Bu Blogda Ara
30 Kasım 2017 Perşembe
27-NEML
Kuran-ı Kerim’in 27. sûresidir.
Nüzûl sıralamasına göre 48,
Âyetlerinin sayısı 93’ tür
İndiği Dönem:Genelin görüşüne göre Mekke’de nâzil olmuştur.
Süre İsmi : Arapça en-neml sözcüğü “karınca” anlamını taşır.18. ayette Süleyman aleyhisselâmın ordusuna yol veren karıncalardan söz edildiği için sûre bu ismi almıştır.Şuarâ sûresi Ta Sin Mim ile başlar. Neml sûresi de Tâ Sîn ile başlar. Bu sûreyi takip eden Kasas sûresi de Tâ Sîn Mîm ile başlıyor. Kitabımızda böyle birlikteliği olan sûreler vardır.Neml Suresi üçüncü miûn grubunun sekizinci sûresidir el-Miûn Ayetleri 100’den fazla veya bu civarda olan surelere denir
19.Cüz
Rahman ve Rahim olan Allah Adıyla
Neml 27/1 Tâ-Sîn. Bunlar Kur’an’ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
طس تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ
Tâ sîn, tilke âyâtul kur’âni ve kitâbin mubîn
Neml 27/2 Mü'minler için bir hidayet ve müjdedir.
هُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Huden ve buşrâ lil mu’minîn
Neml 27/3 Onlar namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar ahirete yakîn inanırlar.
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhırati hum yûkınûn(yûkınûne).
Neml 27/4 Şüphesiz, ahiret hayatına inanmayanların, işlerini güzel göstermişizdir de,
o yüzden bocalayıp dururlar.
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ أَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَ
İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhirati zeyyennâ lehum a’mâlehum fe hum ya’mehûn(ya’mehûne).
Neml 27/5 İşte azabın en kötüsü onlaradır ve onlar ahirette de en büyük kayba uğrayanlardır.
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ
Ulâikellezîne lehum sûul azâbi ve hum fîl âhırati humul ahserûn(ahserûne).
Neml 27/6 Şüphesiz Kur'an sana hakim ve alim olanın katından iletilmektedir.
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
Ve inneke le tulekkal kur’âne min ledun hakîmin alîm
Neml 27/7 Hani Musa ailesine: 'Ben bir ateş gördüm. Oradan size bir haber veya bir ateş koru getireceğim. Olur ki ısınırsınız' demişti.
إِذْ قَالَ مُوسَى لِأَهْلِهِ إِنِّي آنَسْتُ نَارًا سَآتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ آتِيكُم بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَّعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
İz kâle mûsâ li ehlihî innî ânestu nârâ(nâren), se âtîkum minhâ bi haberin ev âtîkum bi şihâbin kabesin leallekum tastalûn(tastalûne).
Neml 27/ 8 Oraya geldiğinde şöyle nida edildi:Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, Sübhan’eksikliklerden münezzehtir!
فَلَمَّا جَاءهَا نُودِيَ أَن بُورِكَ مَن فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fîn nâri ve men havlehâ, ve subhânallâhi rabbil âlemîn
Neml 27/ 9 “Ey Mûsâ! Gerçek şu ki, ben aziz'im mutlak güç sahibi , Hakîm olan Allah’ım.
يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Yâ mûsâ innehû enallâhul azîzul hakîm(hakîmu).
Neml 27 /10 Asanı at ! Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. Ey Musa, korkma; çünkü Elçilerim benim yanımda korkuya kapılmazlar.
وَأَلْقِ عَصَاكَ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ يَا مُوسَى لَا تَخَفْ إِنِّي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَ
Ve elkı asâke, fe lemmâ raâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudbiran ve lem yuakkıb, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn
Neml 27 /11 “Ancak kim zulmeder sonra işlediği kötülüğü yerine iyilik yaparsa, bilsin ki Ben, Gafûr’um günahları örterek, bağışlayıcıyım; Rahîm’im ikramım bol merhamet sahibiyim.”
إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُوءٍ فَإِنِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun rahîm(rahîmun).
Neml 27 /12 “Elini koynuna sok da kusursuz, bembeyaz çıksın. ,Firavun ve kavmine karşı Dokuz mucize ile git! Çünkü onlar fasık bir kavim olmuşlardır.”
وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Ve edhıl yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sûin fî tis’ı âyâtin ilâ fir’avne kavmihî, innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).
Neml 27/13 Onlara belgelerimiz açık olarak gelince: 'Bu apaçık bir büyüdür' dediler.
فَلَمَّا جَاءتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Fe lemmâ câethum âyâtunâ mubsıraten kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Neml 27/14 İçlerinde en küçük şüphe olmadığı halde zulüm ve büyüklenme yüzünden onları bile bile inkâr ettiler.Mufsidlerin/ bozguncuların akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak!
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ(uluvven), fenzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
Neml 27/15 Andolsun biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. Onlar da: 'Bizi mü'min kullarının çoğuna üstün kılan,Her şeyi güzel yapmak Hamid olan Allah'a mahsustur. dediler.
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَى كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ
Ve lekad âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ(ilmen), ve kâlâl hamdu lillâhillezî faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil mu’minîn
Neml 27/16 Süleyman Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: 'Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir fazldır.'
وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhân nâsu ullimnâ mentıkat tayrı, ve ûtînâ min kulli şey’in, inne hâzâ le huvel fadlul mubîn(mubînu).
Neml 27/17 Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.
وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Ve huşire li suleymâne cunûduhu minel cinni vel insi vet tayrı fe hum yûzeûn(yûzeûne).
Neml 27/18 Nihayet karınca vadisine geldiklerinde bir karınca dedi ki: 'Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezmesinler.'
حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli kâlet nemletun yâ eyyuhân nemludhulû mesâkinekum, lâ yahtımennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Neml 27/19 Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı nasib et ve beni ikramınla salih kulların arasına kat."
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes
Neml 27/20 Kuşları denetledi ve dedi ki: 'Neden Hudhud'u göremiyorum? Yoksa kayıplardan mı oldu?
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ
Ve tefekkadat tayra fe kâle mâliye lâ erâl hudhude em kâne minel gâibîn(gâibîne).
Neml 27/21 "Onu gerçekten şiddetli azablandıracağım, veya onu boğazlayacağım Ya da bana kesin olarak apaçık olan bir delil getirmelidir."
لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Le uazzibennehu azâben şedîden ev le ezbehannehû ev le ye’tiyennî bi sultânin mubîn(mubînin).
Neml 27/22 Çok geçmeden geldi ve dedi ki: 'Senin öğrenemediğin bir şeyi ben öğrendim ve Sebe'den sana yakin bir haber getirdim.
فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ
Fe mekese gayra baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhıt bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn(yakînin).
Neml 27/23 Sebe'lilere hükmeden bir kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay verilmiş, kocaman bir arşı /tahtı var
إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ
İnnî vecedtumraeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey’in ve lehâ arşun azîm(azîmun).
Neml 27/24 Onu ve halkını , Allah'ı bırakıp güneşe secde eder buldum. Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.
وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ
Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn
Neml 27/25 Göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah’a, nasıl secde etmezler?
أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
Ellâ yescudû lillâhillezî yuhricul hab’e fîs semâvâti vel ardı ve ya’lemu mâ tuhfûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne)
Neml 27/26 Allah,.. O'ndan başka ilah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."SECDE ÂYETİ
اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ*
Allahü la ilahe illa hüve rabbül arşil aziym
Neml 27/27 Dedi ki: 'Bakacağız, doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mı oldun!
قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
Neml 27/28 "Bu yazdığım mektubu götür ve onlara ver. Sonra onlardan dönüp uzaklaş ve onları gözetle. Nasıl bir tepki verecekler?" dedi.
اذْهَب بِّكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
İzheb bi kitabi haza fe elkıh ileyhim sümme tevelle anhüm fenzur maza yarciun
Neml 27/29 Dedi ki: 'Ey ileri gelenler! Bana gerçekten kerim/kıymetli bir mektup bırakıldı.
قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ
Kâlet yâ eyyuhâl meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
Neml 27/30 "Mektup Süleyman'dandır, rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla dır.
إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahiy
Neml 27/31 'Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslim olarak bana gelin'
أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
Ellâ ta’lû aleyye ve’tûnî muslimîn(muslimîne).
Neml 27/32 Dedi ki: 'Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin. Siz şahitlik etmedikçe ben hiçbir işe kesin karar vermem.'
قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ
Kâlet yâ eyyuhâl meleu eftûnî fî emrî, mâ kuntu kâtıaten emren hattâ teşhedûni
Neml 27/33 Dediler ki Biz ;çok kuvvetli ve şiddetli savaş gücü sahibiyiz.,Ve Sen bak ne emir vereceksen ver.
قَالُوا نَحْنُ أُوْلُوا قُوَّةٍ وَأُولُوا بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ
Kâlû nahnu ulû kuvvetin ve ulû be’sin şedîdin vel emru ileyki fanzurî mâzâ te’murîn
Neml 27/34 Dedi ki: 'Doğrusu “Krallar bir beldeye girdiklerinde orayı bozguna uğratırlar. Ve halkın izzet sahibi büyüklerini de zillete düşürürler. Onlar işte böyle yaparlar.
قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleten, ve kezâlike yef’alûn
Neml 27/35 Ve muhakkak ki ben onlara hediye göndereceğim. Böylece bakalım elçiler ne ile dönecekler
وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn
Neml 27/36 Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; Hayır,siz, verdiğiniz hediye ile övünürsünüz.
فَلَمَّا جَاء سُلَيْمَانَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍ فَمَا آتَانِيَ اللَّهُ خَيْرٌ مِّمَّا آتَاكُم بَلْ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ ﴿
Fe lemmâ câe suleymâne kâle e tumiddûneni bi mâlin fe mâ âtâniyallâhu hayrun mimmâ âtâkum, bel entum bi hediyyetikum tefrahûn
Neml 27/37 Sen onlara dön. Bundan sonra mutlaka biz onlara karşı koyamayacakları ordularla gelir ve onları oradan küçük düşürülmüş ve zillet bir halde çıkarırız.'
رْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn
Neml 27/38 Dediki 'Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmuş halde bana gelmeden önce, hanginiz onun arşını /tahtını bana getirir?' dedi.
قَالَ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
Kâle yâ eyyuhâl meleu eyyekum ye’tînî bi arşihâ kable en ye’tûnî muslimîn
Neml 27/39 Cinlerden bir ifrit: 'Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Gerçekten gücü yetecek güvenilir biriyim' dedi.
قَالَ عِفْريتٌ مِّنَ الْجِنِّ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ
Kâle ıfrîtun minel cinni ene âtîke bihî kable en tekûme min makâmike ve innî aleyhi le kaviyyun emîn
Neml 27/40 Kitaptan bir ilmi bulunan kimse, “Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getirebilirim” dedi. Süleyman, onu yanında durduğunu görünce, dediki “Bu, Rabbimin fazlıdır. Kendisine şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni imtihan için. Şükreden, kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, Rabbim ganiyyun kerim dir hiçbir şeye muhtaç değildir, çok ikram sahibidir.
قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm
Neml 27/41 Dedi ki: 'Onun için tahtını tanınmaz hale getirin. Bakalım nasıl yol bulacak. Yoksa yol bulamayanlardan mı olacak.
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ
Kâle nekkirû lehâ arşahâ nenzur e tehtedî em tekûnu minellezîne lâ yehtedûn
Neml 27/42 Böylece geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize Zaten daha önce bilgi verilmişti ve biz teslim /müslüman olmuştuk
فَلَمَّا جَاءتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ
Fe lemmâ câet kîle e hâkezâ arşuki, kâlet ke ennehu huve ve ûtînel ilme min kablihâ ve kunnâ muslimîn(muslimîne).
Neml 27/43Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu alıkoymuştu. Gerçekte o, inkâr eden bir kavimdendi.
وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعْبُدُ مِن دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِن قَوْمٍ كَافِرِينَ
Ve saddehâ mâ kânet ta’budu min dûnillâh(dûnillâhi), innehâ kânet min kavmin kâfirîn(kâfirîne).
Neml 27/44 Ona: 'Köşke gir' denildi. onu görünce derin bir su sandı ve bacaklarını sıvadı. 'O, camdan yapılmış dümdüz bir zemindir' dedi. 'Rabbim! Gerçekten ben kendime zulmetmişim. Süleyman'la beraber alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum' dedi.
قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَن سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُّمَرَّدٌ مِّن قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kîle lehâdhulîs sarha, fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîra, kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn
Neml 27/45 Andolsun biz Semud' , 'Allah'a kulluk edin' diye kardeşleri Salih'i gönderdik. Onlar hemen birbirlerine hasım iki zümre oldular.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Ve lekad erselnâ ilâ semûde ahâhum sâlihan eni’budûllâhe fe izâhum ferîkâni yahtesımûn(yahtesımûne).
Neml 27/46 Dedi ki: "Ey halkım!! Niçin hasenattan önce seyyiat için acele ediyorsunuz? Allah’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Böylece belki ikram görür ve merhamet edilirsiniz
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Kâle yâ kavmi lime testa’cilûne bis seyyieti kablel haseneti, lev lâ testagfirûnallâhe leallekum turhamûn(turhamûne).
Neml 27/47 Onlar, dediler ki: “Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.” Sâlih, “Size çöken uğursuzluğun sebebi Allah katındandır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz” dedi
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَ قَالَ طَائِرُكُمْ عِندَ اللَّهِ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
Kâlût tayyarnâ bike ve bi men meake, kâle tâirukum indallâhi bel entum kavmun tuftenûn(tuftenûne).
Neml 27/48 O şehirde dokuz adam vardı ki, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor, düzen sağlamıyorlardı.
وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtın yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
Neml 27/49 Allah'a kasem ederek dediler ki: 'Muhakkak gece ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim sonra velisine: 'Biz onun ailesinin helakına tanık olmadık ve gerçekten biz sadık /doğru söyleyenleriz' diyelim.'
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللَّهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَأَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّهِ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ أَهْلِهِ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidnâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Neml 27/50 Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Biz de onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. fakat onlar farkına varmazlar.
وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Ve mekerû mekran ve mekernâ mekran ve hum lâ yeş’urûn
Neml 27/51 Bak, onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerin tamamını helâk ettik.
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ
Fanzur keyfe kâne âkıbetu mekrihim ennâ demmernâhum ve kavmehum ecmeîn(ecmeîne).
Neml 27/52 İşte zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için bir ibret/ ayet vardır.
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُوا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Fe tilke buyûtuhum hâviyeten bimâ zalemû, inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Neml 27/53 İman edip Allah’a takvalı olanları ise kurtardık.
وَأَنجَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
Ve enceynâllezîne âmenû ve kânû yettekûn
Neml 27/54 Ve Lut da; hani kavmine demişti ki: "Siz, açıkça gördüğünüz halde, yine de o çirkin fâhışete /utanmazlığı yapacak mısınız?"
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاء بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te’tûnel fâhışete ve entum tubsırûn
Neml 27/55 “Siz kadınları bırakıp şehveten erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez / cahil / techelûne bir toplumsunuz.”
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاء بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
E innekum le te’tûner ricâle şehveten min dûnin nisâi, bel entum kavmun techelûn
20.Cüz
Neml 27/56 Kavminin cevâbı: 'Lût’un ehlini şehrinizden çıkarın! Çünki onlar, güya çok temiz insanlardır!' demekten başka bir şey olmadı.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِّن قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû ahricû âle lûtın min karyetikum innehum unâsun yetetahharûn
Neml 27/57 Ve Böylece biz de, O'nu ve ailesini kurtardık, yalnızca karısının geride kalanlar arasında olmasını gerekli gördük.
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِرِينَ
Fe enceynâhu ve ehlehû illâmraetehu kaddernâhâ minel gâbirîn
Neml 27/58 Üzerlerine de bir yağmur yağdırdık. Öyle bir yağmur ki Uyarılanların yağmurları ne kötü idi!
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
Ve emtarnâ aleyhim matarâ(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Neml 27/59 De ki: Her şeyi güzel yapmak Hamid olan Allah'a mahsustur. Ve selâm, onun seçtiği kullarının üzerine olsun.Allah mı daha hayırlıdır, ona şirk koştukları şeyler mi?
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ
Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn
Neml 27/60 Yahut gökleri ve yeri yaratan ve sizin için gökten yağmur indirip, onunla, gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Onun ağaçlarını yetiştirmeniz dahi sizin için mümkün değildir Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Doğrusu, onlar sapan bir toplumdur.
أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاء مَاء فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ
Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh(meallâhi), bel hum kavmun ya’dilû
Neml 27/61Yahut yeryüzünü karar kılma yeri yapan,aralarından ırmaklar kılan , onun için sarsılmaz dağlar vareden ve iki denizin arasına bir engel koyan kimdir? Yoksa Allah ile beraber bir başka ilâh mı? Hayır onların çoğu bilmiyorlar.
أَمَّن جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Em men cealel arda karâren ve ceale hılâlehâ enhâren ve ceale lehâ ravâsiye ve ceale beynel bahreyni hâcizâ ilâhun meallâh(meallâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Karâren : Arapçada karar yeri, karagah anlamına gelir.Türkçe karşılığı yeryüzünü oturmaya elverişli yerleşmeye, dinlenmeye uygun, mekânlar demektir.
Neml 27/62 Yahut darda kalana kendisine dua ettiği zaman icabet eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan kimdir? Yoksa Allah ile beraber bir başka ilâh mı? Ne kadar da kadar az tezekkür ediyorsunuz?
أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Em men yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yec’alukum hulefâel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
halife : arkadan gelip eskilerin yerini alanlar” mânasındadır.
Tezekkür التذكر zikr, kelimesinden türetilmiş,Geçmişe yönelik düşünce demektir. Düşünüp öğüt almak, ibret almak, ders çıkarmak demektir. Hatırlamaya ve hafızaya dayanır. Kelimenin kökü olan zikr, unutulmuş bir şeyi hatırlama gayreti demektir,Allah'ı ve kendinizi tanıtan bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz düşünemiyormusunuz anlamındadır
Neml 27/63 Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren, rüzgârları rahmetinden önce müjdeleyici olarak gönderen kimdir? Yoksa Allah ile beraber bir başka ilâh mı? Teâlallâhu ammâ yuşrikûn ↔Allah onların ortak koştuklarından Yücedir
أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Em men yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve men yursilur riyâha buşren beyne yedey rahmetihî, e ilâhun meallâh(meallâhi), teâlallâhu ammâ yuşrikûn
Teâlâ: Bu fiil Allah'ın eşsiz yüceliği ifade eder. Allah’ın yüceliğini insan aklının tasavuru alamayacağı kadar her şeyin üzerinde üstünlüğü hatırlatır.
Neml 27/64 Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı var!? De ki, “Eğer sadık /doğru söyleyenler iseniz burhanınızı getirin.”
أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Em men yebdeul halka summe yuîduhu ve men yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Neml 27/65 De ki: "Göklerde ve yerde olan gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilemezler.
قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Kul lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardıl gaybe illâllâh(illâllâhu) ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
Neml 27/66 Hayır, onların ahiret hakkındaki bilgileri tamamlandı ,Doğrusu onlar bundan şüphe içerisindedirler, daha doğrusu, ondan yana kördürler
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ
Beliddâreke ilmuhum fîl âhırati, bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ amûn
Not :Fiziksel körlük değildir .Âhiretle ilgili onca delil karşısında körlüğü tercih etmektedir onların anlayacak kavrayacak basiretleri yoktur anlamında
Neml 27/67 Ve İnkâr edenler dediler ki: 'Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı ? gerçekten biz yeniden çıkarılacak mıyız?
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Ve kâlellezîne keferû e izâ kunnâ turâben ve âbâunâ e innâ le muhracûn
Neml 27/68 “Andolsun, bizlere yapılan bu tehdit bizden önce babalarımız da yapılmıştır Bu, ancak eskilerin masallarından başka bir şey değildir.”
لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِن قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Lekad vuıdnâ hâzâ nahnu ve âbâunâ min kablu in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Neml 27/69 De ki: “Yeryüzünde dolaşın da mücrimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ
Kul sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkibetul mucrimîn(mucrimîne).
mucrimîn:günahkar suçlu anlamında artık günaha batmayı alışkanlık edinenler anlamındadır
Neml 27/70 Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُن فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
Ve lâ tahzen aleyhim ve lâ tekun fî daykın mimmâ yemkurûn
Neml 27/71 'Eğer sadık /doğru söyleyenlerseniz bu vaad ne zamandır?' diyorlar.
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdıkîn
Neml 27/72 De ki: “Belki de acele gelmesini istediğiniz şey sizi takip ediyordur.
قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ رَدِفَ لَكُم بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ
Kul asâ en yekûne radife lekum ba’dullezî testa’cilûn
Neml 27/73 Şüphesiz senin Rabbin insanlara karşı fazl sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Ve inne rabbeke le zû fadlın alân nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn
Neml 27/74 Şüphesiz senin Rabbin, onların göğüslerinde gizlediği şeyleri de, açığa çıkardıklarını da mutlaka bilir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn
Sudûr:her şeyin ön ve baş tarafı, sine, göğüs, bağır bölgesidir.Bu kelimeden gelen tekil olarak gelen sadr ise gögsün genişlemesi , iç aydınlanması, ferahlama, iç huzur anlamında kullanılır
Neml 27/75 Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki Kitab-ı Mübîn /apaçık bir kitapta olmasın.
وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Ve mâ min gâibetin fîs semâi vel ardı illâ fî kitâbin mubîn
Neml 27/76 Doğrusu bu Kur'an İsrailoğullarına hakkında ayrılığa düştüklerinin çoğunu yakussu ↔anlatmaktadır.
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
İnne hâzâl kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserallezî hum fîhi yahtelifûn
Neml 27/77 Muhakkak ki o mü'minler için bir hidayet ve bir rahmettir
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ
Ve innehu le huden ve rahmetun lil mu’minîn
Neml 27/78 Şüphesiz Rabbin onların aralarında kendi hükmünü verecektir. O el- aziz'dir mutlak güç sahibidir ,gizli açık her şeyi mükemmel bilen, el -alim'dir
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُم بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
İnne rabbeke yakdî beynehum bi hukmihî, ve huvel azîzul alîm
Neml 27/79 Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzerindesin
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
Fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), inneke alâl hakkıl mubîn(mubîni).
Neml 27/80 Muhakkak ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti işittiremezsin.,
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn
Neml 27/81 Ve sen körleri düştükleri dalâletlerinden çekip hidayete erdirici değilsin; Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletebilirsin, İşte müslim /müslüman olanlar bunlardır.
وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ
Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn
Müslüman :Bu kelimenin arapçası müslim'dir.Müslüman demektir.Her ikisinin anlamı da ''Teslim olan'' demektir.Vahiy işittiğinde ama, fakat ,demeden hiç tereddüt etmeden uyan müslüman'dır
Neml 27/82 Söz onların başlarına geldiği zaman ,yerden bir bir dâbbe çıkarırız ki.O, onlara, insanların ayetlerimize kesin bir inançla inanmadıklarını söyler.
وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِّنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten miel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn
Neml 27/83 O gün,Her ümmet içinden âyetlerimizi yalan sayanlardan bir grup, toplarız. Böylece onlar toplu olarak bir arada,sevkedilirler.
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِّمَّن يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmen yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn(yûzeûne).
Neml 27/84 Onlar geldikleri zaman,buyurur ki "Siz benim ayetlerimi, ilmen kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?"
حَتَّى إِذَا جَاؤُوا قَالَ أَكَذَّبْتُم بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمَّاذَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Hattâ izâ câû kâle e kezzebtum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ılmen em mâzâ kuntum ta’melûn
Neml 27/85 Zulmetmelerine karşılık, kendilerine o söz (azap)vaki oldu , artık konuşamazlar.
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِم بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنطِقُونَ
Ve vakaal kavlu aleyhim bimâ zalemû fe hum lâ yentıkûn
Neml 27/86 Geceyi dinlenmeleri için yarattığımızı ,gündüzü de aydınlık kıldığımızı göremediler mi? Şüphesiz bunda iman eden bir topluluk için ibretler/ âyetler vardır.
أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
E lem yerav ennâ cealnâl leyle li yeskunû fîhî ven nehâra mubsırâ(mubsıran), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minû
Neml 27/87 Sur'a üflendiği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yeryüzünde kim varsa korkuya kapılır. Hepsi boyun bükmüş olarak O'na gelirler.
وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ
Ve yevme yunfehu fîs sûri fe fezia men fis semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), ve kullun etevhu dâhırîn
Neml 27/88 Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın.Onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sağlam yapan, Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O,El-Habir yaptığınız her şeyin iç yüzünden haberdardır.
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Ve terâl cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merras sehâb(sehâbi), sun’allâhillezî etkane kulle şey’in, innehu habîrun bimâ tef’alûn
Neml 27/89 Kim hasenat/güzel bir iyilik getirirse ona ,ondan daha hayırlısı vardır. Ve onlar o gün, korkudan güvendedirler.
مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ, ve hum min fezein yevmeizin âminûn
Neml 27/90 Kim de seyyiat /kötülük getirirse onların da yüzükoyun nar-ı /ateşe atılırlar. Siz yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?'
وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve men câe bis seyyieti fe kubbet vucûhuhum fîn nâr(nâri), hel tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn
Neml 27/91 De ki: Ben ancak her şeyin sahibi olan ve Bu beldeyi hürmete lâyık kılan Rabbine kulluk etmekle emrolundum.Ve Bana "teslim olan,/ müslümanlardan olmam emredildi.
إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
İnnemâ umirtu en a’bude rabbe hâzihil beldetillezî harramehâ ve lehu kullu şey’in ve umırtu en ekûne minel muslimîn
Neml 27/92 Ve ben, Kur'ân'ı insanlara okuyup ulaştırmakla da emrolundum. Artık Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendisi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, O zaman De ki .Ben sadece bir uyarıcılardanım !
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Ve en etluvel kur’ân, fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn
Neml 27/93 De ki :“Her şeyi güzel yapmak el-Hamid olan Allah'a aittir O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve kulil hamdü lillahi seyüriküm ayatihı fe ta´rifuneha ve ma rabbüke bi ğafilin amma ta´melun
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder