bir güçlük yüklememiştir.Atanız İbrahim’in dinine uyun. Allah size daha önce ‘Müslüman /teslim olan’ adını verdi. Bu kitapta da bu adı verdi ki elçimiz size şahit/örnek olsun. Siz de insanlara şahit /örnek olasınız. Namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a sıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel ne hayırlı yardımcıdır!
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Ve câhidû fîllâhi hakka cihâdihî, huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fîd dîni min haracin, millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmâkumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alân nâsi, fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâhi, huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Tegabun 64/16 Siz, var gücünüzle Allah’tan çekinerek korunun. .(takvalı olun) O’nu dinleyin ve O’na boyun eğin. Kendi iyiliğiniz için hayra harcama yapın. İçlerindeki doyumsuzluktan korunanlar işte onlar kurtuluşa felâha erenlerdir.
فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Fettekûllâhe mâsteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayran li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn
----------------
Müzemmil 73 / 6 : Şüphesiz gece kalkışı, kalp ve uzuvlar arasında tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
Rabbimiz: “Peygamberim! Sen gece kalk! Çünkü biz sana böyle ağırlığı olan, böyle değerli olan bir söz vahyedeceğiz. Bunun için senin mutlaka gece kalkman lâzım. Çünkü
Naşiete ,Ne-Şe-E" fiil kökünden gelir. . İnşa etmek ve türkçemizde ki inşaat kelimesinin türevlerindendir Bu arapçada enşee =inşa kelimesi bir şeyi eskisinden daha farklı şekile ,daha etkili, daha sağlam hale getirmek ve yetiştirmek ,yeniden inşa etmek gibi anlamlara sahiptir
İNŞA KAVRAMI
Kur'an-ı Kerîm'de "yaratılış" ve "ba'su ba'de'l-mevtt=öldükten sonra diriltmeyle ilgili kavram."İnşa", özellikle bitki ve insanları yerden çıkarıp meydana getirmek, yeni bir topluluk oluşturmak ve ölümden sonra bütün insanları, yeniden yerden hayat verip çıkarmak demektir.
'İnşa', "Ne-Şe-E" fiil kökünden gelir. "Ne-Şe-E", çıktı meydana geldi, yetişti, gelişti. "an" edatıyla kullanıldığında'-den çıktı, bitti. anlamlarında olup, inşa kelimesinin fiili olan En-Şe-E ise, "yaptı, meydana getirdi, çıkardı, yetiştirdi" manalarınadır.
En’am 6/141: Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyiniz. Devşirilip toplandığı gün de hakkını/zekât ve sadakasını veriniz. İsraf etmeyiniz, çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُواْ مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayra ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayra muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn
Bitkiler önce küçüçük ekilmiş bir tohumken dallanıp meyveler vermesi nasıl yeni bir şekil alırken bitki inşaa olmuştur. İnsanda yeniden inşaası buna benzer
Mülk 67/23:De ki: "Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?"
قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn
En am 6/98 O, sizi bir tek nefisten yaratandır. bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
Ve hüvellezi enşeeküm min nefsiv vahıdetin fe müstekarruv ve müstevda´ kad fassalnel ayati li kavmiy yefkahun
Kur'an'da bir "neş'e-i ûlâ" (ilk çıkış), bir de "neş'e-i uhrân (bir ikinci çıkış)tan söz edilir. Neş'e-i ûlâ topraktandır:
Necm 53/32: İyilik işleyenler kebair el ismi = büyük günahlardan ve fevâhışe =çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece el lememe =küçük kusurları olabilir. Senin Rabb'inin .magfireti geniş kapsamlıdır. O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. Çünkü o kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir.
الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe illâl lemem inne rabbeke vâsiul mağfirati, huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
İnşa insanlar için kullanıldığı gibi, bitkiler ve toplumlar, kavimler hakkında da kullanılır.
En’am 6/141: Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyiniz. Devşirilip toplandığı gün de hakkını/zekât ve sadakasını veriniz. İsraf etmeyiniz, çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُواْ مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayra ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayra muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn
Vakıa 56/72: Siz mi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa biz miyiz inşa eden?
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ
E entum enşe’tum şeceratehâ em nahnul munşiûn
Yine, yağmur yüklü bulutların oluşumu da Allah'ın bir "inşa"sıdır
Rad 13 /12 Size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren, yüklü bulutları oluşturan O'dur.
هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ
Huvellezî yurîkumul berka havfen ve tamaan ve yunşius sehâbes sikâl
Zalim olan nice şehirleri kırıp geçirdik ve arkalarından başka topluluk inşa ettik"
Enbiya 21/11 Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından başka kavimler inşa ettik
وَكَمْ قَصَمْنَا مِن قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ
Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn
Türkçe'de kullanılan ve tabiî ki Arapça inşa aslından geçen inşaat kelimesi bu kavramı yeterince açıklar niteliktedir. Nasıl bir yapı temelin atılmasından tamamlanmasına kadar sürer ve bu işlemin tamamına birden inşaat denilirse, aynı şekilde inşa kavramı, yaratma aşamasında ister insan, ister bitkiler, isterse toplumlarla ilgili kullanılsın; ilk temelin, ilk tohumun atılıp, ilk olmuşumun başladığı andan, büyüyüp gelişme de dahil olmak üzere ayaklar üzerinde yükselme dönemlerini de içine alacak kapsamdadır. Bu bakımdan, "inşa" kavramında "meydana getirmek, yetiştirip büyütmek ve terbiye etmek" anlamlarının hepsi söz konusudur.
Tirmizî'nin 'Şemâil'inde, ayrıca Taberânî, İbn Ebî Hatim ve daha başka hadisçilerin eserlerinde Resulullah'tan rivayet ettikleri üzere, genç yaşlı vefat eden müslüman kadınlar ahirettedeki durumları hakkında inen ayettede
Vakıa 56/35 : Biz onları yeniden inşa etmişizdir,
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء
İnnâ enşe’nâ hunne inşââ
Vakıa 56/36 : Onları bakireler kıldık.
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا
Fe cealnâ hunne ebkâran.
Vakıa 56/37 : Güzel konuşan,Eşlerini çok seven aynı yaşta,
عُرُبًا أَتْرَابًا
Uruben etrâbâ
"İnşa" bir yazı veya makale yazmak anlamında da kullanılır ki, düz yazı halinde güzel makale ve yazı yazanlara "münşî" denilir. Kainat da bir kitap olduğundan, bu iki inşa arasında tabiî bir bağlantı ve anlam birliği vardır
Alak 96 /1 Yaratan Rabbinin adiyla oku!
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Ikra´ bismi rabbikelleziy halak
Gece uykudan namaz için kalkmak da Kur'an'da "nâşie" kelimesiyle ifade edilmiştir.
Müzemmil 73 / 6 : Şüphesiz gecenin inşası , daha tesirli ve .söz bakımından daha etkilidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
Bununla, uykudan uyanıp kalkmanın bir bakıma yeniden dirilmek veya yerden bitmek şeklinde değerlendirildiğini anlıyoruz. Özellikle uykunun ölüme benzetildiğini de göz önüne aldığımızda, bu anlam daha da belirginleşir.
Yukarda sözü edildiği gibi, ilk inşadan başka bir de "ikinci -son inşa" vardır. Nasıl insanlar veya bitkiler yerden bitirilmekte, tohumlarından çıkıp büyüyerek insan veya bitki halini almaktaysa; insanlar ölümlerinden sonra yeniden "inşa" edilecek, yeni baştan yaratılacak, yani bir "neş'e-i uhrâ"yı yaşayacaklardır.
Gece beşer olan insanoğlunun fıtratını inşasıdır.
Gece sakin ve sukunet vardır. Gece söz daha kalıcı ve etkili olacaktır
Geceleyin kalp boştur. telaşeler ,meşguliyetler yoktur.kur'an okuyan , dünyevi meşguliyetlerden uzak kalarak kendisini tamamen vahiye verme imkânı bulur.Kur’an” yani insanın Kur’an üzerinde daha derin düşünmeye uygun olduğu vakit.
Nitekim Hz Peygamberin risaletle görevlendirildiğinde toplum yanlış itikadlarıyla uygulamarıyla inşa olmuşlar cehalet karanlıkları içindeydi mecazen geceleyin inşa olan bu eğitim ile hadiseleri olaylara bilincli şuurlu bir rızaya dayalı nurun aydnlığı ile tesbihe dönecektir
-----------------
Müzemmil 73 /7: Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ
Öyleyse gece kalkacak ve ağır ağır, mânaya nüfuz ederek, tertil ile Kur’an okuyacaksınız. Peki, bu işi gündüze aktarma imkânı yok mu? Gündüz okusak olmaz mı bu kitabı? Hayır, çünkü:,
------------
Müzemmil 73 /8:Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
Gecenin inşası ile gündüz meşguliyetleri tesbihe dönüşür.
Ayette Allahı bu yönden onu çok hatırlamamız ve anmamız isteniyor.
Bu ayette Allah'ın kelimesi değil =O'nun ismini zikretmemiz Bu ayette , daha önce aklıma takılan sorular döndü , durdu ve bu ayette dahada arttı takıldım kaldım şöyleki ; Besmeledeki Allah'ın adıyla , İsim, en güzel isimler onundur, rabbinin adının ismini zikret gibi ,Ademe eşyanın isimlerini öğretti gibi ayetlerde belli anlam kalıbı vardı Allahı sıfat ve fiilleriyle tanımak anlamak ,gündem de tutmak unutmamak ama yine sanki bir eksik vardı bu soruları zihnimde oluşturan yakın zamanda işlediğimiz ademe isimleri öğretti ayetiyle oldu.. araştırmalarımda çoğunluğun bu isimlerin Allah'ın esmaları yorumu yapıyordu bilmediğimiz öğreten Allah'a sığındım
Bize neler gösterecek dedim başladım araştırmaya öncelikle arapçada ism kelimesinin kök anlamından başladık Kurandaki kelimeler arasında bir ilişkiler ağı var. Bu ağ yapısı özellikle bazı konular için uzun ve dikkatli bir çalışma yapmaya yöneltti
Arapçada isim kelimesi ad anlamına h-gelen bu kelime s-m ve smüv üçlü kök ayağı sema kökünden gelmiştir .
es-semau kelimesinin asıl anlamı her tür nesnenin üst ya da en üst kısmı anlamına gelir..
Örneğin kuran'da Yağmur da semadan gökten çıkması münasebetiyle yere düşmediği süre içinde arapça da semaun diye adlandırılmış
Arapçada bitkiye de semaun denir Bunun nedeni bitkinin ya yağmur sayesinde çıkması ya da yerden yükselerek yukarı doğru çıkmasıdır.
“Sema” kavramının zıddı “Arz” yani yerdir.
Hud 11/44 Ey arz /yeryüzü! Yut suyunu. *Ey sema /gök!* Tut suyunu” denildi. Su çekildi, ve emir yerine getirildi Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler kavime , Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve *yâ semâu* akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet alâl cûdiyyi ve kîle bu'den lil kavmiz zâlimîn
Sema kavramının çoğulu “semevat”dır.
Bakara 2/ 107 Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
E lem ta’lem ennellâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr
Sema kavramı Kur’anda “gök, çoğulu gökler” anlamı dışında dört farklı kalibda kullanimi
İsim bu anlamlardan biridir çoğulu da “esma”dır
En'am 6/118 Eğer O'nun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah'ın ismi anılanlardan yiyin.
فَكُلُواْ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ
Fe kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi in kuntum bi âyâtihî mu’minîn
semiyyâ: adaşı\ denk, benzer
Meryem 19/65 Göklerin, yerin ve bu ikisinin arasındakilerin Rabbidir. O halde O'na kulluk et ve O'na kullukta kararlı ol. Semiyyâ O'na denk adaş başka birini biliyor musun ?.
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِهِ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا
Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetihî, hel ta’lemu lehu semiyyâ(semiyyen).
Meryem 19/ 7 'Ey Zekeriyya! Seni adı Yahya olan bir oğlan çocukla müjdeliyoruz ki ;Daha önce Onunla bir kimseyi isimlendirmedik.
يَا زَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ اسْمُهُ يَحْيَى لَمْ نَجْعَل لَّهُ مِن قَبْلُ سَمِيًّا
Yâ zekeriyyâ innâ nubeşşiruke bi gulâminismuhu yahyâ lem nec’al lehu min kablu semiyyâ
“semma” isimlendirmek, ad koymak
Necm 53/27: Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلَائِكَةَ تَسْمِيَةَ الْأُنثَى
İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhirati le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ.
İnsan 76/17 :Onlara orada taslar içinde zencefil karışımlı içecekler sunulur.
وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا
Ve yuskavne fîhâ ke’sen kâne mizâcuhâ zencebîlâ
İnsan 76/18 :Bu orada bir pınardır ki, adına «selsebil» derler.
عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلًا
Aynen fîhâ tusemmâ selsebîlâ
el-müsemma” muayyen belirli anlamlarında
Ta Ha 20/ 129 Rabbin tarafından önceden geçmiş bir söz ve belirlenmiş bir ecel olmasaydı hemen karşılığını görürlerdi.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى
Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ(musemmen).
Bu kelimenin türevleri Yüceltmek, anlamlandırmak, işin amacını belirlemek, işin yönünü tayin etmek anlamları ağırlıktadır.
Allah, Adem’e eşyanın isimlerini öğreterek insanlığın serüvenini başlatmıştır. Adem, eşyanın isimlerini öğrenmeden önce meleklerinde itirazında olduğu gibi kan dökücü, bozgunculuk çıkaran bir yaratıktır. Allah, yeryüzünde bir halife tayin edeceğini söyler.
Bakara 2/ 30 Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemû
Bir şeyi isimlendirmek demek onu işleviyle birlikte ne yapıp ne yapmayacağını bilmek demektir.
Masanın ne olduğunu bilmeyen birine “masa” deseniz onu anlamlandıramaz. Masayı anlamlandırabilmesi için masanın şeklini görmesi lazım, ne işe yaradığını bilmesi lazım ve ne amaçla kullanılamayacağını da.
İşte o vakit isimlendirme anlam kazanacaktır. Yani isimlendirme kendisiyle bir şeyi tanımlayabileceğiniz ve zıddını da bilebileceğiniz bir tanımlamadır.
Allah, Adem’e eşyanın isimlerini öğretirken bunu bir ilim üzere yapmıştır. Allah, Adem’e vahyederek eşya ile, doğa ile, kendi türü ile ve hayvanlar alemi ile nasıl bir ilişki geliştirmesi gerektiğini ona bildirmiştir.
Bakara 2/ 33 Buyurdu ki : “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince ve “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizlemiş olduklarınızı da bilirim demedim mi?” dedi.
قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ
Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn
Neyi yiyebileceğini, neyden sakınması gerektiğini, toplumsal ilişkilerde kullanacağı dili ve neyi herşeyden üstte tutması gerektiğini ancak kendisine gelen vahyin isimlendirmesiyle öğrenmiştir.
Ama Adem kendisine tanımlanan, belirlenen isimlerin ötesine taşmış ve yasak ağacın meyvesinden yemiştir.
Adem burda Allah’ın isimlendirmesini unutmuş ya da yok saymış ve kendi tanımlamasını, isimlendirmesini Allah’ın isimlendirmesinin önünde tutmuştur.
Hatasını anlayan Adem yine Allah’ın ona öğrettiği kelimelerle Allah’tan affını isteyerek bağışlanmayı dilemiştir. Allah, Adem’in kendi isimlendirmesine kızdığından O’nu cennettten çıkarıp yeryüzünde yaşatmıştır.
Yani insan kendi isimlendirmesiyle hareket ettiğinde semanın zıttı olan arza gecici olana mahkum olur
Allah’ın isimlendirdiği gibi tabi olursa göklere en yüce olana yönelir ikramlara mahzar olur
Bakara 2/36 Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
Fe ezellehumâş şeytânu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh, ve kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv. ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn
Hac 22/ 78 Allah yolunda hakkıyla mücadele edin. Size fırsat veren O’dur. Bu dinde size bir güçlük yüklememiştir.Atanız İbrahim’in dinine uyun. Allah size daha önce ‘Müslüman /teslim olan’ adını verdi. Bu kitapta da bu adı verdi ki elçimiz size şahit/örnek olsun. Siz de insanlara şahit /örnek olasınız. Namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a sıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel ne hayırlı yardımcıdır!
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Ve câhidû fîllâhi hakka cihâdihî, huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fîd dîni min haracin, millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmâkumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alân nâsi, fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâhi, huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Hucurat 49/11 "Ey Mü'minler, bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler.Kadınlar da kadınları alaya almasınlar.Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.Birbirinizi ayıplamayın. karalamayın ,kötü lakaplarla çağırmayın, İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir, Kim de tevbe etmez ise, böylesi kimseler zalimlerdir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Ya eyyühellezine amenu la yeshar kavmün min kavmin asa ey yekunu hayram minhüm ve la nisaüm min nisain asa ey yekünne hayram minhünn ve la telmizu enfüseküm ve la tenabezu bil elkab bi´sel ismül füsuku ba´del iman ve mel lem yetüb fe ülaike hümüz zalimun
Araf 7-180- En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.
وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâih(esmâihî), se yuczevne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Necm 53/27: Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلَائِكَةَ تَسْمِيَةَ الْأُنثَى
İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhirati le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ.
Saff 61/ 6:Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, size Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu,apaçık sihirdir.” dediler.
وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Ve iz kâle îsâbnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiran bi resûlin ye’tî min ba’dîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn
"İsm" kelimesi sözlükte "kendisi aracılığıyla bir aslın , temelin,zatının , özünün bilindiği şey" anlamında bir kelime olup bu anlama göre "ahmed" ismi demek onun Allah'a başkasından daha fazla hamd etme gibi bir özelliğinin olduğunun veya kendisindeki güzellikler nedeni ile başkalarından daha fazla övülen anlamında dır.
-----
Allah Kendisi isim sıfatları ve tecellileri O'na layık olmayan isimlendirilmeler yapılamaz
Şura 42/11 O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi türünüzden eşler, en’amı da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.
فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Fâtırus semâvâti vel ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul basîr.,
Aynı kökten musemmen belirli süre anlamında
Şura 42/14:Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, ayrılığa düşmeleri, yalnızca ancak, biribirini çekememekten oldu. Eğer Rabbinden, o ecel-i müsemmâ, belirlenmiş ecellerine kadar geçmiş bir söz olmasaydı,Muhakkak ki hemen yargılanırlardı. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise,ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Ve mâ teferrakû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb
--------------------
Kur'an'a göre zikir ;
Üzkür zikir emir kalıbı Allahın şuurlu akleden bir varlık olarak fıtratına verdiği Onu tek bir ilah olarak tanıma proğramına göre hareket etmektir
Zikr ذ ك ر (z-k-r) kök harflerinden türemiş olup lügatte; “ Anmak, bir şeyi muhafaza etmek ” demektir. Unutmanın zıddıdır.
Allah'ın verdiği bilgiyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmeye marifet, o marifeti tezekkürle koruyup kullanıma hazır tutmaya ,hatırlatılmasına ,ve dil ile söylemeye de zikir denir.
Zikrin ilk kaynağı yaratılmışların fıtratıyla hadiseler üzerinde insanın yaptığı gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre ulaşır. Kur’an’ın Allah’ın indirdiği kitap olduğu da bu elde edilen bilgilerle anlaşılır. O bilgiler Kur’ân ile öylesine uyumludur ki, Allah Kur’an’a da “ tezkir =zikir” adını vermiştir.
Zikir şuurlu varlıkların kendi hakikatleri yönünden fıtratlarının özlerinde hakikati hatırlamalarıdır.
Ahzap 33/41 Ey inananlar! Allah'ı çok zikrediniz!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا
Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Sabah, akşam her an, sabahtan akşama her an, sabah akşam demeden her an rabbinizi anın , ona şükredin onun emirlerine tabii olun
Ahzab-42: Ve Sabah akşam Ona yönelin
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Ve sebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen).
En Büyük İbadet Allah'ı zikretmektir
ANKEBUT SÜRESİ 29/45. Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir.
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَۖ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِۗ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Gönüller, ancak Allah'ı anmakla huzur bulur
Rad 13/ 28Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu)
Her iş ve her amelde Allah'ı gündemimizden çıkarmamak zikrdir
İnsan 76/25: Rabbinin adını sabah akşam an.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Vezkurisme rabbike bukraten ve asîlâ
İnsan 76/26: Gecenin bir bölümünde de O'na secde et ve gecenin uzun bir bölümünde O'nu tesbih et.
وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا
Ve minel leyli fescud lehu ve sebbihhu leylen tavîlâ
Nur 24/ 37 (Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alışveriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
Ricalül la tülhihim ticaratüv ve la bey´un an zikrillahi ve ikamis salit ve ıtaiz zekati yehafune yevmen tetekallebü fıhil kulubü vel ebsar
Nur 24/36 (Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler.
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
Fi büyutin ezinellahü en türfea ve yüzkera fıhesmühu yüsebbihu lehu fıha bil ğudüvvi vel asal,
Bakara 2/152 Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn
Allah'ın kulları selameti için indirdiği kitabın özelliğide hatırlatıcı tezkirdir
Allah'ın indirdiği kitap hatırlatıcı ilkeleri insan fıtratının yadırgamayacağı özelliktedir.Vahiy ilahi olan kitap ile yaratılmış insan kitabı arasındaki bağ doğru kurulursa ,hatırlatıcı bilgiler doğru yapılırsa birbirilerini yalanmayacak ,çarpıklık bulunmayacak böylece arı duru bir içine yabancı bir şey karışmamış bir faaliyete dönüşür
Taha 20/ 2 Biz bu Kur'an'ı sana, zahmet çekesin, bedbaht olasın diye indirmedik;
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ
Taha 20/ 3 Saygıyla ürperene bir zikir/ öğüt olsun diye indirdik
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى
İllâ tezkireten li men yahşâ.
Taha 20/124 Kim benim zikrimden/Kur'anımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.
Taha 20/125 O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak haşrettin?”
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا
Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ(basîran).
Taha 20/126 Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın."
قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى
Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.
-----------
Müzemmil 73 /8:herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
Tebettül: arapçada kök anlamı, tebdil ,uzak kalmak ,ilgiyi kesmek demektir.Hurma ağacı Arapça anlamı “nakhle” şeklindedir. “Hurma” ifadesi ise Farsçadır. Nahletun mubtel: Ana ağaçtan ayrılıp, ayrı kök salan tek başına kalmış hurma ağacına da betül denir Hz. Meryem her şeyle ilgisini kesip Allah’a ibadet ettiği için’ lakabı “Betül” olarak bilinir Hz Fatma'n da lakabı da bu dur .Cinsel ilişkide bulunmamış dişi, kız, kız oğlan, kız oğlan kız bakire namuslu gibi
Allah'ın emri anlamına da gelir
Kur'an'a göre tebettül en samimi şekilde fedakarlık Allahı hayatın merkezine koymak için gece
vahiyle donanmış insanın gündüz yapacağı meşguliyetler tesbihe dönecektir
Bu anlamlardan tebettül yola cıkarak bu kavramı içi boşaltılmış ruhbanlık anlamında kullanılmıştır. İslam dininin ibadet anlayışı yozlaşmış dinlerden farklı olduğundan,dinimizde ruhbanlık yasaklanmıştır
Kur'an'da ayetlerle Mâide Sûresinin 87. âyeti, Hadîd Sûresinin 27. âyeti ve diğer bazı âyetlerle ruhbanlık ve “ruhbanlık” zihniyeti olan tebettül
RUHBANLIK: Allah’ın emri olmadığı halde, Allaha daha yakın olmak gaye ve amacı ile; Allah’ın emretmediği ibadetleri, Allah’ın emri gibi yapmak, veya Allah’ın emirlerini kendine göre çoğaltmak, müstehap olan ibadetleri, farz gibi sayarak devam etmek, mübah(yapılmasında herhangi bir sakınca olmayan) olan işleri kendine yasaklamak. Allah’ın helal kıldığı şeyleri kendine yasaklamak, haram kılmak. Özetle dinin emretmediği şeyleri dinin emri imiş gibi yerine getirmek ve dinin yasaklamadığı şeyleri kendine yasak etmektir.
İslam’da din adamı (ruhban sınıfı) yoktur
Ruhbân rahip kelimesinin çoğuludur. Rahip sözlükte “korkan” anlamına gelir. “Allah korkusu içine yerleşmiş ve dışına vurmuş, kendini Allah'a kulluk etmeye hasretmiş kişi” anlamında olmak üzere hıristiyan din adamlarına bu ad verilmiştir
Allah'ın helal kıldığı rızıklarından uzak kalmak ruhbanlıktır
Maide Süresi : 5/87 Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhibbul mu’tedîn
Hadid 57/27:Sonra onların izleri üzere elçilerimizi ardarda gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat ve iyilik merhamet duygusu yerleştirdik. Kendilerinin çıkardıkları ruhbanlığı ise biz kendilerine farz kılmamıştık. Bunu sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktı ama ona da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere ecirlerini verdik. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsâbni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu ra’feten ve rahmeten, ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illâbtigâe rıdvânillâhi fe mâ raavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynâllezîne âmenû minhum ecrahum, ve kesîrun minhum fâsikûn
Dünya'nın süslü ve güzel rızıkların hem dünyada hem de ahirette Müslümanların hakkı olduğunu bildiriyor.
Araf 7/32 De ki: “Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar, dünya hayatında, özellikle de kıyamet gününde müminlerindir.” İşte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Kul men harrame zînetallâhilletî ahrace li ibâdihî vet tayyibâti miner rızk(rızkı), kul hiye lillezîne âmenû fîl hayâtid dunyâ hâlisaten yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn
Allah’ın helal kıldığını haram kılmanın şirk olduğunu kendini Allah’ın yerine koymak olduğunu çok açık bir biçimde şu ayette buyuruyor. İşte ayeti kerime
Yunus 10/ 59 De ki: “Allah’ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?
قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ لَكُم مِّن رِّزْقٍ فَجَعَلْتُم مِّنْهُ حَرَامًا وَحَلاَلاً قُلْ آللّهُ أَذِنَ لَكُمْ أَمْ عَلَى اللّهِ تَفْتَرُونَ
Kul e raeytum mâ enzelallâhu lekum min rızkın fe cealtum minhu harâmen ve halâlen, kul allâhu ezine lekum em alâllâhi tefterûn
Müslümanlar hristayan din adamlarının günah çıkarmasını mantıksız bulurken, kendisi şeyhe aşırı yücelterek Allaha yakın olarak bir meziyet sayar. Şeyhi olmayanın şeyhinin şeytan olduğunu söylemeleri ise cahil tabakayı kendilerine çekmek istemelerindendir
Bu durum Kuran`da çok çarpıcı bir ayetle
Araf 7/3 Rabbinizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
Ittebiû mâ unzile ileykum min rabbikum ve lâ tettebiû min dûnihî evliyâe, kalîlen mâ tezekkerûn
Onların şeyhleri yürüyen Kuran`dır. Kuran`ı sadece o anlamıştır, müridlere düşen şeyhe teslim olup kurtuluşa ermektir. Şeyh ahirette şefaat edecek, müridlerini almadan cennete girmeyecektir. Bu masallarla uyutulan insanların şeyhlerinin ellerine ayaklarına sarılmaları çok da şaşılacak bir davranış değil.Konuyu bir ayetle bitirelim;
Zümer 39 /3 Halis katıksız olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka evliyâ edinenler şöyle derler:"Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Muhakkak ki Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
E lâ lillâhid dînulhâlisu, vellezînettehazû min dûnihî evliyâe, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilâllâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr
Yahudi din âlimlerinden ve hıristiyan din adamlarından birçoğunun, dini istismar etmek suretiyle haksız kazanç elde ettiklerine ve bu şekilde sağladıkları güçle insanları Allah'ın gösterdiği yoldan alıkoyma çabası içinde olduklarına dikkat çekilmiştir. Bu kimselerin din üzerinden çıkar sağlamalarıyla ilgili olarak, ilâhî kitapta değişiklik yapıp yazdıkları tahrif edilmiş nüshaları satmaları, Allah katında duaların kabulüne aracı olacağı izlenimi vererek bağış almaları, günah çıkarma karşılığında bir gelir elde etmeleri ve birçok dolambaçlı yollarla kendileri için malî kaynaklar oluşturmaları gibi bilgiler yer alır.
Kur'an'nın mesajları evrenseldir Allah yolundan alıkoymanın bu şekli ile ilgili olarak bu günki muhattablarını da uyarır
Tevbe 9/31Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i kendilerine rab edindiler. Oysa tek bir ilah olan Allah'a kulluk etmekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. , subhânehu ammâ yuşrikûn ↔O, onların ortak koştuklarından yücedir.
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
İttehazû ahbârahum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne meryem(meryeme), ve mâ umirû illâ li ya'budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve, subhânehu ammâ yuşrikûn
Tevbe 9/32 Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır
يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn
Tevbe 9/33 Müşrikler istemese de O dini bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn
Tevbe 9/34 Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin çoğu insanların mallarını haksızlıkla yemekte ve Allah'ın yolundan alıkoymaktadırlar. Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm
yasak koymadığı giysileri haram kılmak hiç kimsenin yetkisinde değildir. Allah’ın yasaklamadığı İslam’a uygun düşen saç sakal ve kıyafeti kimse haram sayamaz. Allah’ın yasaklamadığı alışverişi kimse yasaklayamaz. Faizi kimse helal yapmadığı gibi alışverişi kimse haram yapamaz. Bu konularda ayeti kerimeler mevcuttur.
Sayın okurlarım hiç kimse Allah’ın helal kıldığı evlenmeyi kendisine veya başkasına gerekçe ne olursa olsun yasaklayamaz. Aynı şekilde hiç kimse Allah’ın farz kıldığı günde 5 vakti 6 vakte çıkaramaz. Ramazanın dışındaki bir günde oruç tutmayı hiç kimse kendisine veya bir başkasına farz kılamaz. Özetle hiç kimse Allah’ın farz kıldıklarında eksiltme veya çoğaltma hakkı yoktur. Buna güzel bir örnek şu hadisi şeriftir. Bu hadisi şerifi ham sofular özellikle defalarca okusunlar.
HADİS: ”Peygamberimizin ibadetinden sormak için 3 kişilik bir erkek cemaati peygamberimizin zevcelerinden bazılarının odalarına geldiler. Kendileri haberdar edilince sanki onlar azımsadılar. Peygamberin yüce mevkiinden biz neredeyiz. Onun gelmiş geçmiş günahları affedilmiştir. dediler. Onlardan biri; bana gelince geceleri hep namaz kılacağım dedi. Öbürü ben bütün seneyi oruçla geçireceğim dedi. Üçüncüsü ise ben de hiç evlenmeyeceğim dedi. Resulullah (sav) onlara karşı geldi de siz kimsiniz? dedi. Haberiniz olsun Allaha and olsun ki sizin en çok Allahtan korkanınız. ve en muttaki olanınızım. Fakat ben ramazan ayı dışında bazen oruç tutuyor bazen tutmuyorum. Gecenin bir kısmında kılarım diğer kısmında uyurum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.(Buhari-Müslim-Riyazüssalihin -133)
HADİS: ”Peygamber(sav) camiye girdi birde ne görsün iki direk arasına gerilmiş bir ip ; Bunun üzerine bu ip nedir diye sordu? Yanındakiler o falanca içindir namaz kılarken yorulunca ona tutunur dediler. Resulullah onu çözünüz. Biriniz keyfince namazını kılsın yorulduğunda da yatsın uyusun buyurdu.(Buhari-Müslim-Riyazüssalihin-135) Görüldüğü gibi Peygamberimiz(sav) dinde ifrat ve tefritten şiddetle kaçınmamızı emrediyor. Allah(cc) ne emretti ise onu yap neyi yasakladı ise onu yapma; kendine göre ibadetler icat etme, kendine göre yasaklar icat etme. Kendini Allah’ın yerine koyma (haşa). Bakınız Allah(cc) ayeti kerimde ne buyuruyor.
Biz Kuran-ı size zahmet çekesiniz diye indirmedik’’. Başka ayeti kerimde ise.
Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez. Buyurulmaktadır. Bu konuda birçok ayeti kerime ve birçok hadisi şerif vardır. Bu konuda ciltler dolusu kitap yazılabilir. Ancak maksat hasıl olmuştur sanırım görüş ve sorularınızı lütfen iletin. Konuya bir hadisi şerif mealiyle son vermek istiyorum.
HADİS. ”Dini işlerde yersiz yere abartanlar helak oldu’’.(Müslim- Riyazüsssalihin-134)
Allah bizden kendisini gündeme almamızı, kitabını ve elçisini gündeme almamızı istiyor. Zikir budur zaten, Allah bizden zikir istiyor ve Ruhban değil betül olmamızı istiyor.
--------------------
Müzemmil 73 /9 : Allah, Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. Şu halde yalnızca O’nu vekil tut.
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu
Meşrik ve meğrip: Güneşin doğduğu ve battığı yer olarak doğu ve batı demektir.
doğu İran’ın batı Roma’ın değildir. Oralarda dâhil her yer Allah’ındır. Yani doğuya gidin, oranın Rabbi Allah, batıya gidin, oranın Rabbi Allah’tır.
Bakara 2/177 Birr iyilik yüzlerinizi maşrık ve mağrip tarafına çevirmeniz değildir. Fakat birr, o kimsenin birridir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân etmiş olur. Ve malını seve seve karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere verir. Ve esirleri azad etmek hususuna sarfeder. Ve namazını kılar, zekâtını verir. Bir de antlaşma yaptıkları zaman ahidlerini sözlerini yerine getirirler ve ihtiyaç, hastalık ve şiddetli savaş hallerinde de sabırlı bulunurlar. İşte sâdık olanlar onlardır. Muttakî (takva sahipleri.)olanlar da onlardan ibarettir.
Şuarâ, 26/28:'O doğunun, batının / meşrikı vel magribi ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. in kuntum ta’kılûn ↔ Eğer akıl edebiliyorsanız' dedi.
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
Kâle rabbul meşrikı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
Saffat 37/ 5 Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir,/Sahibidir doğuların da Rabbi' dir.
رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ
Rabbüs semavati vel erdi ve ma beynehüma ve rabbül meşarık
Mearic 70/40 : Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez
فَلَا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ إِنَّا لَقَادِرُونَ
Fe lâ, uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn
Zuhruf 43/38:Sonunda bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu doğu ile batı kadar mesafe olsaydı. Meğerse bu ne kötü beraberlik/yakınlıktır
حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn
Doğu-batı kavrarnlarının içerisinde geçtiği bütün Mekki ayetlerde Allah'ın bu yön ve yerlerin olduğu gibi bütün evrenin yaratıcısı, sevk ve idare edicisi, kol-layıp gözeticisi yani Rabbi ve Maliki olduğuna vurgu yapılarak insanoğlu §irk koşmaksızın Allah'a kulluğa çağırılmaktadır.
----------------
Müzemmil 73 /9 : Şu halde yalnızca O’nu vekil tut.
Allah’ın sıfatı olarak vekil, “yarattıklarının tedbirini üzerine alan” demektir.
Allahtan başkasına sıfat olarak verildiğinde ise “vekil bırakılan kimse” anlamına gelir. de bu köktendir.
Vekâlet; bir kimsenin, işini görmesi için bir başkasını kendi yerine bırakması veya bir başka kişiye yetki vermesi
vekil de bir kimsenin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı ya da yetki verdiği kişi demektir.
Bizim dilimizde de hemen hemen aynı mânada kullanılmaktadır. Mahkemedeki işlerimizi bu vekilin yürütebileceğine inanır ve işlerimizi ona havale ederiz. Bizim bir şeyler yapmamıza hacet yoktur. Kur'an'ın indiği toplum da bu kelime dini anlamda değil işleri için kullanılmaktaydı
Bu tanımlardan hareketle tevekkül kelimesinin anlamı da “bir kimsenin, işi bir başkasına bırakması” olmaktadır. Ancak kelime genellikle “işi Allah’a bırakmak” anlamında yaygınlaşmıştır.
Kur’an’da herhangi bir şekilde tevekkülden bahsedilen âyetlere bakıldığında, önce ne yapılması gerektiğinin açıklandığı, sonra da bir bağlaçla tevekkülün emredildiği görülür:
Nahl 16/ 41Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada hasenelerle yerleştireceğiz. Ahiret ecri ise daha büyüktur, keşke bilseler!
وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ haseneten, ve le ecrul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 42 Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
--
Ankebut 29 / 58 :İnanıp güvenen, salih amellerde bulunanlar; altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. Orada ebediyyen kalıcıdırlar, Salih Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn
Ankebut 29 / 59:Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn
------
Âl-i İmran 3/ 159 Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlar danış Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, mutevekkilleri = tevekkül edenleri sever.
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn
Âl-i İmrân,3 /160 Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.
إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ
İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn
Âl-i İmran 3/ 172 Kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve elçisinin çağrısına icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve takvaya ulaşanlar için ecrun azîm= büyük bir ecir vardır.
الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh(karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm..
Âl-i İmran 3/ 173 Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: «düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun» dedi de bu söz onların îmaanını artırdı ve: «Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir dediler.
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).
------
Mucadele 58/10:O Necva =kötü fısıltılar iman edenleri mahzun etmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır.Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek değildir. Öyle ise mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.
إِنَّمَا النَّجْوَى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
İnnemân necvâ mineş şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn
Bu kural geçmiş peygamberler için de geçerli olup onlar da önce her türlü çabayı göstermişler, sonra tevekkül etmişlerdir.
Neml 27/79:Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzerindesin
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
Fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), inneke alâl hakkıl mubîn(mubîni).
Hud 11/123 Göklerin ve yerin bütün bilinmeyenlerin .gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ardı ve ileyhi yurceul emru kulluhu fa’budhu ve tevekkel aleyhi, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn
---
Ahzap 33/ 2 Sana Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, El Habir Her şeyin iç yüzünü yaptıklarınızdan tüm ayrıntısıyla haberdârdır.
وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Vettebı´ma yuha ileyke mir rabbik innellahe kane bima ta´melune habira
Ahzap 33/ 3 Allah'a güven! Vekil olarak Allah yeter.
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Ve tevekkel alâllâhi ve kefâ billâhi vekîlâ
---
Enfal 8/ 61Fakat barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve ve tevekkel alâllâh ↔ Ve Allah'a tevekkül et ! Çünkü O’dur Es-Semi evet O’dur El Alim
وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Ve in cenehû lis selmi fecnah lehâ ve tevekkel alâllâh (alâllâhi), innehu huves semîul alîm
Enfal 8/ 62 Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, hasbe-ke allâhu↔ Allah sana kafidir. O, seni yardımıyla ve mü’minlerle destekleyendir.
وَإِن يُرِيدُواْ أَن يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللّهُ هُوَ الَّذِيَ أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ
e in yurîdû en yahdeûke fe inne hasbekallâh(hasbekallâhu), huvellezî eyyedeke bi nasrihî ve bil mu'minîn
tevekkül, mistik kültürdeki gibi hiç bir zaman çalışmayı ve sebebe sarılmayı terk edip “Allah’ın dediği olur” diyerek bir kenara çekilmek değildir.
Hz. Ömer, Medine’de boşta gezen bir gruba: “Siz necisiniz?” diye sordu. Onlar da: “Biz mütevekkilleriz” dediler. Bunun üzerine büyük halife: “Hayır, siz mütevekkil değil, müte ekkil (yiyici)lersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp (toprağa ekip) sonra tevekkül edene mütevekkil denir” dedi. Bu olay tevekkülden ne anlaşılması gerektiğini çok güzel ifade etmektedir.
------------------------------
III. Bölüm
Müzemmmil 10 ve 15 ayetler
Müzemmil 73 /10: Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.
وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecran cemîlâ
Müzemmil 73 /11 :Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ
Müzemmil 73 /12 : Çünkü Bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır:
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ
Müzemmil 73 /13 : Ve boğazdan geçmez dikenli yemek var ve elemli bir azap var.
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ
Müzemmil 73 /14 :O gün yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecek.
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ
Müzemmil 73 /15 :Haberiniz olsun Biz size üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik, tıpkı Firavun'a elçi gönderdiğimiz gibi;
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne resûlâ
-------------
İnkarcılara nasıl davranmalı
Müzemmil 73 /10: Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.
وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecran cemîlâ
Bu ayetlerden edindiğimiz bilgi ile kötülüğe karşı sabır hakka karşı ısrarcı olmaya hazırlanmadır
Sabr: Nüzul sürecinde ilk geçtiği yer burasıdır. Sözlükte göğüs germek, karşı koymak, direnmek, sebat etmek, dayanmak anlamındadır. Ancak sabır, Kur’an’da daha çok, zorluklar karşısında Allah rızasını gözeterek dayanmadır. Sabr, “direnme ve kendini zorlukta” tutma demektir.
Kur’an’da daha çok, zorluklar karşısında Allah rızasını gözeterek dayanmadır. Sabr, “direnme ve kendini zorlukta” tutma demektir.
Sabır, yalnızca acılara ve felaketlere dayanma, katlanma
Sözgelimi,
Musibet ve felaket zamanında dayanmak, tahammül göstermek sabır olduğu gibi
Bunun zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır.
Cihad anında kaçmayıp ayak diremek de sabırdır.
Bunun zıddı korkaklık ve cihaddan firardır.
Gerektiğinde sır saklamak, dili gereksiz şeyleri konuşmaktan korumak da sabırdır.
Bunun zıddı boşboğazlıktır.
Sabır aslında bir direniştir. Zorluğa, güçlüklere, imkânsızlıklara, darlıklara, felaketlere, sınanmalara, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere, nefsinin arzularına karşı bir direniştir.
Sabır, pasif bir durgunluk, sessiz bir şekilde bekleme, hele hele her şeye katlanma, zillete boyun eğip razı olma hiç değildir. Sabır aktif bir direnmedir. Mü’min, mesela, felaket karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette beklemez ve bu beklemenin adını da ‘sabır’ değildir Aksine o, felaketi en az bir zararla veya zararsız bir şekilde atlatmaya, felaketin getirdiği mahrumiyeti yenmeye
Nefsinin kötü isteklerini yerine getirmemek tek başına sabır değildir.
Günah işlemenin çok uygun olduğu bir ortamda nefsinin kötü isteklerine direnip, ona hayırlı amelleri işletmek, onun kötü isteklerinin yerine ona ma’ruf (iyi) olan şeyleri yaptırtmaktır.
Kur’an’da sabır müminlerin en önemli sıfatlarından biri olarak ve daha çok cihadla ve Allah yolunda dayanmak ahlakı ile beraber geçmektedir. İman edip, imanlarını her türlü güçlüğe rağmen koruyanlar, imanlarını korumada dirençli bir sabır gösterenler Rabbimizin övdüğü güzel insanlardır. Sabır Kur’an’da 104 yerde zikredilir.
Ve Kur’an’da 3 edatla birlikte kullanılır.
1-sabare fiili bu ayette âlâ edatıyla ... karşı gögüs germek
2- an edatıyla ona rağmen hakta direnmek
3-li edatıyla için sabretmek direnmektir..
4-edatsız yada bâ edatıyla kullanılmışsa bu anlmların hepsi vardır
Sahiplenmek anlamında -vasbirû (ve isbirû) - ve sabredin-
Sad 38/ 6:Onlardan ileri gelen grup ortaya atılıp : 'Yürüyün , ilâhlarınız üzerinde kararlılık gösterin. Çünkü bu sizden istenen bir şeydir.
وَانطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلَى آلِهَتِكُمْ إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ يُرَادُ
Ventalekal meleu minhum enimşû vasbirû alâ âlihetikum inne hâzâ le şey’un yurâd
kararlı olmak anlamında vastabir (ve istabir) - ve sabırlı ol, sabret
Bu kelimenin ıstabera kalıbı ise “” demektir. Bu kullanım örneğinde konu aile fertlerine veya taraftarlarına namazın emredilmesiyle ilgilidir. Bu istekte kararlı ve ısrarcı olunmasını ifade için ıstabır kelimesi kullanılmaktadır.
Ta Ha 20/132 Ehline namazı emret, Kendin de ona sabırla devam et! Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız güzel akibet takva sahiplerinindir
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ(rızkan), nahnu nerzukuke, vel âkıbetu lit takvâ.
Kamer 54/27Gerçek şu ki Biz, bir fitne imtihan ve deneme konusu olarak o dişi deveyi kendilerine gönderen biziz. Şu halde sen onları gözleyip *bekle ve sabret*
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ
İnna murslun nakati fitnetel lehum *fertekibhum vastabir*
- Asr suresi ziyana uğramamak için dördüncü şart sabır tavsiye edilir
Asr 103 /1-“Asra andolsun ki,
وَالْعَصْرِ
Vel asr.
Asr 103 /2- insan hüsrandadır!
وَالْعَصْرِ1) إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْر
İnnel insâne le fî husr
Asr 103 /3 Ancak iman edip salih amel yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ -
İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr
sabır takvalı olabilmek için duyarlılık göstermektir ve in tasbiru ve tetteku ;
Âl-i İmran 3/186 Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvalı olursanız bu emirlere olan azimdir.
لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ
Le tüblevünne fi emvaliküm ve enfüsiküm ve le tesmeunne minellezıne utül kitabe min kabliküm ve minellezıne eşraku ezen kesira* ve in tasbiru ve tetteku fe inne zalike min azmil ümur
Sabır azmedilmesi gereken işlerdendir
Lokman 31/17. 'Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma'rufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا أَصَابَكَۖ إِنَّ ذَٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Yâ buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil
Sabrın geçtiği diğer âyetleri hatırlarsak:
a_) Sabır peygamberlerin ahlakıdır
Ahkaf 46/35. Kararlı ve azim = ulûl azmi sahibi elçiler nasıl sabrettiyse sen de sabret ve onlar için acele etme. Onlar, vaad olunduklarını gördükleri gün adeta gündüzün bir saatinden fazla (dünyada) kalmamış gibi olurlar. Bu bir bildiridir: Yoldan çıkmış fasık topluluklardan başkası mı yok edilir?
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ بَلَاغٌ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
Fasbir kemâ sabera ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum yevme yeravne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâgun, fe hel yuhleku illâl kavmul fâsikûn
b-)Sabır yapılmaya değer işlerdendir
Şura 42/43:Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
وَلَمَن صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr
c-)Sabredenler amellerinin en güzeli ile ödüllendirilirler
Nahl 16/96 Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise bakidir.Elbette sabrın sahiplerine yapmakta oldukları amellerin ecirlerini en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Mâ indekum yenfedu ve mâ indallâhi bâk(bâkın), ve le necziyennellezîne saberû ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
d-) Sabredenin ödülü iki kat verilen ameldir
Kasas 28/54 : İşte onlara sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki kat verilecektir. Onlar seyyiete ↔ kötülüğü hasenet ile↔ güzel iyilikle savarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden hayra harcarlar.
أُوْلَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُم مَّرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Ulâike yu’tevne ecrahum merrateyni bimâ saberû ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ve mimmâ razaknâhum yunfikûn
e-)Sabır kötülüğe iyilikle mukabele edip düşmanlığı dostluğa çevirecek kadar ruh olgunluğuna ulaştırır
Fussilet 41/34 İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ
Ve lâ testevîl hasenetu ve lâs seyyietu, idfa’ billetî hiye ahsenu fe izâllezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm
Fussilet 41/35 Buna ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
Ve mâ yulakkâhâ illâllezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm
f-) Allah yolunda cihad ederken sabredenlere Allah eşşiz yardımda bulunur
Âl-i İmran 3/ 124 Hani sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.
إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلاَثَةِ آلاَفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُنزَلِينَ
İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn
Âl-i İmran, 3/125. Evet, güçlüklere karşı direnir , sabreder ve Allah’a karşı takvalı olduğunuz takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
بَلَى إِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلافٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُسَوِّمِينَ
Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn
g-)Sabır, düşmanın tuzakların önler .
Âl-i İmran 3/ 120 Size bir iyilik dokununca üzülürler, size bir kötülük isabet ettiğindeyse mutlu olurlar . Eğer siz sabreder ve takvalı olursanız , onların tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.
إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît
ğ-)Sabretmek, muhsin olmanın şartlarından biridir
Yusuf 12/90 Kardeşleri, “Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah bizi ni'metlendirdi. . Çünkü,kim takva sahibi olur ve sabrederse, şüphesiz Allah muhsinlerin güzel davrananları ecrini zayi etmez” dedi.
قَالُواْ أَإِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُ قَالَ أَنَاْ يُوسُفُ وَهَذَا أَخِي قَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَيْنَا إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيِصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Kâlû e inneke le ente yûsuf(yûsufu), kâle ene yûsufu ve hâzâ ahî kad mennallâhu aleynâ, innehu men yettekı ve yasbir fe innallâhe lâ yudî’u ecrel muhsinîn
h-)sabredenlerle beraberdir...
Bakara 2/153 Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Yâ eyyuhâllezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti), innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
ı-) ilimde sabır şarttır (Kehf 67, 72, 75, 78, 82).
Kehf 18/67 Dedi ki "Sen benimle birlikte olmaya sabretmeye asla güç yetiremezsin
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ
Kehf 18/68 'İç yüzünü bilmediğin, hakikatini kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?'
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا
Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ
Kehf 18/69 “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.
قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا
Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ
Kehf 18/70 O da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana sana anlatmadığım konularda hakkında bana hiçbir şey sormayacaksın.”
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا
Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ(zikren).
Kehf 18/72 Dedi ki: "«Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?» dedi
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ(sabran).
Kehf 18/75 'Ben, sen benimle sabretmeye güç yetiremezsin, dememiş miydim?' dedi.
قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِي صَبْرًا
Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ(sabran).
Kehf 18/77 Yeniden yola koyuldular. Nihayet bir kasaba halkının yanına varıp o halkından, yemek istediler Ama onlar, onları misafir etmekten cekindiler Orada yıkılmak üzere bir duvar buldular ve hemen onu düzeltti. Dedi ki: 'İsteseydin onun karşılığında bir ücret alırdın.'
فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا
Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).
Kehf 18/78 Dedi ki: 'İşte bu benimle ,seni ayırır. Haklarında sabır gösteremediğin şeylerin tevîlini / olayların arkasında yatan gerçeği sana bildireceğim.
قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا
Kâle hâzâ firâku beynî ve beynike, se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’ aleyhi sabrâ(sabran)
Allah rasulunun mekkede elçilik görevi esnasında karşılaşabileceği zorluklara hazırlamaktadır.Bizde onun nasıl mücadele ettiği bakıp şahit model olarak bizide kapsamaktadır Rivayette buyurduğu gibi cennet zorluklarla cevrilmiş cehennemde arzularla O halde kuran'nın fıtratımıza tayin ettiği sabır ibadetini yerine getirebilmek için d,ikkat edeceğimiz konu şudur.İnsanlardan doğru davranış beklerseniz bilgilendirmeden istek bulunmayacağız bilgide ısrarcı kararlı olacağız .Bilgiyi iletmeden sorumluluk beklemeyeceğiz
Yani sorun çıktıktan sonra cözüme kavuşturmak değil. Sorun cıkmadan önce tedbir alabilmek için Allah bizi uyardığı bilgilere sımsıkı sarılmaktır
Hz Ömer Sabır, boyun eğmek değil, mücadele etmektir.
------------------------
İlk on bir âyette tam dokuz emir yer alıyor.
Bu sûrenin girişindeki emirleri sırasıyla sayarsak şöyledir:
Bu sûrenin girişindeki emirleri sırasıyla sayarsak şöyledir:
1- Gece kalk,(73 /1-2 )
2-Ağır ağır Kur’an oku,(73 /4)
3-Rabbini Adını an,(73 /8)
4- herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.,(73 /8)
5-O’nu kendine vekil edin (73 /9)
6-Müşriklerin söylediklerine sabret =diren, (73 /10)
7-Onlardan güzellikle uzaklaş,(73 /10)
8-Sonra o yalanlayanları bana bırak,(73 /11)
9-onlara biraz mühlet ver.(73 /11)
---------------
İNKARCILARA KARŞI TAVRIMIZ NASIL OLMALI ,
Müzemmil 73 /10: ve onlardan güzellikle ayrıl.
وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecran cemîlâ
Cemila güzellikle demektir
1-Hecr -hicret kelimesinin emir kalıbı.Hicret et ayrıl emri ayetlerdeki aldıkları kelime ve bağlamına göre anlam farklılıkları gösteren kelimelerden birisidir..
Bu ayette hicret kelimesinin emir kalıbı hecran cemila kelimesi ile olumlu gelmektedir.
HİCRET genel anlamı uzaklaşmak ,bırakıp gitmek olarak bilinir.
Bu kelimenin kullanımları ikiye ayrılır .
1- Hâcer'e hecr veya hecran kelime kalıbı ; güzellikle ayrılmayı , peygamberimizin müşrik inkarcılardan onlarla ilişkisi kes anlamında değildir.İnsanın bedenle, dille veya kalple başkalarından ayrılması anlamındadır.
2- utruk ,metruk uzaklaşıp terk etmek anlamındadır
Bu ayette tamamiyle terk et demek değildir. Cünki özelde elçiler ,genelde müminler dini tebliğde muhatabı onlar olduğu için iletişim devam etmelidir.Müşrik ve inkarcılardan uzaklaş emrinin hikmeti onların yaptıklarından uzaklaş emridir
Kur'anda Onların yaptıklarını terk ederken, onları alaya almak ,hakaret etmemek için konuşmayı öğütler .Güzel uzaklaşma, azarlama olmadan, sövme ve eziyet olmadan uzaklaşmadır
Kasas 28/55: Onlar Boş ve yararsız olan sözü işittiklerinde ondan yüz çevirirler ve: 'Bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz sizedir. Selamun aleykum.Biz cahilleri benimsemeyiz' derler.
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ
Ve izâ semiûllagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum selâmun aleykum lâ nebtegîl câhilîn
Yüce Allah onlara nasıl davranacağımız hakkında şöyle buyuruyor.
Furkan 25/63 Rahman'ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman selam» derler
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ
Olumsuz davranışları uygulamayı veya bu davranışları terk etmek içinde kendisine sıgınmamızı emreder
Araf 7/200. Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu semîun alîm
Nisa 4/63 Allah kalplerdekini bilir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında içlerine işleyecek tesirli sözler söyle
أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ
-------------
Bu kelimenin Fehcuruhunne kalıbı ayrılma ve uzaklaş emri boşanmamak için yapılan bir tedbir içindir. Birincisi Onlara sözün güzelini söyleyerek İkincisi güzel söz fayda vermiyorsa eşlerinin yataklarından bir sure uzaklaş anlamındadır
Nisa 4/34 Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.Bu, Allah'ın her birine diğerinden üstün özellikler vermesi ve erkeklerin mallarından ailesi için harcamaları sebebiyledir. İyi kadınlar, Allah’a itaat eden ve Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden= Nüşuz'undan korktuğunuz kadınlara gelince:Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın / güzel sözler söyleyin,ve Bunlar da fayda vermezse (hafifce dövün). (onları tutun.) Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.”
لرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا
Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ
---------------
Bu ayettede inkarcıların yaptıklarından uzaklaşma fiili olarak yüz cevir, ama ilişkiyi ıslah edici olmayı terk etme anlamındadır
Araf 7/199 Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
Huzil afve ve’mur bil urfi ve a’rıd anil câhilîn
---------------
Bu ayette ise uzaklaşma emri bütün cirkinlikleri terket maddi manevi Allah'ın pis dediği
şeylerden uzaklaşmak farz olan emirdir.
Müddesir 74/5 Pislikten kaçınıp uzaklaş.
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ
Ver rucze fehcur.
Ricz pislik iğrençlik ve kötülükten uzaklaşma anlamında maddi manevi pisliklerden uzak dur emridir kuranda ricz kelimesi azab bela felaket anlamına da gelir .Bu anlam kümelerinden seni azaba felakete sürükleyecek şeyleri terket
Peygamberimiz mekkeden medineye hicret etmeside kötülük ve çirkinliklerden uzaklaşmadır
Hicreti yolculuktan ayıran başka bir boyutu da onun ahlâkî oluşumudur. Nefis ülkesinden gönül ülkesine; kötü arzuların kol gezdiği ve bir zulüm ülkesi olan nefisten akıl ülkesine göç etmek de bir hicrettir. Şeytan zulmünün egemenliğinden Allah’a göç etmek de bir hicrettir. Şirkin ve inkârın zulmünden tevhit inancına geçmek de bir hicrettir.
Eğer ilişkiyi tamamen koparmak bağlamında olsaydı uhcur değilde ütruk terk et kullanılırdı
Bu ayette mehcur kalıbı kurandan hivcret ettiler tamamen anlamını terk ettiler
Furkan 25 /30 Elçi de: "Ya Rabbi, kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar" demiştir.
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا
Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ
--------------
Müzemmil 73 /11 :Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ
Bu ayetlerin muhatabı kureyşinin İnkarcı ehline
Vezerni: Bu kelime “bana bırak” demektir. Onlar Benim sözümü inkâr ediyorlar, sen Beni vekil edin onların hakkından gelmeyi de bana bırak”.
İnkarcıların hesaba cekmek bize aittir değildir Allah'a aittir
Onları cezalandırma işini Bana bırak.
Allah onlara ceza vermede yetkin ve yeterlidir.
Onlara biraz zaman ver. İçlerinden sana iman edecekler çıkacaktır.
Bu gün karşında duranlardan bazıları yarin ,seni en çok savunanlardan olacaktır.
Bu gün seni öldürmeye gelenler yarin seninle ölüme gideceklerdir.
Veya gündemini bunlarla meşgul etme, gündemin vahiy olsun.
Bu muhlet nedeni kur'an'nın eğitim metodu tebliğde aceleci olmamaktır
Allah gaybı bilendir.Kalplerin özünü bilir kimlerin dönüş yapacağınıda bilir
Rabbimiz Hz. Peygamber’imize ve tebliğ eden tüm muhattablarına onları Kendisine bırakmasını emrederek, Kur’an’ı yalanlayanları yavaş yavaş hiç bilemedikleri bir yerden azaba yaklaştırdığını haber vermektedir
Kalem 68/ 7 Elbette senin Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
İnne rabbeke huve a´lemu bimen dalle´an sebiylihi ve huve a´lemu bilmuhtediyne.
Tarık 86/17.Öyleyse o kafirlere mühlet ver, biraz daha süre tanı onlara!
فَمَهِّلِ الْكَافِرِينَ أَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًا
Fe mehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ
Kalem 68/ 44 Bu sözü yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.
فَذَرْنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ
Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzâl hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn
Kalem 68/ 45 Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu onların tuzağına karşı beklenmedik şekilde kötü sona yaklaştırırız.
وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
Ve umlî lehum, inne keydî metîn
Kur’an talebeleri, yapılan sataşma ve ithamlara karşı sabretmelidirler. Davet ettiği kimselerden ayrılırken onlarla tekrar görüşebileceklerini ve yüz yüze bakabileceklerini hesap etmeli, muhataplarının yanından onları darıltmadan, incitmeden ayrılmalıdırlar.
Kur’an talebeleri, zengin, şımarık, ahireti yalanlayan inkârcıların akıbetini Allah’a bırakmalı, onlara süre tanımalıdırlar. Yaptıkları davetin hemen olumlu sonuç vermesini, eğer vermediyse derhal cezalandırılmalarını beklememelidirler. Onlardan bazıları ya zaman içinde doğru yolu bulacaklar, ya da bu dünyada veya ahirette Allah tarafından cezalandırılacaklardır.
Ahirete iman etmeyenlerin karşılacağı elim azabın dört özelliği
ilk azab prangalar ve cayır cayır yanan bir ateş. boğazdan geçmez dikenli yemek var ve elemli bir azap
Yüce Allah o yalanlayanları bana bırak diyerek azab etme yetkisinin kendisine ait olduğunu hatırlatmaktadır
Müzemmil 73 /12 Çünkü Bizim yanımızda prangalar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır:
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ.
Müzemmil 73 /13 Ve boğazdan geçmeyen, yiyecek ile elemli bir azap vardır.
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ..
Enkâl: hayvanın bağı, geminin halatı nikl kelimesinden türeyen enkâl ;Suçluya vurulan ağır kelepçeler ,tomruklar çok fazla olduğu anlamına gelir. Bu kelime nekâl kelimesinin çoğuludur. Nekale ise aciz bırakan ,bir şey yapamayacak duruma gelen anlamına gelir.
Cahîm kalıbı da Cehennemin niteliklerini ifade eden“çok şiddetli yanan ateş, çok sıcak yer, yedi cehennemden biri” demektir.Kur’an’da 26 kez geçer. Cehennemin isimlerinden biridir.
Kuran'da bu kalıpta kullanılan
Cehennem ateş cukuru,
Cahıym: Kat kat yanan harlı ateş , alevi ve ısı derecesi yüksek ateş” anlamında
Nar için için yanan ateş
Sair çılgın bir ateş veya çıldırtan bir ateş..
Leza yüreklere işleyen ateş.
Sekar kavurucu ateş..
işte inkarcılar elçilerini ve müslümanlara koydukları amborgo prangalar yüreklere işleyen eziyetleri ne yaptılarsa karşılarında bulacağı gündür. Bu ceza, müslümanların dünyadayken ruhuna ve aklına vurduğu prangaların ve çektirdiği eziyetin ahiretteki sonucudur.
Boğazdan geçmez dikenli yemek ve elemli bir azap var
Allah rasulu ne zaman bu ayeti okusa kendinden geçermiş.
Ğussah: Boğazı tıkayan şey. Ne yutulur ne çıkartılabilir. İbn Abbas bu kelimeyi “irin, diken ve zakkum” olarak tarif etmektedir. Zâ ğussa ifadesi, zaten boğaza takılıp kalan diken gibi, boğaza giren, ancak aşağı geçmediği gibi geri de çıkarılamayan yiyecek.Bu yiyecek nasıl bir şey olduğunu Allah bildirmiştir.
Ğaşiye 88/6.Onlara, darî =acı ve kötü kokulu bir kuru dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.
لَّيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٍ
Leyse lehum taâmun illâ min darîın.
Ğaşiye 88/ 7 Ne besler ne açlıktan kurtarır
لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِي مِن جُوعٍ
Lâ yusminu ve lâ yugnî min cûın.
Darî’:Arapça da değersiz ot ve diken” için bu kelime kullanılmaktadır (Rağıb).Bu bitki hakkında şu bilgiler verilmektedir: Bu, Mekke yolunda ve Yemen’de biten yere bitişik dikenli bir bitki olup, taze olması halinde Kureyşliler buna şibrik derler. Kuruduğu vakit; darî' adını alır. Hiçbir hayvan ve davar ona yaklaşıp, onu yemez. Öldürücü bir zehirdir. En kötü ve en berbat bir yiyeceği bilenenden örnekleme denmiştir
Cehennem menusu ziyafeti hakkında rabbimiz önceden uyarıyor ki öğütleri kulak vereip teslim olalım
Sad 38/ 57 İşte bu; hamîm =kaynar su ve gassak= irindir. Onu tatsınlar.
هَذَا فَلْيَذُوقُوهُ حَمِيمٌ وَغَسَّاقٌ
Hâzâ felyezûkûhu hamîmun ve gassâk.
Hakka 69/36 “Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.
وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ
Ve lâ taâmun illâ min gıslîn
Nebe 78/25 Sadece bir hamîm ve bir gassak
إِلَّا حَمِيمًا وَغَسَّاقًا
İllâ hamîmen ve gassâkâ
Gassâk: Soğuk zemheri ve iğrenç kokulu azab.“Dünyada benzeri olmayan azaplardır.
Hamim, sıcağı ile yakan; gassâk ise soğuğu ile yakan şey" denilmiştir. Dil uzmanı Ezherî, "Gâsik, zemheri en şiddetli soğuk manasınadır. Bundan ötürü, geceye, gündüzden daha soğuk olduğu için, gâsik denilmiştir"Yandıklarında serinlik istediklerinde soğuk bile yakıcı
Saffat 37/64 O cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ
İnnehâ şeceratun tahrucu fî aslil cahîm
Saffat 37/65 Meyveleri şeytanların başı gibi.
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ
Tal’uhâ ke ennehu ruûsuş şeyâtîn
Saffat 37/66 Muhakkak ki ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
Fe innehum le âkilûne minhâ fe mâliûne minhâl butûn
Saffat 37/67 Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan= hamim'den karışık bir içecek vardır.
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ
Summe inne lehum aleyhâ le şevben min hamîm
Saffat 37/68 Sonra onların dönüşleri kesinlikle cahîme=alevli ateşe olacaktır
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ
Summe inne merciahum le ilâl cahîm
Saffat 37/69 Çünkü onlar babalarını dalâlette buldular.
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ
İnnehum elfev âbâehum dâllîne.
Saffat 37/70 Kendileri de, onların izleri üzerinde koşuyorlar
فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
Fe hum alâ âsârihim yuhraûn
Duhan 44/43 Muhakkak ki Zakkum ağacı,
إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ
İnne şeceratez zakkûm
Duhan 44/44 Günaha dalanların /Esim'lerin yemeğidir.
طَعَامُ الْأَثِيمِ
Taâmul esîm
Duhan 44/45 Erimiş maden gibi. Karınlarında kaynar.
كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ
Kel muhli, yaglî fîl butûn
Duhan 44/46 Hamim =Kaynar su gibi.
كَغَلْيِ الْحَمِيمِ
Ke galyil hamîm
Duhan 44/47 'Onu tutun, cahim'in ortasına sürükleyin.
خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَى سَوَاء الْجَحِيمِ
Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm
Duhan 44/48 “Sonra başının üstüne hamim azabından dökün.”
ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ
Summe subbû fevka ra’sihî min azâbil hamîm
Duhan 44/49 Deyin ki :Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, çok değerliydin ?”
ذُقْ إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ
Zuk, inneke entel azîzul kerîm
Duhan 44/50 “İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!”
إِنَّ هَذَا مَا كُنتُم بِهِ تَمْتَرُونَ
İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn
Vakıa 56/51 Sonra siz, ey dalâlette olan yalanlayıcılar!
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ
Summe innekum eyyuhâd dâllûnel mukezzibûn
Vakıa 56/52 Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.
لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ
Le âkilûne min şecerin min zakkumin.
Vakıa 56/53 Karınlarınızı onunla doldurursunuz,
فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
Fe mâliûne minhâl butûn
Vakıa 56/54 Üstüne de Hamim =kaynar su içeceksiniz.
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ
Fe şâribûne aleyhi minel hamîm
Vakıa 56/55 Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ
Fe şâribûne şurbel hîm
Vakıa 56/56 İşte budur., onların din gününde sunulacak ziyafet
هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ
Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn
Zakkûm: Arapça bir kelimedir. manasının kötü olduğunu gösterir. Çünkü za ve kâf harfleri, sadece manasız ve kötü şeyleri ifade için kullanılır.Tadca acı, dokunma açısından sıcak ve yakıcı, koku bakımından pis, görünüş bakımından ise simsiyah olup, yenilmesi zor, yutulmas güç ve zorlu yedirilen nitelikte olduğu ifade eder Bizim dilimizde de zıkkım” aslında zakkumun ta kendisi. Çok zehirli bir bitki olan zakkum, eski çağlarda kuvvetli bir zehir olarak da kullanılıyordu
Elem verici azap ise rabbimizin bize bildirdiği azab çeşitlerinin sadece gıda olarak değil azabın derecesini ,şiddetini şeklini anlatırken yaşattıkları akibeti uğratacak azap çeşitleri olduğunu hatırlatır. Yemekten veya uykudan kesilme anlamına gelir. Azeber-raculu: adam yemek ve uykudan kesildi demektir. Bu anlamda te’zib: insanı aç ve uykusuz kalmaya zorlamak demektir.
Tatlı ve hoş kökünden geldiği söylenir.
Ayrıca bu kökten; Çok susuz kalmak, terk etmek, vaz geçmek, alıkoymak, engellemek, tatlı olmak, tat vermek, mest etmek, zevk vermek, çile çektirmek, işkence yapmak, eziyet vermek, ceza görmek gibi anlamlara gelen fiiller ve maddi manevi azap, işkence, tatlı, hoş, lezzetli, acı, işkenceci, çile çektiren, azap veren, çileli, işkenceli gibi isimler türemiştir.
Elem: Aşırı acı demektir. Türkçemize geçen bir kelimedir. Kur’an’da bu kökten türemiş 75 kelime bulunmaktadır. Fiil olarak; acıtmak, acı duymak, ağrımak, üzüntü vermek, üzüntü duymak anlamlarında kelimeler türeyen bu kökten, acı, elem, keder, ağrı, acı verici, elem verici anlamlarında isimler türemiştir. Azabun elim: çok acı veren azab demektir. Azab, elem kelimesinden daha özel bir anlam taşır. Çünkü azab, “sürekli elem” demektir. Nitekim sivrisinek ısırması bir azab olmadığı halde bir elemdir. Şayet bu durum gece boyu devam ederse azaba dönüşür. Bundan dolayı her azab bir elemdir. Her elem bir azab değildir. Râzî’nin de dediği gibi, bu ifade biçimi, elem verici azabın sözü edilenlerden daha şiddetli olduğunu da belirtmektedir.
Hasan Basri bir gün oruçlu iken iftar edeceği sırada kendisine bir yemek getirilmiştir. Tam o anda bu âyet aklına geliverdi, “yemeği kaldırın” dedi. İkinci akşam konuldu, yine hatırana geldi, yine “kaldırın” dedi. Dostları ancak üç gün sonra bir şeyler yedirmişti.
Dünya hayatında helal-haram demeden beslenenler, ahirette güzel ve iyi bir şekilde beslenemeyeceklerini bilmelidirler.
--------------------------
Kıyametin şiddeti dehşeti ile yeryüzü ve dağlar sarsılacağını
ve olacakları carpıcı bir şekilde açıklamaktadır.Müzemmil 73 /14 ayette sura ilk üfürüş ,ikinci üfürüş mahşerdeki diriltme işlemi için gerçekleştirilecektir
Müzemmil 73 /14 O gün yer ve dağlar sarsılacak, sonra dağlar da erimiş bir kum yığınına dönecektir .
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ
Kıyamet sahneleri, insanları etkileyici bir üslupla ve yoğun biçimde tekrarlanmıştır. Bundan maksat, dünyacı değerlere tutsak olmuş inatçı ve inkârcı kişileri, psikolojik açıdan çözüp uyarmak; onların, dünya gerçeğini doğru anlamalarını ve hayatı doğru yaşamalarını sağlamaktır. Çünkü ölüm mutlak bir yok oluş değil, tam aksine yeni bir hayata yeniden doğuştur.
Recf: Şiddetli sarsıntı deprem demektir.
Kesib: Bir araya toplanmış demek Ayakla bastığında, ayağın altından kayan, altını aldığında akıp dökülen kum anlamına gelir..
Kıyamet kelime anlamı kökünde kalkmak vardır. yevm kelimesiyle kullanıldığında tekrar diriltileceğin kaldırılacağın saat o gün ,kıyamet günü ismi
Kıyamet gününde yeryüzünün nasıl bir hâl alacağı Kur’an’da pek çok yerde tarif edilmiş ve Rabbimiz o gün kendi güç ve iradesiyle yapacaklarını değişik yönleriyle açıklamıştır.
Hakka 69/13 Artık sur'a tek bir üfleyişle üflendiği zaman.
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ
Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdetun
Hakka 69/14 Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağan edildiği zaman
وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً
Ve humiletil ardu vel cibâlu fe dukketâ dekketen vâhıdeten,
Mearic 70/9 Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ
Ve tekûnul cibâlu kel ıhni.
Naziat 79/6 O sarsıntının sarsacağı gün.
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ
Yevme tercufur râcifetu.
Nebe 78/20 Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا
Ve suyyiratil cibâlu fe kânet serâbâ
Tekvîr 81 / 3 Dağlar sallanıp yürütüldüğünde,
وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ
Ve izâl cibâlu suyyirat.
Mürselat 77/10 Ve o dağlar savurulduğu zaman,
وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ
Ve izâl cibâlu nusifet.
Vakıa 56/4 Yer şiddetle sarsıldığı.
إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا
İzâ ruccetil ardu reccâ
Vakıa 56/5 Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا
Ve bussetil cibâlu bessâ
Bess: Un gibi öğülmek ufalanmak anlamında kullanılır
Vakıa 56/6 Dağılıp toz duman = hebâ haline geldiği,
فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا
Fe kânet hebâen munbessâ
İnşikak 84 / 3 Ve yeryüzü dümdüz hale getirildiğinde,
وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ
Ve izel´ardu muddet.
Tur 52/9 O gün gök, bir sarsıntı ile sarsılacak.
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاء مَوْرًا
Yevme temûrus semâu mevran.
Tur 52/10 Dağlar da bir yürüyüş yürür.
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا
Ve tesîrul cibâlu seyrâ
Kehf 18 /47 O gün dağları yürütürüz, yeri dümdüz görürsün, onların hepsini haşredip bir yere toplarız ve onların hiçbirini bırakmayız.
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا
Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terâl arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ(ehaden).
İbrahim 14/ 48 Yerin başka bir yere, göklerin de dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkacaklardır.
يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Yevme tubeddelul ardu gayral ardı ves semâvâtu ve berazû lillâhil vâhıdil kahhâr(kahhâri).
İbrahim 14/ 49 O gün, mucrim/suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الأَصْفَادِ
Ve terel mucrimîne yevme izin mukarranîne fîl asfâd(asfâdi).
----------------------
11- ayetten itibaren inkarcılara vereceği cezalar kimilerine göre çok uzak görünsede Kişinin ölmesi ile kıyameti olunca azabında çok uzak olmadığını anlıyoruz
Rabbimiz kendilerine onca nimet verdiği o yalanlayıcıları, kıyametin dehşetleriyle korkutunca,
Müzemmil 73 /11 Nimet içinde yüzen o yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
وَذَرْنِي وَالْمُكَذِّبِينَ أُولِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيلًا
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ
Müzemmil 73 /12 Çünkü Bizim yanımızda prangalar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır:
إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا
İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ
Müzemmil 73 /13 Ve boğazdan geçmeyen, yiyecek ile elemli bir azap vardır.
وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا
Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ
Müzemmil 73 /14 O gün yer ve dağlar sarsılacak, sonra dağlar da erimiş bir kum yığınına dönecektir.
يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا
Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ
Kalem 68/ 33 İşte böyledir azap. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, fakat bilselerdi!
كَذَلِكَ الْعَذَابُ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn
-------------------------
Müzemmil 73 /15 Haberiniz olsun Biz size üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik, tıpkı Firavun'a elçi gönderdiğimiz gibi;
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne resûlâ
Resul: Bu kelime “risl” kökünden türemiştir. “Risl” sözlükte; yerine getirmek üzere gitmek, yumuşaklık ve kolaylık üzere göndermek demektir. “Resul“, hem gönderilen mesaj, hem de mesaj yüklenip götüren anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da daha çok ikinci anlamda geçmektedir.
Nebi ancak mucize sahibi olur. Oysa resul, Allah’tan başkasının elçisi de olabilir; dolayısıyla mucize sahibi olmayı gerektirmez. Nübüvvet, elçilik görevinin daha çok Allah’a bakan yönünü, risalet ise ümmete bakan yönünü ifade ediyor diyebiliriz. Nebîlik unvandır; onlar 24 saat nebîdirler; ama 24 saat resul değillerdir. Âyetleri tebliğ ederken Allah ne indirmişse onu tebliğ eder, bir hata yapmazlar. Ama onlardan hüküm çıkarırken ve uygularken hata edebilirler. Çünkü uygulama, tebliğden farklıdır. Onların hatalarını bildiren âyetlerde resul kelimesi kullanılmaz.
Allah insanlar arasından bazılarını seçer ve onları özel bir görevle gönderir.
Bu gönderme işine “irsal“,
gönderilen elçiye “resul“,
resullerin görevlerine de “risâlet” denir.
“Risl” bazen de yumuşaklık mânasına gelir. “Naka risl”, güdülmesi kolay deve ve “İbil merasil“, kolayca yürütülen develer anlamındadır. Ragıp’ta bu kelimenin aslının teenni ile hareket etmek olduğunu söyler. Bütün bunlar hem elçinin yumuşak olmasına hem de elçinin işinin kolaylaştırma olduğunu ortaya koyar. Türkçede ise, Farsçadan gelen “peygamber” kelimesi daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Buruc 85/9 O ki, El-Mülk göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O'nundur ve Allah,Eş-Şahit her şeye tanıktır ve her şeyin yanında hazırdır
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd
Şâhidin :Şahitlik eden.Bir şeyi görüp ona tanık olan
Meşhûdin:Şahitlik edilen. Tanıklık edilen demektir.
Sâdece tanıklar değil ,sanıklar da şahit ,Mağdurlar değil suçlularda Yani kendi kendilerine şahit olacaklar. Eleri, ayakları kendilerine şahitlik yapacaklardır
.O Gün başa gelebilecek azaptan korkanlar için apaçık bir ders, bir uyarı vardır; o Gün ki, bütün insanlık için bir toplanma, bir araya gelme Gün’ü olacaktır; o Gün ki, her şeyin apaçık ortaya serildiği Gün olacaktır.
Burada sözü edilen şahitlik, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e yaptığı veya yapmakta olduğu ya da yapacağı eziyetlerle ilgilidir. Yapılan eziyetler mahşerde yeniden hatırlatılarak, hak ettikleri cezalar inkârcı muhataplara verilecektir. Veya Hz. Peygamber’in şahitliği İlahi mahkemedeki rolü ile ilgilidir. Elbette Hz. Peygamber’in şahitliği onun “en güzel örnek” oluşunu da ifade eder.
Ahzâb 33/21 Şüphesiz, sizden Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için, Allah'ın elçisi'nde , güzel bir örnek vardır
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıra ve zekerallâhe kesîrâ(kesîran).
Hac 22/ 78 Allah yolunda hakkıyla mücadele edin. Size fırsat veren O’dur. Bu dinde size bir güçlük yüklememiştir.Atanız İbrahim’in dinine uyun. Allah size daha önce ‘Müslüman /teslim olan’ adını verdi. Bu kitapta da bu adı verdi ki elçimiz size şahit/örnek olsun. Siz de insanlara şahit /örnek olasınız. Namazı tam kılın, zekâtı verin ve Allah’a sıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel ne hayırlı yardımcıdır!
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Ve câhidû fîllâhi hakka cihâdihî, huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fîd dîni min haracin, millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmâkumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alân nâsi, fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâhi, huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Bakara 2/143 Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Elçi de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Elçiye uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık.. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Elbette Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu, Allah Rauf'ur Rahim - insanlara çok şefkatli ikramı bol ,çokta merhametli olan rahim dir.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun).
Ahkaf 46/8 Yoksa, “Onu uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah’tan gelecek olana karşı siz benim için hiçbir şey yapamazsınız. O, sizin,ne taşkınlıklar yaptığınızı daha iyi bilir Benimle sizin aranızda şâhit olarak O yeter! O'dur ,gafur suçları örten, çok bağışlayan, O'dur ,Rahim ikramı bol, çok merhamet eden.”
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ كَفَى بِهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Em yekûlûnefterâhu, kul inifteraytuhu fe lâ temlikûne lî minallahi şey’â(şey’en), huve a’lemu bi mâ tufîdûne fîhi, kefâ bihî şehîden beynî ve beynekum ve huvel gafûrur rahîm
Zımnen: Bir mahkeme var. Mahkemenin hâkimi Allah’tır. Zamanı ve yeri ahiret. Sanık inkâr edenler. Buraya bir şahit lazımdır. İşte peygamberi Allah şahitlik yapması için gönderiyor. Allah resulü veda hutbesinde yüz binden fazla sahabiye size tebliğ ettim mi diye soruyor. Hep bir ağızdan evet sesi gelince nebi şahadet parmağını havaya kaldırarak üç defa Allah’ım şahid ol demiştir. Yani kalabalığı kendisine şahid tutuyor.
---------
15- 19 müzemmil
Müzemmil 73 /15 Haberiniz olsun Biz size üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik, tıpkı Firavun'a elçi gönderdiğimiz gibi;
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne resûlâ
Müzemmil 73 /16 Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.
فَعَصَى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ
------------
Hârûn, Hz. Mûsâ ile birlikte Firavun'u ve adamlarını hak dîne inanmaya dâvet ettile
Müzzemmil Suresinde ilk kez Firavun’a dikkat çekilmiştir.
Hz. Peygamber, kıssalarda adı geçen karakterleri, dönemindeki bazı insanlarla özdeşleştirmiştir.
Meselâ Ebu Cehil’i Firavunla;
Hz. Ali’yi Hz. Harun’a
Hz. Peygamber, Bedir Gazvesi’nde Ebu Cehil’in cansız bedenini görünce Allah’a hamd etmiş ve onun “bu ümmetin firavunu” olduğunu ifade etmiştir.
Yine o, Bedir Gazvesi’nin hemen öncesinde, müşrikler için beddua ederken şöyle demiştir: “Allah’ım! Bu ümmetin firavunu olan Ebu Cehil’in bu savaştan sağ çıkmasına fırsat verme!”.
Neml 27/93 De ki :Her şeyi güzel yapan el-Hamid olan Allah'a aittir O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve kulil hamdü lillahi seyüriküm ayatihı fe ta´rifuneha ve ma rabbüke bi ğafilin amma ta´melun
Fussilet 41/53 Onlara, çevrelerinde ve kendilerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, ki böylece onun hak /doğru olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?
سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakku, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd
Kur'an'a Kıssaların Hikmeti
Kıssalarda Allah'ın ayetlerinden dir
Yusuf 12/3 Biz bu Kur'an'ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarmaktayız,.Oysa sen, daha önce bundan haberi olmayanlardandın.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ
Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzâl kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn
Yüce Allah mesajlarını insanlığa geçmişten yaşanan olayların bir benzeri olan bu gune dair tüm insanlığa mesajlarıdır
İsra 17/89 Yemin olsun ki biz bu Kur'ân'da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا
Ve lekad sarrafnâ lin nâsi fî hâzâl kur’âni min kulli meselin fe ebâ ekserun nâsi illâ kufûrâ
Kehf 18/ 54 Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali, değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
Ve lekad sarrafnâ fî hâzâl kur'âni lin nâsi min kulli meselin, ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ
Kur'an bize kainat kitabını ,insan kitabını ,hadise ve olaylar kıssa ayetleri ibretlik mesajlar verir .kuran'nın yarısından fazlası da kıssalar kapsamaktadır.
Biraz kıssa kelimesinin etimolojik kök anlamıyla başlayalım .Kök harfleri kss anlatmak ve haber vermek anlamına gelen bu kelimenin , olaylar ,anlatılan haber,anlatan kişi, iz bırakan yada izi üzere gitmek gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir
Ku'ran'da bu kelimenin kullanımları ile hangi bağlamda kullanıldığı inceleyelim
Fiil olarak kassa↔ anlattı anlamında kullanımları ..
Kasas 28/ 25 Çok geçmeden, o ikisinden biri, haya ile ona geldi. "Babam, bizim için sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip () kasas’ı ↔başından geçenleri anlattı. Kendisine kasasa /anlatınca O "dedi ki: "Korkma" "Zalimler topluluğundan kurtuldun."
فَجَاءتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاء قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا فَلَمَّا جَاءهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Fe câethu ıhdâhumâ temşî alâstihyâin, kâlet inne ebî yed’ûke li yecziyeke ecra mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhil kasasa kâle lâ tehaf, necevte minel kavmiz zâlimîn
mâ kasasnâ ↔ Sana anlattığımız
Nahl 16/118 Yahudilere de daha önce mâ kasasnâ↔sana anlattıklarımızı haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, ama onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Ve alâllezîne hâdû harramnâ mâ kasasnâ aleyke min kablu, ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
kasasnâhum ↔ sana anlattığımız,
lem naksushum ↔ kıssa etmediğimiz ↔ anlatmadığımız
Nisa 4/164 Daha önce kasasnâhum ↔ kıssalarını sana anlattığımız elçiler de gönderdik. Anlatmadığımız nice de elçiler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyke. Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ
Mü'min 40/78 Andolsun senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan bazılarını sana ,kasasnâ ↔anlattık bazılarını ise lem naksus↔anlatmadık Allah'ın izni olmadan hiçbir elçi mucize getiremez.Allah'ın emri geldiğinde hak ile hükmedilir .Ve bâtılı dalanlar ise orada hüsran uğramışlardır.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyke, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâhi, fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasira hunâlikel mubtılûn
Emir kalıbı ve nehy kalıbı
Anlat anlatma
Araf 7/176 Dileseydik ↔zorlasaydık o ayetlerle onu yüceltirdik. Ama o yere çakılı kaldı, arzularına uydu. Onun durumu susamış köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtarak solur, bırakıp gitsen de ..Âyetlerimizi yalanlayan toplumun mesel ↔örneği işte budur. Bu örneği ↔ faksusil kasasa ↔anlat ki, düşünsünler.
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Ve lev şi’nâ le rafa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilâl ardı vettebea hevâhu, fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusil kasasa leallehum yetefekkerûn
lâ taksus
Yusuf 12/5 Şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine lâ taksus↔ anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn
isim olarak
Âl-i İmrân 3/ 62 Şüphesiz bu, gerçek bir olayın, kasasul ↔haberidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah,el aziz üstün ve güçlü el hakim, hüküm ve hikmet sahibidir.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ اللّهُ وَإِنَّ اللّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(hakku), ve mâ min ilâhin illâllâh(illâllâhu), ve innellâhe le huvel azîzul hakîm
Yekussu ↔ Onlar anlatıyor,anlatırlar
En’âm, 6/130 “Ey cin ve insan topluluğu! Sizden olan kimseler size elçi olarak gelmediler mi? Onlar size ayetlerimi yakussûne↔ anlatıyor ve bugün karşınıza çıkan şeyler konusunda sizi uyarıyorlardı değil mi?” Diyecekler ki, “Aleyhimize de olsa biz buna şahidiz.” Dünya yaşayışı onları pek aldatmıştı. Böylelikle kendilerinin kâfirliklerine bizzat şahitlik ettiler.”
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالإِنسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُواْ شَهِدْنَا عَلَى أَنفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَافِرِينَ
Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrathumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn
nekussanne ↔olan biten herşeyi bir bilgi ile anlatacağız
Araf 7/7 Ve elbette onlara, nekussanne ↔olan biten herşeyi bir bilgi ile anlatacağız; çünkü biz onlardan gaibler ↔ uzakta olan habersizler değiliz.
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِم بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ
Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ gâibîn
isim olarak
bir olayın, kasasul ↔haberidir.
Âl-i İmrân 3/ 62 Şüphesiz bu, gerçek bir olayın, kasasul ↔haberidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah,el aziz üstün ve güçlü el hakim, doğru kararlar veren ,hüküm ve hikmet sahibidir.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ اللّهُ وَإِنَّ اللّهَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(hakku), ve mâ min ilâhin illâllâh(illâllâhu), ve innellâhe le huvel azîzul hakîm
Yusuf 12/3 Biz bu Kur'an'ı sana vahyetmemizle, ahsenel kasas ↔ en güzel kıssaları ,gerçek bir haber ↔ nakussu olarak ,sana aktarmaktayız,.Oysa sen, daha önce bundan haberi olmayanlardandın.
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ
Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzâl kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn
izini takip etmek anlamında
Kehf 18/64 Dedi ki:“''İşte bizim aradığımız da buydu' dedi. Böylece kasasâ↔izlerini takib ederek geri döndüler.
قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا
Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ(kasasan).
------------------------------
MÜZEMMİL 15-
Müzemmil 73 /15 Haberiniz olsun Biz size üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik, tıpkı Firavun'a elçi gönderdiğimiz gibi;
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ fir'avne resûlâ
Surenin bu ayetlere kadar ki bölümlerde inkarcı müşriklerle ilişkisinin nasıl olacağını bildirmişti.Hz muhammed aleyhisselama inkarcılara karşı hazırladığı azab türleri hakkında bilgi verildi hemen arkasından kıyamette ve mahşerde etkileyici olayları adeta gözler önününe serildi. Allaha karşı görev ve sorumlullukları hatırlatıldı.
Müzemmil 73 /16 Firavun o elçiye isyan etmişti.
‘Asâ, isyan: Baş kaldırdı boyun eğmez oldu. Sopa mânasına gelen “’asa” kelimesi de buradan gelir. Bu sözün asıl anlamı kişinin asasıyla kendini savunmasıdır.(Rağıb)
Her isyan edenin bir asası yani dayandığı bir güç var. Firavun ordusuna ve gücüne dayanarak Allahın elçisine karşı geliyordu. Fakat bu dayanağı kendisini kurtarmaya yetmedi. Âyet “Bizde onu belalı bir yakalayışla yakaladık” diyor.
Hz musa ya inanmayan biri hz muhammede inanmayan birinden hiç farkı yoktur
AYETTE PEYGAMBERİN İSMİ DEĞİLDE RASUL KELİMESİ GEÇİYOR MESAJ EVRENSELDİR
peygambere itaat Allah'a itaattir.Peygambere isyanda Allah'a isyandır
Nisa 4/ 80 Bu Elçi’ye itaat eden, Allah'a itaat etmis olur. Kim yuz cevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi olasın diye elçi gondermedik.
مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ
1-Bundan sonraki bölümde bu kıssaları en carpıcı örneği musa ve firavun kıssasındaki Hz musa firavunun hanedanına Allah'ın izni ile gözetimde büyümüş ve yetişkin çağına geldiğinde tüm zenginliğinin içinde olup gözde güvenilir çok iyi bildiği Hz musa aleyhisselam ALLAH tarafından seçildi nebi rasul olarak görevlendirilince firavun onu kendisine düşman edindi.
Aynı şekilde mekkelilerde içlerinde büyümüş muhammed aleyhisselamda güvenilir emin konuma sahipken düşman kesildiler hem kendisine hem ailesine hemde islama girmiş sahabilieriyle eziyet zulum biri kıssa iken diğeri ise bu Allah'a iman eden ümmedin başına gelebilecek evrensel olarak ibret vesikası olarak müminleri motive etmektedir
3-Kıssanın bir anlamında izinden gitmektedir.Firavunlaşmışların izinden gidenler akibetleri ve hz musanın izinden gidenlerin hem dünyada hem ahirette mutluluk hemde ALLAHın rızası ve vaad ettiği cennet ödülleriyle cehennemden uzak eyleyecektir.Bu durumda müminleri ve kıyamete kadar tüm iman edenlere motive eden inkarcılarında mahşerde bahanelerin arkasına sıgınamıyacakları günden korkutup uyarmak
4-kıyamete kadar tüm iman edenlere, karşınıza firavunlar cıkacak eziyetlerine karşı ,bu haberleri aktarak hazırlıklı olmamız öğüt verilmek istenmektedir
---------------------
Müzemmil 73 /16 Biz de onu kahredici bir yakalayışla yakaladık.
فَعَصَى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا
fe ehaznâhu ahzen vebîlâ
Allah firavunu hem dünyada hem ahirette feci akibeti benzer şekilde mekkelileride ve bu zihniyetin sahiplerinide beklediği haber vermektedir.
Araf 7/130 Andolsun biz, Firavun ailesini, tezekkür etsinler diye yıllarca süren ,kıtlık ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık.
وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bis sinîne ve naksın mines semerâti leallehum yezzekkerûn
Naziat 79/25 Allah onu, ibret verici şekilde sonun ve ilkin =dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى
Fe ehazehullâhu nekâlel âhırati vel ûlâ.
Arâf, 7/137 Hor görülüp ezilen topluluğu da, içini bereketlerle doldurduğumuz o toprakların doğu ve batısına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrâiloğulları'na verdiği güzel söz,va’di,sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını, yapıp yükselttiklerini yerle bir ettik.
وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُواْ يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي إِسْرَآئِيلَ بِمَا صَبَرُواْ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُواْ يَعْرِشُونَ
Ve evresnâl kavmellezîne kânû yustad’afûne meşârikal ardı ve megâribehâlletî bâraknâ fîhâ, ve temmet kelimetu rabbikel husnâ alâ benî isrâîle bi mâ saberû, ve demmernâ mâ kâne yasnau fir’avnu ve kavmuhu ve mâ kânû ya’rişûn
Arâf, 7/133 Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. Hiçbirinden ders almadılar. Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ
Fe erselnâ aleyhimut tûfâne vel cerâde vel kummele ved dafâdia ved deme âyâtin mufassalâtin festekberû ve kânû kavmen mucrimîn
Firavun dünya hayatında köleleştirdiği insanlara ALAHIN YARDIMIYLA iktidarını kaptırmasıyla ve en şiddetli ATEŞ azabla cezanlandırıldığı
Mü'min 40/46 O, ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.
النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
En nâru yu’radûne aleyhâ guduvven ve aşiyyen ve yevme tekûmus sâatu, edhılû âle firavne eşeddel azâb
kıyamet gününde taraflarının önüne düşüp ateşe sürekleyecektir
Hud 11/ 97 Firavun'a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya götürücü /irşad edici değildi.
إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاتَّبَعُواْ أَمْرَ فِرْعَوْنَ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيدٍ
İlâ fir’avne ve melâihî fettebeû emre fir’avn(fir’avne), ve mâ emru fir’avne bi reşîd
Hud 11/ 98 O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ
Yakdumu kavmehu yevmel kıyâmeti fe evredehumun nâr(nâre), ve bi’sel virdul mevrûd
KİNAYE olarak Ey Kureyş topluluğu! Siz nasıl Muhammed’e isyan edip onun risaletini yalanlamışsanız, Firavun da Musa’yı yalanlamış, ona iman etmemiş ve emrine karşı çıkmıştı. Biz de onu ve ordusunu suda boğmak suretiyle şiddetli ve korkunç bir şekilde azap ettik, cezaya çarptırdık. Siz de onun durumuna düşmeyin. Yoksa siz de aynı cezaya çarptırılırsınız.
------------------
Müzemmil 73 /17 Peki inkâr ederseniz, çocukları ihtiyarlatacak o günden (kıyamet gününden) kendinizi nasıl kurtaracaksınız?
فَكَيْفَ تَتَّقُونَ إِن كَفَرْتُمْ يَوْمًا يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ شِيبًا
Fe keyfe tettekûne in kefertum yevmen yec’alul vildâne şîbâ
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın sözü kesinlikle gerçekleşmiştir.
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
Müzemmil 73 /19 İşte bu bir tezkire ,öğüttür, artık dileyen rabbına bir yol tutar
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkiratun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
Keyfe: Bir soru edatıdır. Fakat diğer soru edatların farkı azar ve uyarı için gelir. Kıyameti ve dolayısıyla mahşeri inkâr edenlerin o günün dehşetinden korunamayacakları kendilerine hatırlatılmakta, söz konusu edat ile inkârcılar kınanıp ayıplanmaktadırlar.
Tettekûne: Bu fiil Kur’an’da “duyarlı olmak, sorumluluğunu bilmek, sorumlu davranmak” takva kelimesin bu ayette korunmak anlamında kullanılmaktadır.
Arap dilinde daha önce kullanıldığına şahit olunmamış edebi ve mecazi bir ifade. Son saatin dehşetini anlatan bir benzetme olduğu açıktır. Çünkü Kur’an öğretilerine göre çocuklar sorumlu değildir; meselenin şiddeti onları hedef almamalıdır. “Nasıl korunacaklar?” sorusunda da muhatapların çocuklar olmadığı açıktır.
BU AYETLER KIYAMETİN DEHŞETİNİ ŞİİDDETİNİ ORTAYA KOYMAK İÇİN TEŞBİHDİR
Hac 22/ 1 Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun.Şüphe yok ki, O saatin sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ
Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekum, inne zelzeletes sâati şey’un azîm(azîmun).
Hac 22/ 2 Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiğinden geçer ve her gebe kadın yükünü düşürür. İnsanları sarhoş görürsün. Oysa onlar sarhoş değildirler ve Lakin Allah'ın azabı şiddetlidir.
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُم بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ
Yevme terevnehâ tezhelu kullu murdıatin ammâ erdaat ve tedau kullu zâti hamlin hamlehâ ve terân nâse sukârâ ve mâ hum bi sukârâ ve lâkinne azâballâhi şedîd(şedîdun).
Neml 27/87 Sur'a üflendiği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yeryüzünde kim varsa korkuya kapılır. Hepsi boyun bükmüş olarak O'na gelirler.
وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ
Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), ve kullun etevhu dâhırîn
Zümer 39 /68 Ve Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerde ve yerde olanlar herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar ayağa kalkmış bakınırlar.
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn
İbrahim 14 /42 Ve Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gâfilen /habersiz sanma ! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.
وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’meluz zâlimûn(zâlimûne), innemâ yuahhıruhum li yevmin teşhasu fîhil ebsâr(ebsâru).
İbrahim 14 /43 Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp çevrilmez. Ve onların kalpleri bomboş koşup dururlar.
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاء
Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum hevâun.
------------------------
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ,
Sema: Bu kelime ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki es-sümüvv kelimesinin türevlerindendir. Her yüksek ve yüce şeye es-sema denilir.
Gökyüzüne sema denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda olmasındandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de sema denilir. Ayakkabının üstü sema’dır; evin tavanı da sema’dır. Hayvanın üst tarafına “sema” alt tarafına “ard” denmektedir. Demek ki “sema” demek bizim üst tarafımız, “ard” da bizim alt tarafımızdır. İşte sonra bulutların olduğu yere “sema” dediler. Yıldızların kaydığı yere “sema” dediler. Sabah aydınlığının olduğu yere “sema” dediler. Ayın olduğu yere “sema” dediler. Güneşin olduğu yere “sema” dediler. Yıldızların olduğu yere “sema” dediler. Tüm uzaya “sema” dediler.
Münfatir Bu kelime içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarıp açmak, meydana getirmek yaratmak manalarına gelmektedir. Bu yüzden bu kelime Allah'a izafe edildiğinde bir şeyi yoktan var etmesi ve yaratmasının ilk safhasına “fatera ”şeklinde kullanılır Yine fatır olarak kullanıldığında göklerin ve yerin yaratıcısı Allahın sıfatı olarakta kullanılır
Fetara: daha çok uzunlamasına yarılmak demektir. Yarılmak kimi zaman yapma kim zaman bozma yoluyla olur. (Rağıb) Yine, fatr yarık, çoğulu olan fütur ise yarıklar, çatlaklar anlamına gelir. Aynı kelimeden türeyen arapçada eftara iftar, ‘orucu açmak’ demektir.
Bu kelimenin temel kök anlamı infitar ise, yarılmak, açılmak anlamındadır.
Bu kelimeyi çekirdeğin yarılması anlamından hareketle “sistemin programlandığı üzere yeniden inşası” şeklinde de anlayabiliriz.Yani bir şeye yeniden fıtrat kazandırmak
İnfitar 82/1 Gökyüzü çatlayıp yarıldığı zaman.
إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
İzâs semâunfetarat.
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
Peki, gerçekten bu olacak mı? Gerçekten oluşacak mı bütün bunlar? Evet, Allah vaat etti, bunlar olacaktır. Allah vaad etti mi, O’nun sözü kesinlikle yerine gelecektir, kimse onun önüne geçemeyecektir.
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
Böyle olunca mesajı kıyametle değil, mahşerle ilişkilendirmiş oluruz..
Peki Yüce ALLAH NİÇİN FETARA KELİMESİ KULLANMIŞTIR
Yani bir şeye yeniden fıtrat kazandırmak demiştik.FITRAT NEDİR
Ta Ha 20/ 49 “Ey Mûsâ! Sizin Rabbiniz de kimmiş!” dedi.
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى
Kale fe mer rabbüküma ya musa
Ta Ha 20 / 50-Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
Kale rabbünellezi a´ta külle şey´in halkahu sümme heda
A‘lâ 87/3 Takdir etti, böylece yol gösterdi,
وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Vellezî kaddera fe hedâ.
VARLIKLARA HİDAYETİNİN VERİLMESİ uygun programlamış demektir.
suyun kuşun yağmurun bulutun tüm varlıkların hidayeti yaratılmışların doğrultusunda birbrinden farklıdır.infitaar ve aynı kökten gelen fıtrat yüce allah yaratılışına tevhid cizgisinde iman yeteğinidir.
İNSANLAR Allahın rabbliğini bilecek şekilde yaratılmıştır. Essasında elest denen sözleşme bu programın yaratılış sürecinde ilahi kodlamayla doğar sonra tercihlerine göre ya başkalarının ya da ALLAHIN dilediğini tercih ederek seçim yapar .. elestü her insan için mecaz yoluyla ifade edilmiştir
hz rasullullah her dogan insan fıtrat üzere doğar buyurmuştur.
Araf 7/172 Senin rabbin, her ne zaman Ademoğullarının sulblerinden onların soylarını alacak olsa, onları kendileri hakkında tanıklık etmeye çağırır: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da “Evet! Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler.Bunu, böylece hatırlatıyoruz ki Kıyamet Gününde, "Doğrusu, bizim bundan haberimiz yoktu" demeyesiniz.
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kıyameti inna künna an haza ğafilın
------
göğün yarılması
İnfitar 82/1 Gökyüzü çatlayıp yarıldığı zaman.
إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
İzâs semâunfetarat.
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
İnşikak 84 /1Gök, yarılıp parçalandığı,
إِذَا السَّمَاء انشَقَّتْ
İzes semaunşakkat.
BU AYETLERDEN YOLA ÇIKARAK DEMİŞLERKİ SİSTEMİN YIKILMASI HER ŞEYİN YOK OLMASI ŞEKLİNDE YORUMLANMIŞ Oysa ister inşikaak ister infitar göğün yarılması ve kıyametle birlikte yeni sistemin yeniden kurulmasıın ilk aşamasını ifade eder Bu yarılma ile başlayan sistemin aşamaları ise
Önce gök yüzü yani uzay kırmızılığa bürünecek
Rahman 55/37 Gök yarılıp da erimiş yağ gibi kırmızı bir gül halini aldığı zaman,
فَإِذَا انشَقَّتِ السَّمَاء فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ
Fe îzen şakkatis semâu fe kânet verdeten ked dihân
Çok güçlü bina edilmiş gökyüzü bütün dirinçini kaybedecektir
Zâriyât 51/47 Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.
وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(elmalı meali)
gökler açılıp kapıları olan bir görüntüye sahip olacak
Rahman 55/7 Göğü yükseltti ve mizanı =dengeyi koydu.
وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Ves semâe rafeahâ ve vadaal mîzân(mîzâne).
Hakka 69/ 16 O gün gök yarılmış, sarkmıştır.
وَانشَقَّتِ السَّمَاء فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ
Venşakkatissema´u fehiye yevmeizin vahiyetun.
Hakka 69/17 Melek de kenarları üzerindedir ve üstlerinde o gün Rabbinin Arş'ını sekiz melek taşır.
وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ
Velmeleku ´ala ercaiha ve yahmilu ´arşe rabbike fevkahum yevmeizin semaniyetun.
Nebe 78/19 O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.
يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا
Yevme yunfehu fîs sûri fe te’tûne efvâcâ
ve gizemli kapıları herkes görebilecek
Nebe 78/19 Gök açılmış ve Kapılar oluşmuştur
وَفُتِحَتِ السَّمَاء فَكَانَتْ أَبْوَابًا
Ve futihatis semâu fe kânet ebvâbâ
Tekvîr 81 / 11 Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
وَإِذَا السَّمَاء كُشِطَتْ
Ve izâs semâu kuşitat.
işte o gün gökyüzü bulutlarıyla parcalanak
Furkan 25/25 O gün gök beyaz bulutlarla parçalanır ve melekler akın akın indirilirler.
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَاء بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلَائِكَةُ تَنزِيلًا
Ve yevme teşakkakus semâu bil gamâmi ve nuzzilel melâiketu tenzîlâ(tenzîlen).
tüm yeryüzü hızla bir şekilde yarılacak
Kaf 50/44 O gün yer yarılır,çabucak çıkarlar. İşte bu, sadece bize göre kolay bir toplanmadır.
يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ذَلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ
Yevme teşakkakul ardu anhum sirââ(sirâan), zâlike haşrun aleynâ yesîrun.
gökyüzünde gördüğümüz ay da aynı sonu yaşayacak
Kamer 54/1 Saat yaklaştı ve ay yarıldı;
اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ
İkterabetis sâatu ven şakkal kamer.
BU AYETTE GEÇEN YER VE GÖGÜN YARILMASI SAHİP OLDYKLARI SİSTEMDEN BAŞKA BİR SİSTEME DÖNÜŞTÜR BU YOLK OLUŞ DEĞİL YENİ BAŞLANGICIN İLK AŞAMASIDIR
İnşikak 84 /1Gök, yarılıp parçalandığı,
إِذَا السَّمَاء انشَقَّتْ
İzes semaunşakkat.
Enbiyâ 21/ 104: Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu iade edeceğiz Bu, bizim üzerimizde bir vaiddir,Muhakkak ki yapacak olan, Biziz.
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne).
Rum 30/26 Göklerde ve yerde kim varsa yalnızca O’na âittir. Hepsi O'na Kânitin buyruğuna boyun eğip, itaat etmektedir.
وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلٌّ لَّهُ قَانِتُونَ
Ve lehu men fîs semâvâti vel ard, kullun lehu kânitûn
Rum 30/27 Yaratmayı ilk başlatan, sonra onu yeniden gerçekleştirecek olan O'dur.. Bu, O’nun için çok kolaydır.Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur.O, El Azîz' Gücü mükemmel şerefi olan,El-Hakim doğru karar verir ve.Onun her işinde pek çok hikmetler vardır.
وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyhi, ve lehul meselul a’lâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm
SİSTEMİN YIKILIŞI İFADE EDEN AYETTLER
Tekvîr 81 / 1 Güneş katlanıp dürüldüğünde,
إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
İzâş şemsu kuvvirat.
Tekvîr 81 / 2 Yıldızlar kararıp döküldüğünde,
وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ
Ve izân nucûmunkederat.
Tekvîr 81 / 3 Dağlar sallanıp yürütüldüğünde,
وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ
Ve izâl cibâlu suyyirat.
Tekvîr 81 / 4 Gebe develer salıverildiğinde,
وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ
Ve izâl ışâru uttılet.
Tekvîr 81 / 5 Vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,
وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ
Ve izâl vuhûşu huşirat.
Tekvîr 81 / 6 Denizler kaynatıldığında,
وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ
Ve izâl bihâru succirat.
Tekvîr 81 / 7 Ruhlar bedenlerle birleştirildiğinde,
وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Ve izân nufûsu zuvvicet.
VE YENİDEN İNŞA EDİLECEĞİ AYETLER
İbrahim 14/ 48 Yerin başka bir yere, göklerin de dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkacaklardır.
يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Yevme tubeddelul ardu gayral ardı ves semâvâtu ve berazû lillâhil vâhıdil kahhâr(kahhâri).
Tekvîr 81 / 11 Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
وَإِذَا السَّمَاء كُشِطَتْ
Ve izâs semâu kuşitat.
Tekvîr 81 / 12 Cehennem tutuşturulduğunda,
وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ
Ve izâl cahîmu su’ırat.
Tekvîr 81 / 13 Ve cennet yaklaştırıldığında,
وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ
Ve izâl cennetu uzlifet.
İnşikak 84 /1Gök, yarılıp parçalandığı,
إِذَا السَّمَاء انشَقَّتْ
İzes semaunşakkat.
İnşikak 84 / 2 Rabbini dinleyip boyun eğib de (O’na itaat) gerçekleştirildiği zaman,
وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ
Ve ezinet lirabbiha ve hukkat.
İnşikak 84 / 4 ve içindekileri atıp boşalmış,
وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ
Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet.
İnfitar 82/1 Gökyüzü çatlayıp yarıldığı zaman.
إِذَا السَّمَاء انفَطَرَتْ
İzâs semâunfetarat.
İnfitar 82/2 Yıldızlar döküldüğünde,
وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انتَثَرَتْ
Ve izâl kevâkibunteserat.
İnfitar 82/2 Denizler yarılıp akıtıldığı vakit,
وَإِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ
Ve izâl bihâru fuccirat.
İnfitar 82/4 Kabirlerin içi dışına getirildiği vakit,
وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ
Ve izâl kubûru bu’sirat.
İnfitar 82/5 Herkes neyi önünden gönderdiğini ve neyi geri bıraktığını bilir.
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharat.
Aşağıdaki ayette dönüş sahibi göğün ifadesiyle kıyamet öncesi yerden aldığı suları yağmur olarak yine yere döndüren gök anlamına geldiği gibi mecazende kıyamette göktedeki tüm sistemin yıkılıp mahşer için yeniden varoluş sürecine girmesi anlamındadır
Tarık 86/11 Andolsun o dönüşlü göğe,
وَالسَّمَاء ذَاتِ الرَّجْعِ
Ves semâi zâtir rac’ı.
Sanki şu sorular soruluyor. Peki, gerçekten bu olacak mı? Gerçekten oluşacak mı bütün bunlar? Evet, Allah vaat etti, bunlar olacaktır. Allah vaad etti mi, O’nun sözü kesinlikle yerine gelecektir, kimse onun önüne geçemeyecektir.
Allah, verdiği sözden caymaz.
Müzemmil 73 /18 O günün dehşetinden gök yarılır. Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşmiş olacaktır
السَّمَاء مُنفَطِرٌ بِهِ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولًا
Es semâu munfatırun bihî, kâne va’duhu mef’ûlâ
Fatır 35/5 Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da sizi Allah hakkında aldatmasın
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Yâ eyyuhennâsu inne va’dallâhi hakkunn fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekumm billâhil garûr
Ahkaf 46/17 Anne ve babasına, “Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen kimseye, Onlar Allah’a sığınarak, “Yazıklar olsun sana! İman et, Allah’ın va’di gerçektir” diyorlar, O da, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.
وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَّكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِن قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Vellezî kâle li vâlideyhi uffın lekumâ e teidâninî en uhrace ve kad haletil kurûnu min kablî ve humâ yestegîsânillâhe veyleke âmin, inne va’dallâhi hakkun, fe yekûlu mâ hâzâ illâ esâtîrul evvelîn
Rum 30/6 Va’dallâh ↔ Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.
وَعْدَ اللَّهِ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Va’dallâhi, lâ yuhlifullâhu va’dehu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn
Rum 30/ 60 Öyleyse fasbir =sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp ,gevşekliğe sürüklemesinler.
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ
Fâsbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestahıffennekellezîne lâ yûkınûn
İbrâhim,14/ 22;İş olup bitince, Şeytan şöyle diyecektir:“Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaad etti, ben de size vaad ettim; ama ben vaadimden döndüm. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi davet ettim , siz de benim davetime icabet ettiniz .O halde beni kınamayınız, kendinizi kınayınız. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Şüphesiz sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim./kabul etmedim Şüphesiz zâlimler için elem verici bir azap vardır
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe vaadekum va’del hakkı ve vaadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrihiyy(musrihiyye), innî kefertu bi mâ eşraktumûni min kabl(kablu), innez zâlimîne lehum azâbun elîm
İsra 17/108 'Rabbimiz, Sübhan’dır ,her türlü kusurdan uzak tutarız,' derler. 'Hiç kuşku yok ki, Rabbimizin vaadi gerçekleşecektir.
وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً
Ve yekulune subhane rabbina in kane va'du rabbina le mef'ula.
Kasas 28/13 Derken ,onu annesine geri verdik, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
فَرَدَدْنَاهُ إِلَى أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Fe radednâhu ilâ ummihî key tekarra aynuhâ ve lâ tahzene ve li ta’leme enne va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserahum lâ ya’lemûn...
Yunus 10/4 Hepinizin huzuruna varacağınız dönüş O'nadır. Allah'ın vaadi gerçektir. Yaratmayı ilk kez başlatan, sonra iman edip salih ameller işleyenlerin karşılıklarını adaletli bir şekilde vermek üzere yeniden dirilişi gerçekleştiren O'dur. İnkâr edenler için de, inkârlarından dolayı kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır.
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
İleyhi merciukum cemîâ(cemîan), va'dallâhi hakkâ(hakkan), innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıstı, vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn
Yunus 10/55 İyi bilin ki göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. İyi bilin ki, Allah'ın vaadettiği gerçektir ancak onların çoğu bilmiyorlar.
أَلا إِنَّ لِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَلاَ إِنَّ وَعْدَ اللّهِ حَقٌّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
E lâ inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), e lâ inne va'dallâhi hakkun ve lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn
Hud 11/ 45 Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn
Lokman 31/9 Orada sonsuza kadar kalacaklardır.Allah El-hak'tır Hakikatin eşsiz ve benzersiz kaynağı olan vaadidir. O el- aziz mutlak güç sahibidir ve el hakimdir ki o verdiği karar/hükmünde ve yaptığı herşeyi yerli yerince yapan, hikmet sahibidir
خَالِدِينَ فِيهَا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve huvel azîzul hakîm
Lokman 31/ 33 Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olasınız ki ! Baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir Şüphesiz Allah’ın va’di hak'tır Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi Garur = aldatmasın.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَّا يَجْزِي وَالِدٌ عَن وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَن وَالِدِهِ شَيْئًا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُYâ eyyuhân nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’en inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrannekum billâhil garûr
Zümer 39 /74 Onlar şöyle derler: Hamd, “her şeyi güzel yapan,. bize olan vaadini gerçekleştiren ve Cennette istediğimiz yer olan,bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Çalışanların mükâfatı ne güzelmiş!'
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاء فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenâl arda netebevveu minel cenneti haysu neşâu, fe ni’me ecrul âmilîn
Zümer 39 /20 Fakat Rabbine karşı takva sahibi olanlar için, için üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler / Guraf vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Allah, va’dinden dönmez.
لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِّن فَوْقِهَا غُرَفٌ مَّبْنِيَّةٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَعْدَ اللَّهِ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ الْمِيعَادَ
Lâkinillezînettekav rabbehum lehum gurafun min fevkıhâ gurafun mebniyyetun tecrî min tahtihâl enhâru, va’dallâhi, lâ yuhlifullâhul mîâd
Mü'min 40/55 Sabret. Allah’ın va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbini hamd ederek tespih et /boyun eğ
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ
Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkâr
Mü'min 40/77 Şu halde Sen sabret! Şüphesiz Allah’ın verdiği vaad /söz yerine gelecektir. Onları tehdit ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de seni vefât ettirsek de, sonunda onlar bize döndürüleceklerdir
فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Fasbir inne va’dallâhi hakkun, fe immâ nuriyenneke ba’dallezî neıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ yurceûn
Casiye 45/32 Allah'ın vaadi gerçektir ve o saat de şüphe yoktur' dendiği zaman da: 'Biz O Saat bilmiyoruz. Sadece bir zanda bulunuyoruz ve kesin bir bilgiye dayanarak inanıyor değiliz' demiştiniz.
وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم مَّا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ
Ve izâ kîle inne va’dallâhi hakkun ves sâatu lâ raybe fîhâ kultum mâ nedrî mâs sâatu in nezunnu illâ zannen ve mâ nahnu bi musteykınîn
Hac 22/47 Bir de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla va’dinden caymaz. Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَلَن يُخْلِفَ اللَّهُ وَعْدَهُ وَإِنَّ يَوْمًا عِندَ رَبِّكَ كَأَلْفِ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Ve yesta’cilûneke bil azâbi ve len yuhlifallâhu va’dehu, ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
-----------------
Okuduğumuz ilahi sözler hepsi birer öğüttür
Müzemmil 73 /19 İşte bu bir tezkire ,öğüttür, artık dileyen ,Rabbine ulaştıran yolu tutar
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkiratun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
Rab, yalnızca kendisine şükredilen anlamına gelmektedir. Başımıza gelen her iyi şeyin sebebi, o iyiliği var eden, bu iyilik nedeniyle şükretmemiz, teşekkür etmemiz gereken tek varlığın Allah olduğunu anlatmak için kullanılır.
Allah’ın izin vermediği sürece hiçbir şey olmaz, hiçbir şey yaşanamaz. Ve kötü gördüğümüz olaylarda bile Allah’ın izin verdiğini, dilediğini düşünürsek tüm yaşadıklarımıza şükretmemiz gerekir. Aldığımız nefesi dahi yaratan Allah’a şükretmek için şükür her zaman edilmelidir.
Kuran-ı Kerim’İn ilk suresi olan Fatiha suresinin ilk ayetinde bile Rabb kelimesi kullanılmakta ve “Alemlerin rabbine hamd olsun” demektedir. Bu Hamdın sadece Allah’a yapılabileceğini, onun dışında hiç kimseye hamd edilmeyeceği anlamına gelir.
Bugün yardım istenen evliya veya din alimlerine karşı ve hatta peygambere bile şükretmek bu nedenle büyük günahtır. Çünkü sadece Allah’a ait olanı alıp, bir başkasına vermiş oluruz ki; Allah’a ait olanı bir başkasına vermek açıkça şirk ve küfürdür.
Tezkira: Bu kelime zikir kökünden gelmektedir. Kendisiyle hatırlatıcı şey Hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir.
Zikir ,zikra ,veya tezkira Kur’an'ın özeliğini ifade isimidir. ‘Tezkira’ kelimesini bir hatırlatma, bir uyarma olarak kullanmaktadır.
Ahzap 33/41 Ey inananlar! Allah'ı çok zikrediniz!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا
Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(
insan 76/25 Sabah akşam Rabbinin ismini an.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Vezkurisme rabbike bukraten ve asîlâ(asîlen)
Ankebut 29/45 Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar fahşadan ve münkerden /kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَۖ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِۗ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn
Ta Ha 20/2 Biz bu Kur'an'ı sana, zahmet çekesin, bedbaht olasın diye indirmedik;
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ
Ta Ha 20/ 3 Saygıyla ürperene bir zikir/ öğüt olsun diye indirdik
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى
İllâ tezkireten li men yahşâ.
Hicr 15/ 9 Şüphesiz zikri biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz.
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İnna nahnü nezzelnez zikra ve inna lehu le hafizun
Kur'an'ın zikir veya tezkira yani öğüt oluşu onun daha önce bildirilmiş olmasını gerektirir İnsana bir şeyi hatırlatmak demek bilginin önceden verilmiş olması demektir.
Cünki vahyin hatırlatıcılığı fıtrata uygun Allahın tek ilah olduğunu tanıtan ilahi formattır. Allah insanı yarattıktan sonra şekillendirdiği özündeki bilginin açığa cıkmasıdır.
kuran sunduğu yaptığı hatırlatmalarla fıtratın yadırgamadığı çelişki duymayacağı bilgilerdir.Zikir ile fıtrat birbrine uyumludur.İnkarcılar haric ilahi bilgi red ediyorsa okumada sıkıntı var demektir .Cünki Allahın kitabı ile insanı ve onun fıtratı diğer kitabdır iki kitabın ayetleri birbirleriyle çelişmesi mümkün değildir
Enbiya 21/ 24 Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: 'Kesin delilinizi getirin. İşte benimle beraber olanların zikri de, benden öncekilerin zikri de budur.' Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyor bundan dolayı onlar yüz çevirmektedirler.
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم sمُّعْرِضُونَ
Emittehazû min dûnihî âliheten, kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fe hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Hicr 15/ 6 Dediler ki: “Ey kendisine Zikir indirilen! Sen mutlaka bir mecnunsun / delisin.”
وَقَالُواْ يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ
Ve kâlû yâ eyyuhâllezî nuzzile aleyhiz zikru, inneke le mecnûn(mecnûnun)
Hud 11/114 Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüz yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir.İşte bu, Allah'ı ananlara bir öğüttür.
وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn
Nahl 16/44 Onları açık beyyinelerle ve kitaplarla gönderdik . Sana da bu zikri indirdik, kendileri için indirileni anlatasın diye. Belki tefekkür ederler /düşünürler.
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn
Kehf 18/ 28 Rablerinin yüzü rızasını isteyerek ,sabah ,akşam ona dua edenlerle beraber ,sen de sabret. Dünya hayatının süsüne kapılıp gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz, hevasına ↔ heveslerine uymuş ve işi de aşırılık olan kimseye itaat etme /uyma.
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).
Ta Ha 20 / 99 İşte böyle, geçmişlerin Kıssa haberlerinden bazılarını sana anlatıyoruz. Gerçekten katımızdan sana bir de zikir verdik.
كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا
Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebaka, ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).
Furkan 25/18 Onlar,Dedilerki ;Sen Subhan'sın “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Sen,hem onlara ve hem babalarına nimetler verdin, o zikri unuttular ve helâki hak eden bir toplum oldular”
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاء وَلَكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءهُمْ حَتَّى نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا
Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).
Yasin 36/11 Sen ancak, zikre uyan ve içtenlikle Rahman'dan huşû duyan kimseyi uyarırsın. işte böylelerine bir bağışlama ve kerîm bir ecirle müjdele.
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb, fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm
Saffat 37/ 3 Ve Zikir /hatırlayarak tilâvet edenlere
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا
Fet tâliyâti zikrâ
Saffat 37/167 Şüphesiz onlar şöyle diyorlardı.
وَإِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَ
Ve in kânû le yekûlûn
Saffat 37/168 Keşke yanımızda öncekilere verilenlerden bir zikir olsaydı
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنْ الْأَوَّلِينَ
Lev enne indenâ zikran minel evvelîn
Saffat 37/169 Mutlaka biz, Allah’ın muhlis kullarından olurduk.
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
Le kunnâ ibâdallâhil muhlasîn
Saffat 37/170 Fakat şimdi onu inkâr ettiler. Ama ilerde bileceklerdir.
فَكَفَرُوا بِهِ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Fe keferû bihî, fe sevfe ya’lemûn
Zümer 39 /22 Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.
أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbihi, fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâhi, ulâike fî dalâlin mubîn
Zümer 39 /23 Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli âyetler içeren bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden huşû duyanların derileri ürpertir; Sonra Allah'ın zikrine kalpleri yumuşar yatışır.İşte bu, Allah’ın hidayet yoludur.Onunla, dilediğini ↔dileyenleri doğru yola iletir. Allah , kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Allahü nezzele ahsenel hadisi kitabem müteşebihem mesaniye takşeırru minhü ccüludüllezıne yahşevne rabbehüm sümme telınü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşa´ ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
Fussilet 41/41 Onlar kendilerine zikir Kur'an gelince onu inkar ettiler. Oysa O, aziz şerefli, üstün, değerli bir Kitap'tır.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَاءهُمْ وَإِنَّهُ لَكِتَابٌ عَزِيزٌ
İnnellezîne keferû biz zikri lemmâ câehum, ve innehu le kitâbun azîz
Zuhruf 43/5 Haddi aşan/ musrif bir topluluk oldunuz, diye sizi Zikir’le uyarmaktan vaz mı geçelim?
أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ
E fe nadribu ankumuz zikre safhan en kuntum kavmen musrifîn
Zuhruf 43/36 Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. . Artık o, onunla beraber olur
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Zuhruf 43/44 Bu senin ve halkın için bir zikirdir ve bundan mutlaka sorguya çekileceksiniz
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ
Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik, ve sevfe tus'elun.
,Müddesir 74 /54 Gerçek şu ki o Kur'an, elbette bir öğüttür.
كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ
Kellâ innehu tezkiratun.
İnsan 76/29 Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkiratun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
Necm 53/29 Sen bizim zikrimizden =kitabımızdan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenden tevella et =yüz çevir.
فَأَعْرِضْ عَن مَّن تَوَلَّى عَن ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Fe a'rıd an men tevellâ an zikrinâ ve lem yurid illâl hayâted dunyâ.
Mucadele 58/19 Şeytan üzerlerine istîlâ etmiştir de kendilerine Allah düşüncesini unutturmuştur, onlar Hizbeş,Şeytan = şeytan taraftarlarıdır.Dikkatli olun Şeytanın hizbi hep husrana düşenlerdir.
اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş şeytân(şeytâni), e lâ inne hizbeş şeytâni humul hâsirûn
Talak 65/10 Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan ulûl’elbab =akıl sahipleri, Allah’a karşı takva sahibi olun Allah, size bir zikir indirdi.
أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فَاتَّقُوا اللَّهَ يَا أُوْلِي الْأَلْبَابِ الَّذِينَ آمَنُوا قَدْ أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكُمْ ذِكْرًا
Eaddallâhu lehum azâben şedîden fettekûllâhe yâ ulîl elbâb(elbâbi), ellezîne âmenû, kad enzelallâhu ileykum zikrâ
Kalem 68/ 51 Ve gerçek o küfr edenler o zikri işittikleri vakıt az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı, bir de durmuşlar o her halde bir mecnun diyorlar.
وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ
Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semiûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn..
Kalem 68/ 52 Halbuki o âlemler için bir öğüttür.
وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn
Cin 72/17 Onları onun içinde imtihan edelim diye. Her kim de Rabbini zikretmekten yüz çevirirse O, onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.
لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا
Li neftinehum fîhi, ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ
Abese 80/11 Hayır. bu bir tezkir=hatırlatma ve öğüttür
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ
Kellâ innehâ tezkiratun.
---------------------
Bütün bunlar, buraya kadar anlatılanlar, işte bunlar birer tezkiredirler.
İşte bütün bunlar birer öğüt, birer uyarıdır. Sizin adam olmanız, sizin O’na kul olmanız için birer Zikr, birer hatırlatmadır bunlar.
Sizin Rabbinizi tanımanız, sadece Rabbinizi dinlemeniz, sadece O’nun hayat programına sahip çıkmanız, sadece O’nu dinlemeniz ve O’ndan başkalarını dinlemekten vazgeçmeniz için birer uyarıdır bunlar. Öyleyse Rabbine yol bulmak isteyen bu kitapla sürekli beraber olmak zorundadır.
Bu süreye baktığımız da kıyamet ahiret mahşer günü ile bilgilendirmeler bize birer öğüttür
Bu öğütten kimler yaralanacaktır cevabıda bu sürede bildirilmiştir
birincisi en önemlisi demekki istikamet için gönülden istemeli buda zorla değil gönülden olmalı
Müzemmil 73 /19 İşte bu bir tezkire ↔öğüttür, artık dileyen rabbine ulaştıracak yolu tutar
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا
İnne hâzihî tezkiratun, fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ
Tekvir 81/ / 28 İçinizden doğru gitmek isteyenler için.
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ
Li men şâe minkum en yestekîm
Tekvir 81/ 29 Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbul âlemîn
شاءَ ayettedeki Şâe; fiili dilemektir kişinin istikamette olmayı tercih etmesidir
İsteyenin istikamet sahibi olabilmesini başka bir şekilde ifade edilmiştir
Şâe; İrade, istek ve dilek gibi anlamlar taşıyan şye kökünün türemiş şeklidir. Mastarı, meşiet’tir. Bu kelime Allah hakkında kullanılırsa, O’nun yaratmasını, lütuf, bağış ve yardımını ifade eder.
İnsan hakkında kullanıldığı zaman da, isabet, arzu ve isteğin yerini bulması anlamına gelir. Burada, insan hakkında kullanıldığı için “dileyen” mânasına gelir. Âyetin ikinci cümlesini “Artık, kim dilerse Rabbine giden bu yolu tutsun” şeklinde de tercüme etmek mümkündür.
Kur'anın istikamet sahibleri için öğüt zikir gerçekleştirenler zaten ALLAHın dilediğini dilemiş olacaktır Allah dilemesi insanların hidayete eriştirmek tercihini doğru kullanabilmesi için kitap ve elçi göndermiş pirensipleri koymuştur.
------------------------
--KUR'AN' GÖRE SEBİL...
Bu gün yeryüzündeki bütün dinleri; inanç .sistemlerini incelediğimizde hepsinin ortak hedeflerinin Allah’a ulaşmak olduğunu görüyoruz.
Budistler, Hindullar, Yahudiler, Hıristiyanlar, kendisini İslam ile bağdaştıran fırkalar; Nakşiler, Kadiriler, Nurcular, Süleymancılar.. burada isimlerini tek tek saymanın mümkün olmadığı yüzlerce tarikat-cemaat ve grubun mensuplarının peşinden gittiği şahıslar acaba gerçekten de Allah’ın gösterdiği yolda mı?
Bunlardan her biri kendisinin doğru- hak yolda olduğunu iddia eder . Fakat gerçekten bu böyle midir? Yani birbirine taban tabana zıt olan sayısız yolların hepsi gerçekten de İnsanı cennetin kapısına götürcekmi. Allah’ın dosdoğru yoluna insanı iletip yolun sonun da insanı Huzura mutluluğa gerçek kurtuluşa çıkaracak mı ? Peki ya siz Allaha ulaşmak için hangi yolun yolcususunuz?
Sebilullah terkibi de, İslam öğretilerinin tümünü ifade etmek için kullanılır. Çünkü Allah’ın yolu, iyilik nev’inden O’nun emrettiği her şeyi içeren ve Kur’an vahyi aracılığı ile insana bahşedilen hidayet yoludur. Ayrıca bu terkip, çoğunlukla cihat âyetleri içinde yer aldığından cihat vasıtaları olarak da yorumlanmıştır. Cihat, Allah yoluna konan engellerin kaldırılması ve bu yolun açılması için girişilen bir eylem olsa da Allah’ın yolu tabiri, cihattan daha genel bir anlam taşır. Bunun için Yüce Allah, bu yola hikmetle, güzel öğütle çağırmayı; İslam’ın, hayatı belirleyen bir sistem olmasına karşı çıkanlarla en güzel biçimde mücadele etmeyi istemiştir.
Kur’an-ı Kerim de ‘’Fi sebilillah’’ Allah yolunda demektir.Birinci Fi sebilillah infak,Allah yolunda infak; İkincisi fi sebilillah cihad ;Allah yolunda cihat, Üçüncüsü fi sebilillah hicret ;
Kur’an talebeleri, sadece Kur’an’ı aktarmalı, onun düşündürücü ve öğüt verici olduğunu hatırlatarak seçimi herkesin kendi hür iradesine bırakmalıdır. Dileyenin doğru, dileyenin de yanlış yolu seçebileceğini daima göz önünde tutmalıdırlar.
sebîl / kelimesinin çoğulu “sübül / ” olarak gelir.“s-b-l ” kökünden türemiş kelimelerin genel olarak iki temel anlamı vardır.
Bunların ilki, bir şeyin kesintisiz olarak sürmesi, yayılıp gelişmesi, bollaşması ve uzaması
; ikincisi ise bir şeyin yukarıdan aşağıya doğru inmesi, düşmesi veya bırakılmasıdır.
Kur’ân’da sebil kelimesinin bu esas anlamından yola çıkarak çâre, imkan, delil, hüccet, güç, fırsat, yeterli araç, sebep gerekli zaman ve bedenî yetenek anlamlarında gelmektedir.
Bu alanın anahtar kelimeleri başlıca üç grupta toplanabilir:
1) Yolun niteliğine ait manalar taşıyan kelimeler.Kur’an bu meseleye yolun düz (müstakîm ve seviyy, ) yahut eğri (‘ivec, mu’avvec, vs.) oluşu noktasından bakar.
2) İnsanın iradesini , doğru yola sevk edilip edilmediğini gösteren kelimeler. (hüdâ, ihtidâ,reşâd, vs)
3) Doğru yoldan ayrılmayı bildiren kelimeler. Dalâl, dilimizde dalâlete, sapmak, sapıklık ve sapkınlık denir. ğavâye-inancında boşluk bulunmak ,teyhe -şaşkınlık gibi....
Allah, peygamberler vasıtasıyla yolların düz veya eğri olanlarını insanlara tanıtmış ve hangisine tabi olması gerektiğini bildirmiştir. Buna göre kişi, ömür boyu ilerleyeceği hidayet ya da dalâlet yolunu kendi iradesi ile seçmektedir. Kur’an’da tüm bu süreç yol anlamı ifade eden kelimeler etrafında anlatılmaktadır.
Sebe 34 / 50 De ki: “Ben eğer sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem, bu da Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, kuluna çok yakındır.”
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîbun.
İsra 17/84 De ki: "Herkes kendi yaratılışına fıtrat tarzına göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir."
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلاً
Kul kullun ya’melu alâ şâkiletihî, fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ
Abese 80/12 Kim Dilerse ,onu hatırlayıp öğüt alabilir.
فَمَن شَاء ذَكَرَهُ
Fe men şâe zekerahu.
Abese 80/13 O mükerrem değerli sayfalarda,
فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ
Fî suhufin mukerrametin.
Abese 80/20 Sonra da yolu ona kolaylaştırdı.
ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ
Summes sebîle yesserahu.
Abese 80/21 Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu.
ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ
Summe emâtehu fe akberahu.
Abese 80/22 Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltecektir.
ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ
Summe izâ şâe enşerahu.
Abese 80/23 Hayır, doğrusu o, O'nun emrini tam yerine getirmedi.
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
Kellâ lemmâ yakdı mâ emerahu.
‘Fî sebîlillah’ kelimesi, ‘Allah yolunda’ terkibi de, İslam öğretilerinin tümünü ifade etmek için kullanılır. Çünkü Allah’ın yolu, iyilik nev’inden O’nun emrettiği her şeyi içeren ve Kur’an vahyi aracılığı ile insana bahşedilen hidayet yoludur. Ayrıca bu terkip, çoğunlukla cihat âyetleri içinde yer aldığından cihat vasıtaları olarak da yorumlanmıştır. Cihat, Allah yoluna konan engellerin kaldırılması ve bu yolun açılması için girişilen bir eylem olsa da Allah’ın yolu tabiri, cihattan daha genel bir anlam taşır. Bunun için Yüce Allah, bu yola hikmetle, güzel öğütle çağırmayı; İslam’ın, hayatı belirleyen bir sistem olmasına karşı çıkanlarla en güzel biçimde mücadele etmeyi istemiştir.
Kur’an’da ‘fî sebîlillah’ deyimi belli başlı konularla alakalı olarak kullanılmıştır:
1.Allah yolunda hicret (dört ayet).
2.Allah yolunda cihad (yaklaşık olarak on beş ayet).
3.Allah yolunda kıtâl (on yedi ayet).
4.Allah yolunda infak (sekiz ayet).
5.Allah yolundan insanları saptırma girişimleri (yirmi beş ayet).
6. bir ayet, Allah yolunda iş yapanlar (cihadın bir kademesi)(Tevbe 9/60), iki ayet de Allah yolunda olanların Allah katındaki değer ve mükâfatlarıyla (Âl-i İmran 3/146; Tevbe 9/120) alakalıdır. Buna göre yetmiş kadar ayette ‘fî sebîlillah’ ve ‘sebîlihî’ terimlerinin zikredildiği görülmektedir. Bu terimin bir ayette iki defa zikredilir
Nahl 16/125 Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn
-------------------
DOĞRU YOLU GÖSTERMEK SADECE ALLAHA AİTTİR
Nahl 16 / 9 Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
وَعَلَى اللّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَآئِرٌ وَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn
Leyl 92/12 Hidayete ulaştırmak mutlaka Bize aittir.
إِنَّ عَلَيْنَا لَلْهُدَى
İnne aleynâ lel hudâ.
GÖSTERİLEN YOLU TERCİH ETMEK İSE İNSANA BIRAKILMIŞTIR
İnsan 76/3 Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.
Hidayeti kulun istemesi gerekir
Fatiha 1/ 6.Bizi sıratı müstakim = dosdoğru yoluna hidayet eyle.
اهدنا الصرط المستقيم
İhdinessırâtel müstakîm.
Hidayet yanlızca isteyenlere verileceğini
İbrahim Suresi 14 /4 Biz her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın Allah, sapmayı dileyeni sapıklık içinde bırakır, doğru yolda kalmayı dileyeni de doğru yola iletir.O,El Azîz' son derece güçlü ,El-Hakim doğru karar verendir. Onun her işinde sonsuz hikmetler vardır
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm
HZ PEYGAMBER DE OLSA SEVDİĞİ KİŞİYİ BİLE HİDAYETE ERDİREMEZ KİŞİ İSTEMİYORSA
Bakara 2/272 Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.
لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
Leyse aleyke hüdahüm ve lakinnellahe yehdi mey yeşa´* ve ma tünfiku min hayrin fe li enfüsiküm* ve ma tünfikune illebtiğae vechillah* ve ma tünfiku min hayriy yüveffe ilayküm ve entüm la tuzlemun.
Kasas 28/56 Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin , ancak Allah'ın dilediğini, dileyeni hidayete eriştirir ve O muhtedinleri ↔ hidayete eriştirenleri daha iyi bilir.
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve huve a’lemu bil muhtedîn
Peygamberin yaptığıda Allahın çağırdığı gibi davet etmektir
Yunus 10/25 Allah, dâris selâm ↔selamet yurduna çağırıyor ve dilediğini sırâtı mustekîm ↔dosdoğru bir yola kılavuzlar.
وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm
Allahın yolunu göstermek ve ona davet etmektir
Şura 42/52 Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediğimizi ↔dileyeni hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yola rehberlik ediyorsun
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Ve kezalike evhayna ileyke ruham min emrina ma künte tedri mel kitabü ve lel ımanü ve lakin cealnahü nuran nehdı bihı men neşaü min ıbadina ve inneke le tehdı ila sıratım müstekıym
Kimlere hidayet edilir
Tegabun 64/11Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa onun kalbi Allah’ın hidayetine erer. Allah her şeyi bilendir.
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâhi, ve men yu'min billâhi yehdi kalbehu, vallâhu bikulli şey'in alîm
Rad 13/ 27 İnkâr edenler diyorlar ki: 'Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?' De ki: 'Doğrusu Allah sapıklığı dileyeni saptırır ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ قُلْ إِنَّ اللّهَ يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb
Sebe 34 / 50 De ki: “Ben eğer sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem, bu da Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, kuluna çok yakındır.”
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîbun.
İsra 17/84 De ki: "Herkes kendi yaratılışına fıtrat tarzına göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir."
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلاً
Kul kullun ya’melu alâ şâkiletihî, fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ
Sonunç olarak Sebil: Gidilen, takip edilen yol demektir. Her hangi bir şeye ulaşmayı sağlayan her şey, onun yolu/sebilidir. Sebil kolayca yürünen yol demektir. Çoğulu sübül ‘dür. İster hayır, isterse şer olsun, vasıta olmasıyla bir başka şeye ulaşmayı sağlayan her nesneye sebil denir. Kelime Kur’an’da çok geniş bir alanda kullanılmıştır. Kelimenin kökü olan Sbl maddesi, bir şeyin kesintisiz olarak sürmesi, yayılıp gelişmesi, bollaşması ve uzaması; ikincisi ise bir şeyin yukarıdan aşağıya doğru inmesi, düşmesi veya bırakılmasıdır.bir şeyin yukarıdan aşağıya doğru gönderilmesi, ayrıca o şeyin kesintisiz olarak sürmesi, uzaması anlamında odaklaşmaktadır. Arapça dil ekollerinden Râgıb İsfahânîelisfani , kuranın gösterdiği rahat yürünen yol olarak tanımlıyor.Onun dışındaki uyulan yollar zan ile tatmin olduğu güvendiği ve hurafeler içinde insanı yolunu asla bulamaz
En'am 6/116 Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar ve onlar sadece yalan ,yanlış uyduruyorlar.
وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ
Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâhi, in yettebiûne illâz zanne ve in hum illâ yahrusûn
-----------------------------
Müzzemmil 73/20 Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunan bir topluluğun da gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını biliyor. Gece ve gündüzü düzenleyip ölçü koyan, Allah'tır. O, sizin buna dayanamayacağınızı bildiği için tevbenizi kabul etti. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni kıraat edin ↔ okuyunuz. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, Bir kısmınızın min fadlillâh↔Allah’ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, Diğer bir kısmınızın, yukâtilûne fî sebîlillâhi ↔Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, On'u kolayınıza geldiği (mümkün olan her vakitte ) kıraat edin↔okuyun. Ekîmussalâte ve âtûz zekâte ↔ Namazınızda devamlı ve dikkatli olun, zekâtı verin, Karzen Hasenen↔Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden hayr olarak her ne takdim ederseniz onu Allah katında daha hayırlı ve ecirce daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Vestagfirûllâh Allah’tan mağfiret ↔ bağışlama dileyin. Şüphesiz ki Allah gafurur rahim'dir ↔ günahları örterek bağışlayan ve ikramı boldur.
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meake, vallâhu yukaddirul leyle ven nehâre, alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakraû mâ teyessere minel kur’ânî, alime en se yekûnu minkum mardâ ve âharûne yadribûne fîl ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakraû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenen, ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayran ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
------------------
Gece kalkış emrinin tekrar edilerek bu konuda eksiklikler olabileceğini yinede azda olsa yerine getirilme hususunfda gayret etmeliyiz..
Müzzemmil 73/20 Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunan bir topluluğun da gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını biliyor.
إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أ
İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak,
Ayetin bu kısmında Allah gece üç kez kalkanları bilmektedir
Gecenin üçte ikisinden daha azını,
Gece yarısını,
Gece üçte birini
Bu emrin Hz peygamber olmak üzere emir kendilerine yönelik olmasada bunu müminlerinde başardığı anlatılmaktadır. Allah'ın takvalı kullarının özelliklerinden bahsederken onlar geceleyin çok az uyuduğunu seherlerde istiğfar ettiklerini bildiriyor
Zâriyât 51/16 Rablerinin kendilerine verdiğini alarak. Çünkü onlar, bundan önce muhsin=güzel davranmayı adet edinmışlerdi.
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn
Zâriyât 51/17 Geceleri pek az uyurlardı.
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn
Zâriyât 51/18 Seherlerde istiğfar dilerlerdi.
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Ve bil eshârihum yestağfirûn
Secde 32/15 Bizim ayetlerimize,sadece kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, her şeyi güzel yapmasına karşılık Rablerini hamd ile tesbih ederek kulluk ederler ve büyüklük taslamayanlar inanıp güvenirler (SECDE ÂYETİ)
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Secde 32/16 Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yanları yataklarından uzaklaşır.Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için infâk ederler
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn
İslam anlayışında geceleri geç saatlere kadar sadece eğlence üzerinde uykusuz kalmak değildir Gecesine gerektiği sorumluluk içinde olmayan gündüzü infak edecek bir rızk kazanamaz
---------------------
Müzzemmil 73/20 Allah, gece ve gündüzü düzenleyip ,olanları ölçüp biçiyor.
وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr
Allah hem gece ve gündüzü yaratan, sistemini kuran ve işleyişi devam ettiren güçtür; hem de gece ve gündüzde olup biten her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilen yegâne varlıktır. Ayrıca, içerisinde kalkmaya konu edilen gecenin bölümlerini iyiden iyiye belirleyen de sadece O’dur.
Bir an düşünelim, sürekli gece ve karanlık olsa yahut sürekli gündüz ve aydınlık olsa, ne kadar sıkıcı ve çekilmez olurdu değil mi?
Kasas 28/71 De ki: “Düşünmez misiniz? Eğer Allah, geceyi üzerinize kıyamete kadar sürekli kılsa, Allah'tan başka size bir ışık getirebilecek İlâh kimdir. e fe lâ tesme’ûn ↔Hâlâ duymayacak mısınız?”
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاء أَفَلَا تَسْمَعُونَ
Kul e raeytum in cealallâhu aleykumul leyle sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi dıyâin, e fe lâ tesme’ûn
Kasas 28/72 De ki: Hiç düşündünüz mü; 'Eğer Allah üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsa Allah'tan başka size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? e fe lâ tubsırûn ↔Hâlâ görmeyecek misiniz?"
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Kul e raeytum in cealallâhu aleykumun nehâre sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi leylin teskunûne fîhi, e fe lâ tubsırûn
Kasas 28/73 Allah,geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz diye sizin için yaratması onun size rahmeti / ikramıdır;Belki artık şükredersiniz.
وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve min rahmetihî ceale lekumul leyle ven nehâre li teskunû fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn
Gece sükûnet ve dinginlik zamanı, istirahat, uyku ve ibadet vaktidir. Akşam, yatsı ve sabah namazları gecenin içerisindedir. Bunun yanında gece ibadeti teheccüd namazı, tefekkür, tilavet, zikir de yine geceyi değerlendiren ibadetlerdir. Gece kalkışı, gece duruşu, gece ibadeti, gece okunuşu bir başkadır. Etkili, neşveli, doyurucu, sükûnet vericidir. Gece ibadeti, nefsi dizginler, gece kalkışında engeller kalkar, sır perdeleri aralanır, gece ibadeti kulun içtenlik gösterisidir.
Yasin 36 / 37 Gece de onlar için bir ibrettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara içinde kalırlar.
وَآيَةٌ لَّهُمْ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ
Ve âyetun lehumul leylu, neslehu minhun nehâra fe izâ hum muzlimûn
Rum 30/23 Geceleyin uyumanız ve gündüzün O’nun lütfundan istemeniz de O’nun âyetleridir Şüphesiz bunda, dinleyen bir kavim için dersler vardır.
وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Ve min âyâtihî menâmukum bil leyli ven nehâri vebtigâukum min fadlihi, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yesmeûn
İsra 17/79 Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek leke, asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden)
Müzemmil 73 /1 Ey örtünüp bürünen
يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Yâ eyyuhâl muzzemmil
Müzemmil 73 /2 Birazı hariç, geceleyin kalk.
قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Kumil leyle illâ kalîlâ
Müzemmil 73 /3 Gecenin yarısına ,Yahut bunu biraz azalt.
نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا
Nısfehû evinkus minhu kalîlâ
Müzemmil 73 /4 Ya da bunu çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.
زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Ev zid ´aleyhi ve rettililkur´ane tertiylen.
Müzemmil 73 /5 Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz.
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ
Müzemmil 73 / 6 Şüphesiz gecenin inşası , daha tesirli ve söz bakımından daha etkilidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ
Müzemmil 73 /7 Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.
إِنَّ لَكَ فِي اَلنَّهَارِ سَبْحًا طَوِيلًا
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ
Müzemmil 73 /8 Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ
Müzemmil 73 /9 Allah, Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. Şu halde yalnızca O’nu vekil tut.
رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu
Yunus 10/67 Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan O’dur. Gündüzü de mubsır =aydınlatıcı yapmıştır. Muhakkak ki bunda,dinleyen bir kavim için elbette âyetler vardır.
هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُواْ فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Huvellezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ(mubsıren), inne fî zâlike leâyâtin li kavmin yesmeûn-
------------------------------------------------
Allah sinelerin özünü bilir gerçekten bu istenen saatlerde sabit sürekli yapmak imkanı bulamayanların mazaretlerini bilmektedir.
Müzzemmil 73/20. O, sizin buna sayamayacağınızı bildiği için tevbenizi kabul etti
عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ
alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum,
tuhsûhu kelime kökünde sayma ,güç yetirmek itaat etmek ,yerine getirmek gibi anlamlarda fiil olarak kullanılır
Sizin bunu sayamayacağınızı (vakitleri ayarlamakta zorlanacağınızı) bildiği için, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etmiştir.
tuhsûhu fe tâbe aleykum,
Sizin bunu sayamayacağınızı (vakitleri ayarlamakta zorlanacağınızı) veya güç yetiremiyeceğinizi veya dayanamayacağını bildiği için, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etmiştir.
-----------------
Gece kalkışında sorumluluk kuran kıraati üzere okumaktır.
Müzzemmil 73/20 Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni kıraat edin ↔ okuyunuz.
فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ
fakraû mâ teyessere minel kur’ânî,
KIRAAT
Kıraat :Toplamak, cem etmek, bir araya getirmek demektir..Zihnin Kalbin okumasıdır
Alak 96 /1 Yaratan Rabbinin adiyla oku!
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Ikra´ bismi rabbikelleziy halak
Kıraat okumada önce anlamayı ,,tertil sindirere sindire okumayı , tilavet ardından gerekeni yapmak, aktarmak ...
Nahl 16/98 Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
okunuşu :Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm
Araf 7/204 Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size merhamet edilsin.
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
okunuşu :Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn
KURAN NASIL OKUNMALI
Ümmi olmalı saf duru hiç bir bilgiyi Allahın bilgisi önüne geçirmeden inanarak okunsun ki içimiz aydınlansın
Enfal 8/ 2 Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
İnnemâl mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn
İmanımızı artırsın
Tevbe, 9/ 124 Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.
وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ(îmânen), fe emmâllezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn
Secde 32/15 :Bizim ayetlerimize,sadece kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, her şeyi güzel yapmasına karşılık Rablerini hamd ile tesbih ederek kulluk ederler ve büyüklük taslamayanlar inanır/ iman ederler.(SECDE ÂYETİ)
إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Anlayarak okunan ilahi kelam fıtratındaki özü ortaya cıkarır
Zümer 39 /23 Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli âyetler içeren bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden huşû duyanların derileri ürpertir; Sonra Allah'ın zikrine kalpleri yumuşar yatışır.İşte bu, Allah’ın hidayet yoludur.Onunla, dilediğini /dileyenleri doğru yola iletir. Allah , kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Allahü nezzele ahsenel hadisi kitabem müteşebihem mesaniye takşeırru minhü ccüludüllezıne yahşevne rabbehüm sümme telınü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah zalike hüdellahi yehdı bihı mey yeşa´ ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
Bu yüzden kuran şu soruyu surekli sorar...
Hadid 57/16: İman edenlerin Allah'ı ve O'ndan inen hakikati anınca kalplerinde ürperti duymalarının vakti hala gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış fasık kimselerdir.
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn
Kuran'ı,kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?
Kamer 54/17-22-32-40 :And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Ve lekad yessernâl kur’âne liz zikri fe hel min muddekir
Meryem 19/97 O'nu senin lisanınla kolaylaştırdık.Onunla takva sahiplerini müjdeleyesin ve direnen bir kavmi uyarasın diye
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّقِينَ وَتُنذِرَ بِهِ قَوْمًا لُّدًّا
Fe innemâ yessernâhu bi lisânike li tubeşşire bihil muttakîne ve tunzira bihî kavmen luddâ(ludden).
Duhan 44/58 Biz onu, senin dilinle kolaylaştırdık Belki onlar tezekkür /öğüt alıp düşünürler diye,
فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn
HER İNSANDA OLABİLECEK BAZI MAZARETLER
1-Allah, gece kalkışla ilgili insan hayatında meydana gelebilecek en temel mazeret olarak “hastalık” halini ilk sırada zikretmektedir.
Bu çerçevede Kur’an’da, hastalara zorluk yapılamayacağı ve onların yokuşa sürülemeyeceği ifade edilmektedir.
Nur 24/61 Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize tayyib bir selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.
لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
Leyse alâl a'mâ haracun ve lâ alâ a'raci haracun ve lâ alâl marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tahıyyeten min indillâhi mubaraketen tayyibeten, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta'kılûn(ta'kılûne).
Fetih 48/17 Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Kim Allah’a ve Elçisine itaat ederse , Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uğratır.
لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
Leyse alâl a’mâ haracun ve lâ alâl a’raci haracun ve lâ alâl marîdı haracun, ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ
Allah hiç bir kuluna zorluk yüklemez onların mazeretleri ailemizle ilgilenmekten savaşa katılamayız demişlerdi. onlar birer mazeret sayılamazlar. İşte mazeret teşkil edecek şeyleri Allah bildiriyor: Kör topal , hasta bu gibi sınanma içinde olanlar savaşta güçlük çekeceğinden onlara savaşa katılmama ruhsatı veriyor .
Bakara 2/185 Ramazan ayı ,İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri kapsayan Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu kolaylık sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn
Hac ibadetini yapmak üzere yola düşen rızık temini içinde çalışmasında bir günah yok
Bakara 2/ 196 Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer düşman, hastalık ve buna benzer nedenlerle kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. Kim sizden hasta ise veya başından şikayeti varsa, ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye gerekir. Güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir kurbanı kesmek gerekir. Bulamayana da, hacc'da üç gün, döndüğünüzde yedi gün olmak üzere, bunlara, tamı tamına on oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram'da olmayanlar içindir. Allah'a karşı takvalı olun ve bilin ki Allah, şedîdul ikâb muhakkak cezası pek çetin olandır.
وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh(lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera minel hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yeblugal hedyu mahilleh(mahillehu), fe men kâne minkum marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min sıyâmin ev sadakatin ev nusuk(nusukin) fe izâ emintum, fe men temettea bil umreti ilel haccı fe mesteysera minel hedyi, fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâmin fîl haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh(kâmiletun), zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırıl mescidil harâm(harâmi), vettekûllâhe va’lemû ennellâhe şedîdul ikâb(ikâbi)
Nisa 4/ 43 Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahud kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا
Ya eyyühellezine amenu la takrabus salate ve entüm sükara hatta ta´lemu ma tekulune ve la cünüben illa abirı sebılin hatta tağtesiluv ve in küntüm merda ev ala seferin ev cae ehadüm minküm minel ğaitı ev lamestümün nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saıyden tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydıküm innellahe kane afüvven ğafura
Maide 5/6 Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da Eğer cünüpseniz temizlenin gusül edin; eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan gelmişse, yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin hafifçe yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn(ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh(minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn(teşkurûne)
Allah yolunda savaşamama
Tevbe 9/91 Zayıflar, hastalar ve harcayacak bir şey bulamayanlara, Allah ve elçisine bağlı kaldıkları takdirde herhangi bir günah yoktur. İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Allah gafûrun rahim günahların üzerini örterek bağışlayan ikram edendir
لَّيْسَ عَلَى الضُّعَفَاء وَلاَ عَلَى الْمَرْضَى وَلاَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَجِدُونَ مَا يُنفِقُونَ حَرَجٌ إِذَا نَصَحُواْ لِلّهِ وَرَسُولِهِ مَا عَلَى الْمُحْسِنِينَ مِن سَبِيلٍ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Leyse alâd duafâi ve lâ alâl merdâ ve lâ alâllezîne lâ yecidûne mâ yunfikûne haracun izâ nasahû lillâhi ve resûlihî, mâ alâl muhsinîne min sebîl(sebîlin), vallâhu gafûrun rahîm.
Nisa 4/ 102 İçlerinde olur da onlar için namazı tam kılarsan onların bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar ve silahlarını kuşansınlar; secdeyi yaptıktan sonra etrafa çekilsinler. Bu defa namazı kılmamış öbür kısım gelsin, seninle namaz kılsınlar, tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kâfirler ister ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da üzerinize ani bir baskın yapsınlar. Yağmurdan zarar görür veya hasta olursanız silahlarınızı bir yere koymanızda bir günah yoktur; ama tedbiri elden bırakmayın. Allah o kâfirlere küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.
وَإِذَا كُنتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلاَةَ فَلْتَقُمْ طَآئِفَةٌ مِّنْهُم مَّعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُواْ فَلْيَكُونُواْ مِن وَرَآئِكُمْ وَلْتَأْتِ طَآئِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّواْ فَلْيُصَلُّواْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنتُم مَّرْضَى أَن تَضَعُواْ أَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُواْ حِذْرَكُمْ إِنَّ اللّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ
----------------
2-Geceleri kalkma emrinin tam olarak yerine getirilememesi konusundaki ikinci mazereti “rızık temini” olarak belirlemektedir. İnsanlar hayatlarını devam ettirebilmek ve ailelerinin geçimini temin etmek için elbette çalışmalı ve kendi ihtiyaçlarını karşılamaya gayret etmelidirler. Bu nedenle helal rızık temini için uğraşmak da Yüce Allah’ın başka bir emridir.
Cuma 62/10 Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını da çokça anın ki, umduğunuza kavuşasınız.”
فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِ الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Fe izâ kudiyetıs salâtu fenteşirû fîl ardı vebtegû min fadlillâhi vezkurûllâhe kesîren leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Cuma 62/ 11 Oysa onlar bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." ”
وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ مِّنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللَّهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
Ve izâ raev ticâraten ev lehveninfaddû ileyhâ ve terakûke kâimâ(kâimen), kul mâ indallâhi hayrun minel lehvi ve minet ticârati, vallâhu hayrur râzıkîn(râzıkîne).
hz peygamber zengin güçlü mümin zayıfından daha hayırlıdır buyuruyor (müslim)
İsra 17/12 Gece ile gündüzü iki ayet kıldık. Gecenin ayetini kaldırdık; Gündüz ayetini aydınlatıcı kıldık. Bu Rabbinizden lütuf aramanız ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Biz her şeyi genişçe anlattık.
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً
Ve cealnâl leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten li tebtegû fadlen min rabbikum ve li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), ve kulle şey’in fassalnâhu tafsîlâ
hac ibaetinde rızık temini için çalışanlarada günah yoktur
Bakara 2/198 Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan sel gibi akın akın Meş’ar-i Haram yanında Müzdelife’de Allah’ı zikredin. Onu, size nasıl gösterdi ise ,öyle anın. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّآلِّينَ
Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn
ALLAH DENİZLERİN VE ÜZERİNDE GEMİLER GİTMESİNİ VEREN YARATTIĞI RIZIKLAR
Nahl 16/14 Ondan taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyaları çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize sunan da O'dur. Gemilerin onun içinde yararak gittiklerini görürsün.O’nun fazlından istemeniz içindir.Ve olur ki görevlerinizi yerine getirirsiniz /,şükredersiniz diye!
وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُواْ مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُواْ مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُواْ مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve huvellezî sehharal bahra li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
İsra 17/ 66 Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz O,size karşı pek merhametlidir.
رَّبُّكُمُ الَّذِي يُزْجِي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُواْ مِن فَضْلِهِ إِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
Rabbukumullezî yuzcî lekumul fulke fîl bahri li tebtegû min fadlihî, innehu kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Fatır 35/12 İki deniz bir değildir: Şu tatlı, susuzluğu giderici ve içimi kolay, şu da tuzlu ve acıdır. Hepsinden de taze et yer ve takınacağınız süs eşyaları çıkarırsınız. O'nun lütfundan aramanız içindir ve olur ki şükredersiniz diye gemilerin onun içinde yararak gittiklerini görürsün.
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâcun, ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke fîhi mevâhira li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn
Rum 30/46 Rüzgârları, yağmurun müjdecileri olarak göndermesi, Allah’ın âyetlerindendir O, bunu, size ikramından rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol alması, O’nun lütfundan rızkınızı arayasınız diye yapar ve Belki şükredersiniz
وَمِنْ آيَاتِهِ أَن يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve min âyâtihî en yursiler riyâha mubeşşirâtin ve li yuzîkakum min rahmetihî ve li tecriyel fulku bi emrihî ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn
------------------------------
Müzzemmil 73/20 diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir.
وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâh
Rabbimizin dile getirdiği mazeretlerin üçüncüsünü ise “Allah yolunda savaşmak” şeklinde belirlemektedir. Yükaatilûne fiilidir ve “savaşmak” anlamına gelmektedir.
1-Ayetin bu bölümündeki cihad mekke döneminde savaşlar henüz yaşanmamıştı. Daha çok Allah yolunda fedakarlık yapmak, kuran anlatmak ,yaşamak ve yaşatmak için verilen mücadeleyi ifade ederken.Medine döneminde yaşanacak savaşlar olabileceğini bilgisinin önceden bilgi verdiği şeklinde de düşünmek gerekir
2-ALLAH Yolunda cihat yapılırken gece kalkışları namaz oruç ve hayırlı ameller esnasında yaşabilecek eksikler olabileceğini ifade eder. YANİ SİZİN İÇİN İMKANSIZI İSTEMEMEKTEDİR
“Cihad” sözcüğü “cehd” sözcüğünün türevlerinden olup “ağır yük taşıyan hayvanın menziline ulaşabilmesi için gösterdiği çaba”yı anlatmak için türetilmiştir ve dolayısıyla sözcüğün esas anlamı “takat” demektir. Türkçeye geçmiş “müçtehid”, “mücahede”, “içtihat” gibi türevleri ile “cehd” sözcüğünü; “gayeye ulaşmak için yük altında gösterilen gayret” olarak anlamlandırmak mümkündür.
“cihad”; “Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, yani Kur’an’ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır.Cihat yapmaktaki gaye; başkalarını öldürüp Cehenneme göndermek değil, nefsimizi ve diğer nefisleri Cehennemden kurtarmaktır. Cihat, bu yönüyle, insan kurtarma savaşının adıdır.
Kur’an’da, “kıtal” ve “muharebe” ifadeleriyle Ölme ve öldürme (savaş), yer almıştır. “Cihad”ın her zaman yapılmasını isteyen Rabbimiz savaşa ise ancak şartlar oluşunca, yani fitneyi yok ermek, zulüm ve fesadı ortadan kaldırmak için izin vermiştir.
Acı bir azabdan kurtaracak En hayırlı ticaret nedir?
Saff 61/10 Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi?
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû hel edullukum alâ ticâretin tuncîkum min azâbin elîm(elîmin).
Saff 61/11 Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ederseniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.
تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Tu’minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn
Cihat, bu yönüyle, insan kurtarma savaşının adıdır.
Haksız yere bir cana kıymak çok büyük zulüm ve haksızlıktır. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur
Maide 5 /32 Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onun hayâtını kurtarmak sûretiyle yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara el-Beyyinât ; apaçık açık deliller ,mucize ve ayetler getirdiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn
Cihad”ın en güzeli ve en KIYMETLİSİ , ilim ile yapılanıdır. Çünkü dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk’a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin kişiler ve toplumlar üzerindeki etkisi şüphesiz tartışılmaz. Onun için Rabbimiz şöyle buyurmuştur.
Allah yolunda fedakarlık yapmak, kuran anlatmak ,yaşamak ve yaşatmak Allah katında en büyük cihaddır
Furkan 25/52 Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı O’nunla ↔ Kur'ân ile onlara karşı büyük cihad ile cihad et!
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا
Fe lâ tutııl kâfirîne ve câhidhum bihî cihâden kebîrâ.
Ankebut 29/ 69 Bizim uğrumuzda cihad /mücadele edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka muhsinlerle beraberdir.
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn
Muhsin,Bu kelimenin özü İhsan'dır ; iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır.İşte böyle ihsan üzere iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan kimselere kur'an'ı kerim muhsinler demektedir..
Hucurat 49/ 14 Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "Teslim olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm
Hucurat 49/ 15 Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık =doğru olanların ta kendileridir.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne).
Tevbe 9/24 De ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler sizin için Allah'tan, elçilerinden ve O'nun yolunda mücadele /cihad etmekten daha sevimliyse Allah buyruğunu bildirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.
قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâratun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye'tiyallâhu bi emrihî, vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn
-----------------
Yapılacak ibadetler ilki kuran okumak
AYETİN İKİNCİ BÖLÜMÜNDE
2-Müzzemmil 73/20 Artık On'dan kolayınıza geleni kıraat edin ↔ okuyunuz.
فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ
fakraû mâ teyessere minhu
2- O hâlde, On'u kolayınıza geldiği (mümkün olan her vakitte ) kıraat edin↔okuyun
----------------------------------------
AYETİN İLK BÖLÜMÜNDE
1-Müzzemmil 73/20 Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni kıraat edin ↔ okuyunuz.
فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ
fakraû mâ teyessere minel kur’ânî,
1-Okuyabileceğiniz miktar okuyun
Kamer 54/17-22-32-40 :And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Ve lekad yessernâl kur’âne liz zikri fe hel min muddekir
Nisa 4/82 Hâla Kur'an üzerinde tedebbür inceleyip gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok çelişkiler bulurlardı.
أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا
E fe lâ yetedebberûnel kur’ân.Ve lev kâne min indi gayrillâhi le vecedû fîhihtilâfen kesîrâ
Neml 27/92 Ve ben, Kur'ân'ı insanlara okuyup ulaştırmakla da emrolundum. Artık Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendisi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, O zaman De ki .Ben sadece bir uyarıcılardanım !
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn
Neml 27/93 De ki :Her şeyi güzel yapan el-Hamid olan Allah'a aittir O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve kulil hamdü lillahi seyüriküm ayatihı fe ta´rifuneha ve ma rabbüke bi ğafilin amma ta´melun
Neml 27/92 Ve ben, Kur'ân'ı insanlara okuyup ulaştırmakla da emrolundum. Artık Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendisi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, O zaman De ki .Ben sadece bir uyarıcılardanım !
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn
Neml 27/93 De ki :Her şeyi güzel yapan el-Hamid olan Allah'a aittir O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve kulil hamdü lillahi seyüriküm ayatihı fe ta´rifuneha ve ma rabbüke bi ğafilin amma ta´melun
2- Namaz kılmak
Nur 24/37; Öyle insanlar vardır ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah’ı zikirden, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâiz zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhil kulûbu vel ebsâr(ebsâru).
Bakara 2/239.Eğer korkarsanız namazı, yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca da bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi namaz kılarak Allah’ı anın.
فَإنْ خِفْتُمْ فَرِجَالاً أَوْ رُكْبَانًا فَإِذَا أَمِنتُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَمَا عَلَّمَكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ(rukbânen), fe izâ emintum, fezkurûllâhe kemâ allemekum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nisa 4/ 101 Yeryüzünde adım attığınızda yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda, kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.
وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû. İnnel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen).
Nisa 4/ 102 İçlerinde olur da onlar için namazı tam kılarsan onların bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar ve silahlarını kuşansınlar; secdeyi yaptıktan sonra etrafa çekilsinler. Bu defa namazı kılmamış öbür kısım gelsin, seninle namaz kılsınlar, tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kâfirler ister ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da üzerinize ani bir baskın yapsınlar. Yağmurdan zarar görür veya hasta olursanız silahlarınızı bir yere koymanızda bir günah yoktur; ama tedbiri elden bırakmayın. Allah o kâfirlere küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.
وَإِذَا كُنتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلاَةَ فَلْتَقُمْ طَآئِفَةٌ مِّنْهُم مَّعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُواْ فَلْيَكُونُواْ مِن وَرَآئِكُمْ وَلْتَأْتِ طَآئِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّواْ فَلْيُصَلُّواْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُواْ حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُم مَّيْلَةً وَاحِدَةً وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِن كَانَ بِكُمْ أَذًى مِّن مَّطَرٍ أَوْ كُنتُم مَّرْضَى أَن تَضَعُواْ أَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُواْ حِذْرَكُمْ إِنَّ اللّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ
Nisa 4/103 Namazınızı kılarken Allahı anın ayakta iken, otururken ve yanınız üzerinde uzanarak ve yeniden güvenliğinizi sağladığınızda namazlarınızı (eksiksiz) eda edin. Namaz, bütün müminler için günün belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلاَةَ فَاذْكُرُواْ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ فَإِذَا اطْمَأْنَنتُمْ فَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا
okunuşu Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Ankebut 29/45 :Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar fahşadan ve münkerden /kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَۖ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِۗ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn
Türkçe konuşanlar salât’a “namaz” derler. Namaz,Farsça ibadet anlamına gelen nemaz’dan Türkçe’ye geçmiştir (Lisan'ul-Arab) uzman alimleri tarafından 18 kadar anlamı tesbit edilmiştir.
Arapça da Salat kelimesinin kök harfleri s-l-v ve s-l-y dir.Bu kökten türeyen kelime ve fiillerin kullanım biçimleri farklı anlamlarda kullanılmıştır.Salla yusalli kök anlamında yaslanmak dayanmak vardır Alla'ha yaslanmak tercihlerini Allahtan yana belirmek.
Es-salat kelime kök anlamlarından : Bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmak
Destek olmak gibi anlamlara sahiptir Her müminin sürekli yapması gereken ve hiç bir şart altında terk edemeyeceği tek ibadettir. Sadece şekilsel değildir.
Beyyine 98/5 Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dînul kayyimet=.dosdoğru dindir.
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeti.
Bakara 2/152 Öyleyse yalnızca Beni anın, Ben de sizi anayım; ve yalnızca Bana şükredin ve nankörlük etmeyin.
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn(tekfurûni).
Bakara 2/ 83 Hani İsrailoğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve miskinlere iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve yüz çeviriyorsunuz.
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ
Ve iz ehazna misaka benı israıle la ta´büdune illellahe ve bil valideyni ıhsanev ve izl kurba vel yetam vel mesakıni ve kulu lin nasi husnev ve ekıymus salate ve atüz zekah* sümme tevelleytüm ila kalılem minküm ve entüm mu´ridun
Meryem 19/31 Nerede olursam olayım, beni mübarek kılacaktır.Hayatta olduğum sürece bana namaz ve zekat görevi yükledi.
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا
Ve cealenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ(hayyen).
Şura 42/13 Allah Nuh'a ne emretmişse onu,sizin için bu dinin kuralı yapmıştır , Sana vahyettiğimiz , İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini şudur '' Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey, Allah’a ortak koşanlara ağır geldi ,Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir“
شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ
3- Zekat Vermek
Müzzemmil 73/20 Zekâtı verin
وَآتُوا الزَّكَاةَ
ve âtûz zekâte
Kur’an’da mali yükümlülükler ile ilgili olarak temelde üç kavram karşımıza çıkar; infak, sadaka, zekat.
Kur’an’da pek çok ayette iman, namaz ve zekât kavramları birlikte zikredilmiştir. İslam’da ruhun temizlenmesine vesile olan namaz ve malın temizlenmesini sağlayan zekâtla birlikte bir yaşam biçimi ortaya konulmaktadır. Bu yaşam biçimi, sahip olduğu her şeyi Allah’tan bilen ve O’ndan gelmiş olan her türlü nimetin bir kısmını Allah’ın diğer kulları ile paylaşmayı görev kabul eden bir imana dayanır. İslam’da emredilen zekât miktarına bir alt sınır koyulmuş daha fazlası insanın kendisine bırakılmış ve bu yolda insanlar birbiriyle yarışmaya teşvik edilmiştir.
İnfak, sadaka ibadetinin hem zorunlu olan zekât boyutunu ,hem de zorunlu olmayan ve müminin bilinç, şuur derecesini gösteren gönüllülük esasına dayanan harcama boyutunun tamamını kapsamaktadır.
Allah-ın bütün elçilere verdiği emirlerin arasında "zekatı verin" emri de girmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de. Zekât, 28'i namazla birlikte olmak üzere 32 yerde zekât emri bulunmaktadır.
Zekât kelimesinin türetildiği “zekâ” fiili sözlükte, artma , çoğalmak, geliştirmek arındırma, övgü yüceltme ve bereket gibi anlamları ifade eder. Zekât, gelişme ve artma anlamlarına geldiği için Arapça’da “ekin gelişti, arttı” anlamında “zekâ ez-zer’u” denir. Malın bir miktarının verilmesine de zekât denmiştir. Çünkü o dünyada malın artmasına ve âhirete yönelik sevap verilmesine sebeptir.
Zekkâ :Zekat kelimesinin türevlerindendir. Z-k-v: asıl anlamı “artma, gelişme, temizleme ve bereketlenmedir”.Zekât: Verdikçe arttığı için bu kökten gelmektedir.nefsi, inkâr, cehâlet, yanlış inanç ve fena huylar gibi tüm kötülüklerden arındırarak kendini geliştirdi. manen bereketlendi anlamındadır.
Kur'an'da zekka -tezkiye arınmak ve artmak kalıplarıyla mali ekonomik olarak yapılan ibadet maldaki arınmışlığı sağlayan özelliğine vurgu yapılır
Zekat,zengini bencillik, cimrilik, mala ve servete karşı aşırı hırs, katı kalplilik gibi nefsani hareketlerden ve kötü alışkanlıklardan korur, cömert ve eli açık yapar. Zekât malı azaltmaz, aksine bereketlenmesine ve artmasına vesile olur. Zekat, meyve ağaçlarında ve üzüm bağlarındaki yoz filiz ve dalları budamak gibidir.
Zekât da namaz gibi temel ibadetlerdendir. Namaz ruhun temizlenmesini, zekât da malın temizlenmesini sağlar. Biri manevi, öteki maddi temizliği sağladığından genelde zekât namaz ile birlikte anılmıştır.
Ayrıca zekâtın bir anlamı da arınmadır. Bunda namazın, ruhu arındırdığı mesajı verilir. Nitekim A'lâ Suresinde "Tezekkî eden (arınan, zekât veren); Rabbinin adını anarak, sadece Allah'ı düşünerek namaz kılan insanın felah bulduğu" vurgulanmaktadır.
Örneğin “Beni af et” demek “Benden sadır olan fazlalığı görme, hoş gör” demek oluyor. Keza afiyet olsun (aldığın fazlalık sana iyi gelsin), afedersiniz (fazlalık yapıyorum ama…), muaf olmak (fazlalıktan hariç tutmak), muafiyet sınavına girmek (ek/fazla sınava girmek) kelime ve deyimleri bu manadadır.
Hepsinde de fazlalık manası vardır. Zekat kökünden gelen kelimeler de aynen böyle. Mesela tezkiye olmak üzerinden fazlalığın alınması demek oluyor. “Mahkemede tezkiye oldum” dediğinizde “Üzerime atılı/ azlalık duran suçtan arındım, temizlendim, o fazlalığın bana ait olmadığı anlaşıldı” demiş oluyorsunuz.
Salat ve Zekat:
Salat; Kulun Allah’a karşı sorumluluğu, Zekat Kulun topluma karşı sorumluluğudur.
Namaz; Duygu ve düşünceye istikamet verir, Zekat; mal ve servete istikamet verir.
Namaz; kötülüklerden alıkoyar, Zekat; dünyevileşmekten alıkoyar.
Namaz ve zekat; iki kanattır. İnsan, hayatyolculuğunda ancak bu iki kanatla uçabilir.
Bakara 2/ 43 Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin!
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ
Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn
Bakara 2/ 44 İnsanlara iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Ve kitabı okumaktasınız. Sizin Aklınız mı yok, düşünmez misiniz?
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn
Nur 24/36 Bu kandil bir takım evlerdedir ki, Allah o evlerin yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu tesbih ederler
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
Fî buyûtin ezinallâhu en turfea ve yuzkere fîhesmuhu yusebbihu lehu fîhâ bil guduvvi vel âsâl(âsâli).
Nur 24/37 Öyle adamlar ki , ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah’ı zikirden, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâiz zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhil kulûbu vel ebsâr
Sadaka ve zekatın temizleyici ve arındırıcı özelliğinden bahsetmektedi
Tevbe 9/103 Onların mallarından,zekât /sadaka al, bununla onları tutahhiruhum ↔temizlemiş ve tuzekkîhim ↔, arındırmış olursun.ve Onlara sürekli destek ol. Çünkü senin desteğin onlar için sükûnettir. Vallâhu semîun alîm ↔Allah her şeyin, herkesin özünü bilen mutlak bilgi sahibi olarak olup biten her şeyi işitmektedir.
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm
Zekat insanın malını arındırdığı gibi, insanıda arındırır zengini bencillik, cimrilik, mala ve servete karşı aşırı hırs, katı kalplilik gibi kendisini bu hareketlerden ve kötü alışkanlıklardan korur, cömert ve eli açık yapar.İnsanı harama yaklaşmaktan ve azmaktan kurtarır.
Sems 91/ 8 Sonra da Ona takva kabiliyeti =korunma ve Fucur, kötülük kabiliyeti ilham edene andolsun ki,
فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sems 91/ 9 Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur.
قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
Kad efleha men zekkâhâ.
Sems 91/ 10 Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.
وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
Ve kad hâbe men dessâhâ.
Tam anlamıyla ,kimin arınmış olduğunu Ahirette belli olacaktır
Sürekli Kendini temize çıkaranlar kur'an'da kınanmaktadır
Nisa 4/49 Baksana kendilerini temize çıkaranlara! Ama hayır Allah dilediğini temize çıkarır ve kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنفُسَهُمْ بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً
E lem tera ilâllezîne yuzekkûne enfusehum. Belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ
Nur 24 / 21 Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına tâbî olmayın! . Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o fahşâ hayâsızlığı ve münkeri emreder. Eğer Allah’ın size fazlı ve merhametinden ikramı olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı .Fakat Allah, dilediğini tercih edeni kimseyi temiz kılar. Allah Semî’dir=her şeyi işitir, Alîm’dir= her şeyi bilir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm
Zekâ ve yuzekki : temiz anlamı verilmiş.Ancak bu zekat kelimesinin türevleridir. asıl anlamı şudur: Nasıl sahip olduğu malının zekatını ,hem kendini, hem malını geliştirmiş ,artırmış ve kendiside arındırmış oluyorsa.Allah'ın koyduğu kanunlara uyanların gelişmesi demek duyarlılığı artması,maddi ,manevi pisliklerden arınmış temizlenmiş olur.Arapçada temiz kelimesi tayyiptir .Bu Ayette Zekâ ve yuzekki kelimesi geldiği için, arınmış geliştirmiş artırmış demek kelimenin kur'an'daki kullanıma aslına uygun olur.
Tezkiye etmenin başka manası bereketlendirmektir. Bitkinin gelişmesi ve büyümesi tezekkadır. Bu takdirde birinde kirleri kaldırıyorsun, diğer taraftan gelişmesini ve büyümesini sağlıyorsun.
Bakara süresi 2/276 Allah faizli işleri daraltır ,zekatları ve sadakaları artırır .Allah ayeti görmemizlik eden şuçluların sevmez
َمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ
Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât(sadakâti), vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm.
Rum 30/39 İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz Ribâ” /faiz Allah katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü rızasını isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte sevablarını ve gelirlerini kat kat arttıranlar onlardır.
وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâhi, ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn(mud’ıfûne)
Kur’an’da pek çok ayette iman, namaz ve zekât kavramları birlikte zikredilmiştir. İslam’da ruhun temizlenmesine vesile olan namaz ve malın temizlenmesini sağlayan zekâtla birlikte bir yaşam biçimi ortaya konulmaktadır. Bu yaşam biçimi, sahip olduğu her şeyi Allah’tan bilen ve O’ndan gelmiş olan her türlü nimetin bir kısmını Allah’ın diğer kulları ile paylaşmayı görev kabul eden bir imana dayanır. İslam’da emredilen zekât miktarına bir alt sınır koyulmuş daha fazlası insanın kendisine bırakılmış ve bu yolda insanlar birbiriyle yarışmaya teşvik edilmiştir.
-----------------
Sadakanın görevi ikidir. Biri islam uymayan, haksızlıkları önlemek, yoksulluğu gidermek, herkese yaşama imkânını sağlamaktır. Diğeri ise islam ülkesinin devletinin imarını artırması , daha çok nüfusu besleyecek hâl alması nüfus artması demek her şey de gelişme çoğalma gerçekleşiyor.
Mü'minun 23/1 Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
Kad eflehal mu’minûn
Mü'minun 23/2 Onlar ki; namazlarında huşû içerisindedirler
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ
Ellezîne hum fî salâtihim hâşiû
Mü'minun 23/3 Öyle mü'minler ki onlar boş lâkırdılardan yüz çevirirler
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
Vellezîne hum anil lagvi mu’ridûn
arınmak için yapılması gerekeni yaparlar;
Mü'minun 23/4 Onlar ki,Zekatı, verenlerdir.
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ
Vellezîne hum liz zekâti fâilûn
Mü'minun 23/5 Ve onlar, iffetlerini koruyanlardır.
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ
Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn
-------------
Necm 53/32 İyilik işleyenler kebair el ismi ↔ büyük günahlardan ve fevâhışe↔çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece el lememe ↔küçük kusurları olabilir. Senin Rabb'inin .magfireti vasi ↔geniş kapsamlıdır. O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir. Öyleyse kendinizi tuzekku ↔temize çıkarmayınız. Çünkü o kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir.
الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe illâl lemem inne rabbeke vâsiul mağfirati, huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Bakara süresi 2/276 Allah faizli işleri daraltır ,zekatları ve sadakaları artırır .Allah ayeti görmemizlik eden şuçluların sevmez
َمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ
Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât(sadakâti), vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm(esîmin).
Mearic 70/ 24 Onlar ki, malları üzerinde belirli kimselerin hakkı olduğunu bilirler
وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ
Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm
Zariyat 51/ 19 Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi.
Beyyine 98/ 5 Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a halis kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru din budur.
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeti.
===============
4= Karzen hasenen: Karz ödünç vermek demektir.Karşılığını Allah’tan bekleyerek, malın iyisinden, helalinden gönül hoşluğu ile gösterişsiz olarak Allah yolunda vermektir.Bu da Allah’a vermek gibidir Sırf Allah rızası için darda kalmış müslümana borç vermek veya tahsilinde kolaylık sağlamak da böyledir. (Beydâvî).
Müzzemmil 73/20 Karzen Hasenen↔Allah’a güzel bir borç verin.
وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا
ve akridullâhe kardan hasenen,
------BORÇ VERMENİN EN GÜZELİ: KARZ-I HASEN--------
Kur’an, borç verme ile ilgili bir kaç kelime kullanıyor.Bunlardan birisi ‘deyn’, diğeri ise karz-ı hasen’dir.Türkçedeki borç anlamında kullanılıyor. Her iki âyet de miras taksiminden bahsetmektedir. “Mirasta hak sahiplerinin payları ölenin vasiyet ve borcu (deyn) düşüldükten sonra şu kadardır” diye hükme bağlanıyor.
Kur’an ‘deyn’i, kişiler arasında belli şartlarda yapılan borçlar hakkında kullanmakta ve işin ahlâkî boyutuna temas etmemektedir. ‘Deyn” kelimesinin geçtiği âyetlerde ne borç vermeye bir teşvik, ne de borç verene bir övgü yer alıyor.
karz-ı hasen böyle değil. Kur’an ‘karz-ı hasen’i teşvik ettiği gibi bunu yapanları da övüyor. Buradaki incelik dikkat çekicidir.
Din kelimesinin aslı işte bu ‘deyn’ masdarıdır.
İlginçtir Kur’an’da din Allah’a borçluluğu ifade ederken, karz-ı hasen de geldiği bütün yerlerde Allah’a nisbetle yer almaktadir.
Din; hem alacak-verecek, hem de boyun eğme-eğdirme manasına gelir. Borç ve alacakların hesapları görülüp karşılığı (ceza) verildiği için hesap gününe “yevmü’d-din-din günü”, efendisine borçlu olduğu için köleye ‘medîn’ denilmiştir.
ed-Din, Allah-insan-servet ilişkisinin ele alındığı bağlamda ‘insanın Allah’a karşı fıtrî borçluluğu’ anlamına gelir. Aslında iman kişinin Allah’a olan borcunu ikrar, küfürse borcunu inkâr halidir.[2]
Karzen Hasenen: Karz ödünç vermek demektir.Karşılığını Allah’tan bekleyerek, malın iyisinden, helalinden gönül hoşluğu ile gösterişsiz olarak Allah yolunda vermektir.Bu da Allah’a vermek gibidir (Beydâvî). Sırf Allah rızası için darda kalmış müslümana borç vermek veya tahsilinde kolaylık sağlamak da böyledir.
Bir yardımın karzı hasen olması için şu özellikleri taşıması gerektiği ifade edilmiştir.
(1) Sarf edilecek malın helal maldan olması lazımdır.
(2) Kişinin sahip olduğu malın en iyisinden olmalıdır.
(3) Karzı hasen sahibi sıhhatli, yaşama ümidi besleyen, fakirlik korkusu içinde tutumlu hareket eden birisi olmalıdır.
(4) Malı, en muhtaç ve en uygun olana vermelidir.
(5) Verdiği malı gizlemeli, açığa vurmamalıdır.
(6) Arkasından başa kakmamalı, eziyet etmemelidir.
(7) Maksadı sırf Allah rızası olmalıdır.
(8) En sevdiği malından vermelidir.
(9) Malı, fakire evine götürerek vermek suretiyle onu en fazla memnun edecek yöntemi seçmelidir. (Elmalılı)
Hadid 57/11 Kim Allah’a Karzen hasen=güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona çok kerim = cömertçe verilecek ecir de vardır.
مَن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُ أَجْرٌ كَرِيمٌ
Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun kerîm
Bakara 2/ 245 Allah'a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz.
مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا ﴾كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Menzellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehû ed’âfen kesîrah, vallâhu yakbidu ve yebsut ve ileyhi turceûn
Bakara 2/244 Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah Sem’î hakkıyla işitendir ve Alîm hakkıyla bilendir.
وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Ve kâtilû fî sebîlillâhi va’lemû ennallâhe semîun alîm
Tegabun 64/17 Eğer Allah'a karz-ı hasen güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah;Eş- Şekur’dur çok şükredilendir, şükrün karşılığını verendir , Halîm’dir. eşsiz hoş görü sahibidir
إِن تُقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ شَكُورٌ حَلِيمٌ
İn tukridûllâhe kardan hasenen yudâıfhu lekum ve yagfir lekum, vallâhu şekûrun halîm
Kur’an’da 6 ayette geçen “Kardan hasenen” yani Allah’a borç vermek
Hadid 57/18 Şüphesiz sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükafat vardır
إِنَّ الْمُصَّدِّقِينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَأَقْرَضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ أَجْرٌ كَرِيمٌ
İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradûllâhe kardan hasenen yudâafu lehum ve lehum ecrun kerîm
========
İnsan 76/9 Biz size, ancak li vechillâhi =Allah'ın yüzü rızası için yedirmekteyiz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir teşekkür
إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا
İnnema nut´imukum livechillahi la nuriydu minkum cezaen ve la şukuren.
İnsan 76 /10 'Biz, zor ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız.' derler.
إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا
İnna nehafu min rabbina yevmen ´abusen kamtariyren.
İnsan 76 / 11 Derken Allah da korumuştur onları, bugünün şerrinden ve yüzlerine bir parlaklık, gönüllerine bir sevinçtir, vermiştir.
وَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
Fevekahumullahu şerre zalikelyevmi ve lakkahum nadreten ve sururen.
Zekat oranları 1/40 1/10 1/30
Altın, gümüş, para, ticaret malları ile koyun ve keçiden 1/40 oranında,
İnek, manda ve benzeri büyükbaş hayvanlardan 1/30 oranında,
Devenin zekatı olarak ise 5 deve için 1 koyun verilir.
Tarım ürünlerinden 1/10 oranında (Aşar) zekat verilir.
Eğer bir kimse bu ürünleri yetiştirirken para harcayarak sulama yapıyorsa 1/20 oranında zekat verir.
Kira geliri getiren ev, dükkan, fabrika, motorlu araçlar, makine gibi malların net gelirlerinden 1/10 veya brüt gelirden 1/20 oranında zekat vermek gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder