Bu Blogda Ara

30 Kasım 2017 Perşembe

26-ŞUARÂ


Kur'an'daki Sırası: 26.Suredir 
Nüzul Sırası : 47
Ayet Sayısı : 227 ayettir 
İndiği Dönem: Genelin kabul görüşüne göre Mekke'de, Vâkı'a suresinden sonra inmiştir. 224, 225, 226, 227. ayetler (dört âyet), Medine'de inmiştir.
Sure adını, 224. ayetinde geçen ve "şairler" anlamına gelen "Şuarâ" kelimesinden almıştır. Müşrikler, Kur'an'ın bir şair tarafından meydana getirilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Bu surede, Hz.Muhammed aleyhisselam'ın öğretisi ile daha önceki elçilerin  öğretilerinin özde birleştiği ve Kur'an'ın bir şair eseri olmadığı ispat edilerek, bu iddia çürütülmektedir Aynca İlk âyetinden dolayı Tâ-sîn-mîm, kitap indirilen konusu kıssalardan oluştuğu için  El-Camia /Toplayıcı sureside diye de anılırmış.Şuara suresi ayet sayısı itibariyle Bakara suresinden sonra ikinci sırada gelmektedir. Ancak diğer Mekkî sureler gibi Şuara suresi de çok kısa ayetlerden oluşmaktadır. Bu özelliğinden dolayı sayfa sayısı itibariyle resmi mushafta Es seb'uttıva / uzun surelerle aynı sırada değildir.

 19. Cüz
Rahman ve Rahim Olan Allah Adıyla
Şuara 26/1Tâ, Sîn, Mîm.
طسم
Tâ, Sîn, Mîm.
Şuara 26/2 Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Mübîn:Kitabla geldiği zaman kitabın sıfat ismi olur. Apaçık açıklayıcı,“gerçeği bütün açıklığı ile ortaya koyan anlamına sahptir.
Şuarâ, 26/3  Mü'min olmuyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn
Şuarâ, 26/4 Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir âyet /mucize indiririz de, ona boyunları  eğilir kalır.
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّن السَّمَاء آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ
İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn
Şuarâ 26/5   Rahman'dan onlara ne zaman yeni bir uyarı gelse mutlaka ondan yüz çevirirler
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ
Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn
Şuarâ 26/6  Onlar yalanladılar; artık yakında alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
Fe kad kezzebû fe se ye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Şuara 26/7 Yeryüzüne bakmadılar mı ki, orada her çiftten nice  güzel bitkiler bitirmişizdir.  
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
E ve lem yerav ilâl ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Şuarâ  26/8   Şüphesiz, bunda bir delil-ayet  vardır, ancak onların çoğu inananlar  değildirler.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuarâ, 26/9  Şüphesiz senin Rabbin,  el-aziz'dir güç sahibidir, Rahîm tecellisi çok ikram eden işinde  merhametli olandır
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
Şuarâ 26/10   Hani senin Rabbin, Musa'ya  "Zulmetmekte olan kavme git; diye  nida etmişti.
وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn
Şuarâ 26/11   Firavun'un kavmi  takva sahibi olmuyacaklar mı? diye
قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ
Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
Şuarâ 26/12  Dedi ki: 'Rabbim! Doğrusu onların beni yalanlamalarından korkuyorum.
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ
Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûni.
Şuarâ 26/13  Ayrıca göğsümde daralıyor ve dilim açılmıyor.  Bunun için Harun'u gönder.
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ
Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
Şuarâ, 26/14   Üstelik onların benim aleyhimde bir suç var.Bu yüzden  beni öldürmelerinden korkuyorum.'
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûni.
Şuarâ 26/15   Buyurdu ki ;'Hayır. İkiniz de ayetlerimizle gidin. Şüphesiz biz sizinle beraber dinlemekteyiz.
قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ
Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn
Şuarâ 26/16   Firavun'a gidin ve deyin ki: Muhakak ki, Biz alemlerin Rabbinin elçisiyiz.
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Şuarâ 26/17   İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
En ersil meanâ benî isrâîl
Şuarâ 26/18  Dedi ki: 'Biz seni daha küçük çocukken içimizde yetiştirmedik mi? Ömrünün nice yıllar bizim içimizde kalmadın mı?”
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne).
Şuarâ 26/19  'Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankör birisisin.'
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
Şuarâ  26/20 Dedi ki:“O işi yaptığım zaman şaşkınlardandım.
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ
Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Dalelet kelimesinin ed-dalâl kalıbı geldiğinde kasıtlı-kasıtsız, küçük-büyük olmak üzere sapmanın her türünü ifade eder.Bu  örnek olarak peygamberlere atfen kullanılan dalâl “yanılgı, kasıtsız hata”kelimeleri geçmektedir.
Şuarâ, 26/21  Sizden korkunca da aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet verdi ve beni mürselinlerden biri kıldı.
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn
Mürselin:Gönderilenler demektir.Elçiler /Peygamberler/Rasuller çoğul siğası  Yani . Allah tarafından insanların doğru yola çıkarılmaları için gönderilen elçiler.
Hikmet: Allah'ın öğretisine muhattab olup ilim ve akıl,davranışlarla  hakka isabet etmek,hakka uygun  karar vermek,  demektir.
Şuarâ 26/22   Bana lutufta bulunduğun o nimet , Gerçekte İsrail oğullarını kendine köle  edinmenden dolayıdır.'
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ
Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
 Şuarâ 26/23  Firavun, Dedi ki: âlemlerin Rabbi nedir ki, dedi.
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ
Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
Şuarâ  26/24  Dedi ki :“O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasındaki her şeyin Rabbidir.Eğer yakîn gerçekten  inanırsanız bu böyledir.
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ
Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
Şuarâ  26/25  Etrafındakilere: “İşitmiyor musunuz ?  dedi.
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
Şuarâ 26/26 "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.deyince
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
Şuarâ 26/27 Size gönderilmiş olan elçiniz mutlaka delidir' dedi.
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
Şuarâ 26/28 'O doğunun, batının / meşrikı vel magribi ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. in kuntum ta’kılûn  ↔ Eğer akıl edebiliyorsanız' dedi.
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
Kâle rabbul meşrikı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
Ta’kılûn /akletme  :Kuranı kerim'de akıl kelimesi isim olarak gelmez fiil olarak gelir.Aklı devamlı olarak fiil,eylem ,düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneği kalıbında gelir.Kalpdeki onay mekanizmasını bozuksa potansiyel akıl fayda vermiyor.Yoksa her insan Allah'ı varlığı ve yasalarını akılla bilir.Kalpde ön yargı ,bilgiçlik ,tembellik ,kibir  gibi işine gelmediği için  ayetlerle bağ kurmuyorsa eylemi yoksa mesajların  hikmetinden habersiz olur.
Şuarâ  26/29 Dedi ki: "Andolsun, ben'den başka ,  bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka zindana atılanlardan ederim
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ
Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
Şuarâ 26/30  Sana apaçık bir şey getirirsem de mi?' dedi.
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ
Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn
Şuarâ 26/31 Eğer sadıklardan/ doğru söyleyenlerdensen getir onu' dedi.
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
Şuarâ 26/32 Bunun üzerine asasını bırakıverdi, O zaman o, açıkça bir ejderha oluverdi.
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Şuarâ 26/33  Elini de çekip çıkardı,  İşte o zaman bakanlar için bembeyaz oldu  parlayıp görünüverdi.
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ
Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
Şuarâ 26/34   Etrafındaki önde gelenlere: Bu dedi, "Doğrusu çok bilgin/ bir büyücüdür."
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
Şuarâ 26/35  Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?"
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
Şuarâ 26/36 Dediler ki: "Bunu ve kardeşini beklet , şehirlere de toplayıcılar gönder,"
قَالُوا أَرْجِهِ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Şuarâ 26/37 Bütün, bilgin büyücüleri sana getirsinler."
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ
Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
Şuarâ 26/38   Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi.
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Şuarâ 26/39 Ve İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ
Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
Şuarâ  26/40 Eğer Sihirbazlar üstün gelirlerse biz de onlara uyarız' dediler
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ
Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Şuarâ 26/41 Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: "Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?" dediler.
فَلَمَّا جَاء السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ
Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
Şuarâ 26/42  Evet, o zaman,mutlaka yakın kimselerden olacaksınız” dedi.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
Şuarâ 26/43 Musa onlara dedi ki: "Atacağınızı şeyi  atın."
قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ
Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Şuarâ  26/44  Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: "Firavun'un gücü adına, muhakkak ki gâlibiyet bizimdir  dediler.
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
Şuarâ 26/45 Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi,İşte o zaman o, uydurmakta olduklarını yutuyordu .
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Şuarâ 26/46  Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne)
Şuarâ 26/47  "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Şuara 26 /48 Mûsa ve Harûn’un Rabbine..deyince
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
Rabbi musa ve harun
Şuara 26 /49   Dedi ki :Ben size izin vermeden önce ona inandınız ? Mutlaka o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür.Yakında elbette bilip göreceksiniz ! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım”
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhra, fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
Şuara 26 /50   Dediler ki: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize dönücüleriz.”
قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
Şuara 26 /51   Mü'minlerin/İnananların  ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim  hatalarımızı mağfiret edeceğini umuyoruz.'
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ
İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/ 52  Musa'ya : Kullarımı gece yürüyüşe geçir, Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız." diye vahyettik.
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn
Şuara 26/ 53  Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi.
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Şuara 26/ 54  'Bunlar  sayıları az küçük bir grup.
إِنَّ هَؤُلَاء لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ
İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
Şuara 26/ 55   Ve onlar bizi öfkelendirenler
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ
Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
Şuara 26/ 56  Biz ise uyanık bir toplumuz"
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ
Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
Şuara 26/ 57: Buyurdu ki, Biz de onları  bağ-bahçelerden , pınar başlarından,çıkardık.
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Şuara 26/ 58  Hazinelerden ve  kerim yüksek makamdan da.
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Şuara 26/ 59 İşte böylece onların yerine  İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
Kezâlike, ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
Şuara 26/ 60 Böylece Firavun ve ordusu muşrikîne ↔güneşin doğuş  vakti. Onları izlemeye koyuldular.
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ
Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
Şuara 26/ 61 İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın ashabı,"Bize yetiştiler" dediler.
فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
Şuarâ 26/62 Dedi ki "kellâ /Hayır"  "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir."
قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ
Kâle kellâ, inne maiye rabbî se yehdîni.
 Şuarâ  26/63 Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.
فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ
Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahra, fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm(azîmi).
Şuarâ  26/64 Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ
Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
Şuarâ, 26/65 Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
وَأَنجَيْنَا مُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ
Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
Şuarâ  26/66 Sonra ötekileri suda boğduk.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
Summe agraknâl âharîn(âharîne).
Şuarâ  26/67 Şüphesiz, bunda bir ibret/ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuarâ 26/68 Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin,Elbette, O  Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,Er-Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Şuarâ, 26/69 Onlara İbrahim'in haberini  tilavet et / aktar
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
Şuarâ  26/ 70  Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ
İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn(ta’budûne).
Şuarâ  26/ 71:Dediler ki: Putlara tapıyoruz ve onlara devamlı ibadet edeceğiz.
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ
Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).
Şuarâ, 26/ 72 Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn(ted’ûne).
Şuarâ  26/ 73 Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
Ev yenfeûnekum ev yedurrûn(yedurrûne).
Şuarâ 26/ 74 Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
Şuarâ 26/ 75 Dedi ki: ' taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?
قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne)
Şuarâ 26/ 76"Hem sizler, hem de eski atalarınız?"
أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ
Entum ve âbâukumul akdemûn(akdemûne).
Şuara 26/77  Muhakkak ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbinden başka 
إِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ
Fe innehüm adüvvül li illa rabbel alemın
Şuara 26/ 78  Beni yaratan da ve bana yol gösteren de O'dur."
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
Ellezî halakanî fe huve yehdîni.
Şuara 26/ 79  "Beni yediren ve içiren O'dur."
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîni.
Şuara 26/ 80 "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;"
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
Ve iza meridtü fe hüve yeşfı
Şuara 26/ 81 "Beni öldüren ve sonra dirilten O'dur."
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
Vellezî yumîtunî summe yuhyîni.
Şuara 26/ 82  Dîn gününde, kusurlarımı mağfiret etmesini  umduğum da O'dur."
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevmed dîn(dîni).
Şuara 26/83 Ey Rabbim! Bana  hikmet = doğru karar verme bilgi , yeteneğini bağışla ve beni salihler arasına kat
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn
Hikmet “kişiyi kötülükten ,câhilce davranmaktan alıkoyan  kuran ilmi ile doğru kararlar alma yeteneği
Şu’arâ 26/84 Rabbim  Sonra gelecek nesiller  içinde  lisanlarında beni doğrulukla anılanlardan eyle!
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn(âhırîne).
Şu’arâ, 26/85 Beni nimetlerle donatılmış naim  cennetlerinin varislerinden kıl.
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
Vec’alnî min veraseti cennetin naîm(naîmi).,,
Şu’arâ 26/86 "Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır."
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
Vagfir li ebî innehu kâne mined dâllîn(dâllîne).
Şu’arâ  26/87 Ve beas günü, beni mahcub etme.
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn.
 Yûb’asûn :Ölülerin dirilmesi demektir..Beas kelimesinin çoğuludur.Bedeviler  cahiliye şiirlerinde uyandırmak ve göndermek anlamında kullanılan bu  kelimeyi İslam gelince ahirete inanmayanlara karşı  bambaşka anlamda Yeniden Diriltilecekleri anlamında kulanılmıştır
Şu’arâ 26/88 Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde."
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn(benûne).
Şu’arâ 26/89 "Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka."
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm
kalb-i selim: Kalpde arzu istek, bilgiçlik ,isyan ,inkar pek çok şey vardır.Allah'ın bilgisini kabul etmiş akıl  kalple tasdiklenince   önyargılardan Şüpheden arınmış bir kalp 
Şuara 26/90  Hem Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır.
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ
Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
Şuara 26/91Cehennem de azgınlar için sergilenir.
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ
Ve burrizetil cahîmu lil gâvîn(gâvîne).
Cahîm Cehennemi ::Cehennemin isimlerindendir. Ateş çukuru demektir .
Gâvîn :Batıl inançtan kaynaklanan cehaleti ısrarla sürdürüp  bilinçsizce davrananlar Başkalarını da hak yoldan çıkarıp şirke düşüren şımarıp azan/azgın denmiş.
Şuara 26/92 Ve onlara: "Tapmakta olduklarınız nerede?" denilir;
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
Ve kîle lehum eyne mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
Şuara 26/93 Allah'tan başkaları  size yardımı  dokunuyor mu veya kendilerine yardım edebiliyorlar mı ki
مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ
Min dûnillâh(dûnillâhi), hel yensurûnekum ev yentesırûn(yentesırûne).
Şuara 26/ 94: Artık onlar ve azgınlar oraya yüzüstü  içine  fırlatılmaktadırlar
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ
Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Şuara 26/ 95 Ve İblis'in tüm orduları da.
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ
Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne).
Şuara 26/96  Orada hasım olarak birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ
Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne).
Şuara 26/97 Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn
Şuara 26/98 Çünkü sizi Âlemlerin Rabbi ile eşit  tutardık.
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
İz nusevvîkum bi rabbil âlemîn
Şuara 26/98  Bizi mücrimlerden başkası dalâlette bırakmadı.
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ
Ve mâ edallenâ illâl mucrimûn(mucrimûne).
mücrim: sürekli günah işlemeyi adet edinen suçlular
Şuara 26/100 Artık bizim şefaatçilerimiz yoktur.
فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ
Fe mâ lenâ min şâfiîn(şâfiîne).
Şuara 26/101 Candan bir dostumuz da yok.
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ
Ve lâ sadîkın hamîm
Şuara 26/102 " Keşke bizim için bir geri dönüş olsaydı da mü'minlerden /iman edenlerden olabilseydik
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn
Şuara 26/103 Şüphesiz bunda bir ibret /ayet vardır. Onların çoğu mü’min olmadılar
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/104 Şüphesiz senin Rabbin, Elbette, El- Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,Er-Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Şuara 26/105 Nuh’un kavmi, mürselinleri yalancılıkla suçladılar
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ
Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
Mürselin:Gönderilenler demektir.Elçiler /Peygamberler/Rasuller Yani . Allah tarafından insanların doğru yola çıkarılmaları için gönderilen elçiler.çoğul siğasıdır
Şuara 26/106 Hani Soyundan kardeşleri Nuh onlara demişti ki: 'Siz “Takva sahibi olmuyor mu-
sunuz?”  demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
İz kâle lehum ahûhum nûhun e lâ tettekûn(tettekûne).
Ehû-hum: soydaşları demektir
Şuara 26/107 Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir  elçiyim.
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
İnnî lekum resûlun emîn
Şuara 26/108 Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin.
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekûllâhe ve atîûni.
Şuara 26/109 Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ es’elukum aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn
Şuara 26/110 O hâlde, Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin!”
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekûllâhe ve atîûni.
Şuara 26/111 Dediler ki: Şu en alt tabakamız sana uymuş, biz sana inanır mıyız?'
قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ
Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn
Şuara 26/112 Dedi ki: 'Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur.
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Kâle ve mâ ilmî bimâ kânû ya’melûn
Şuara 26/113 Onların hesapları ancak Rabbimin üzerinedir.  keşke farkında olsanız.
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ
İn hısâbuhum illâ alâ rabbî lev teş’urûn(teş’urûne).
Şuara 26/114  Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ
Ve mâ ene bi târidil mu’minîn
Şuara 26/115   Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
İn ene illâ nezîrun mubîn
Şuara 26/116   'Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın' dediler.
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ
Kâlû le in lem tentehi yâ nûhule tekûnenne minel mercûmîn
Recm: Kelimesinin çoğuludur  el mercûmîne Taşlanmış sövülmüş zan, kovulmuş nereye giderse  git lanetleyip küfür edeceğiz kovacağız anlamlarında elçiye her türlü tepkileri açıkça şeytani racimlik yapacaklar Karanlığa taş atanlar yani sürekli  kasti yada bilgisizlikten  gayb hakkında tahmin yürüterek elçiye tehdit  anlamında elçiye  düşmanlık edeceklerini ifade eder
Şuara 26/117  Dedi ki: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı.”
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ
Kâle rabbi inne kavmî kezzebûni.
Şuara 26/118  Artık  benimle onlar arasını iyice aç ve benimle beraber olan mü'minleri kurtar.”
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِي مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Feftah beynî ve beynehum fethan ve neccinî ve men maiye minel mu’minîn
Fetih'' kelimesi anlam ve mana itibariyle ; açmak ,aralamak gibi manalara gelir. Açan ,açılacak şeylerin başı anlamına gelen Kuran-ı Kerim'in başlangıç suresi olan ''Fatiha suresi'' adını buradan alır.Feftah  kelimeside bu anlamdan kapıları Açan Allah iyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihâî hakemliğini yapmak sûretiyle mutlak adâleti gerçekleştiren, hak ile bâtılı birbirinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan, mazlumlara yardım edip mü’min kullarına zafer veren .Fetih kelimesi,türevleri asli anlamını koruyarak türevleriyle ,kapalı olan hem maddî, hem de mânevî açmalar/açılımlar için gâlibiyet ve zafere ulaştırma gibi anlamlarda  kullanılabilmektedir
Şuara 26/119   Böylece onu ve beraberindekileri, yüklü geminin içinde kurtardık.
فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Fe enceynâhu ve men meahu fîl fulkil meşhûn
Şuara 26/120 Sonra ,bunun ardından ,geriye kalanları boğduk.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ
Summe agraknâ ba’dul bâkîn
Şuara 26/121  Şüphesiz bunda bir ibret /ayet vardır. Onların çoğu iman etmemişti.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn
Şuara 26/122  Şüphesiz Senin  Rabbin,Elbette, Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm
Şuara 26/123  Ad kavmi'de , mürselinleri yalanladı.
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ
Kezzebet âdunil murselîn
Şuara 26/124  Hani kardeşleri Hud onlara demişti ki: 'Siz takva sahibi olmayacak mısınız ?
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ
İz kâle lehum ahûhum hûdun e lâ tettekûn
Şuara 26/125  Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir Elçi'yim”
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
İnnî lekum resûlun emîn
Şuara 26/126 Öyle ise  Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin.”
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/127  “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ es’elukum aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn
Şuara 26/128  Siz her yüksekçe yere bir anıt dikip ,abes şeyle mi oyalanıyorsunuz?
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ
E tebnûne bi kulli rîın âyeten ta’besûn
 Şuara 26/129 İçlerinde ebedî yaşama umuduyla  yapıtlar mı ediniyorsunuz?”
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ
Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn
Şuara 26/130 Yakaladığınız zaman cebbâr/zorbaca yakalıyorsunuz.
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ
Ve izâ betaştum betaştum cebbârîn
Cebbâr: Başkaları üzerine musallat olup güç, kullanarak,insanları haksız yere zorlama , zorbalık  mânasına da kullanılmıştır.
Şuara 26/131 Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin.
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/132  Bildiğiniz şeylerle size yardım eden,destekleyene karşı  takva sahibi olun
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ
Vettekûllezî emeddekum bimâ ta’lemûn
Şuara 26/133  O size ,en'am ile  oğullar verdi
أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ
Emeddekum bi en’âmin ve benîn
Şuara 26/134 " Ve Bahçeler ve pınarlar da."
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Ve cennâtin ve uyûn
Şuara 26/135 Doğrusu, ben sizin için  büyük bir günün azabından korkuyorum.
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm
Şuara 26/136  Dediler ki: “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”
قَالُوا سَوَاء عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ
Kalu sevaün aleyna e veazte em lem teküm minel vaizıyn
Şuara 26/137  Bu,sadece  hulukul evvelîn↔evvelkilerin  geleneklerinden başka bir şey değildir.
إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ
İn hâzâ illâ hulukul evvelîn
 Hulûk :Bu kelime ahlak, huy, mizac, gibi anlamlara gelir.Sahip oldukları Ahlâklarının Ortaya çıkarttığı , yerleşmiş tutumları , huylar, uydurma.,sürüp gelen gelenek anlamlarına gelir
Şuara 26/138 Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
Ve mâ nahnu bi muazzebîn
Şuara 26/139 Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/140  Şüphesiz senin Rabbin,Elbette, Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm
Şuara 26/141  Semûd'da  mürselin/ elçilerini  yalanladı.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ
Kezzebet semûdul murselîn
mürselin/ elçiler,peygamberler demektir.
Şuara 26/142 Hani soydaşları Salih onlara demişti ki: 'Siz  takva sahibi olmayacak mısınız?
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
İz kâle lehum ahûhum sâlihun e lâ tettekûn
Şuara 26/143 Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
İnnî lekum resûlun emîn
Şuara 26/144 Artık takva sahibi olun ve bana itaat edin.
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/145 Bunun için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir.
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ es’elukum aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn
Şuara 26/146 Siz burada güven içinde mi bırakılacaksınız?
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ
E tutrakûne fî mâ hâhunâ âminîn
Şuara 26/147 Bahçelerin ve pınarların arasında.
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Fî cennâtin ve uyûn
Şuara 26/148  Ekinlerin ve yumuşak tomurcuklu, hoş hurma ağaçlarının arasında.
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ
Ve zurûın ve nahlin tal’uhâ hedîm
Şuara 26/149 Dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz.
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ
Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn
Şuara 26/150   Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin.
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/151 Ve ölçüsüzce davranan  müsriflerin emrine itaat etmeyin.
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ
Ve lâ tutîû emral musrifîn
Şuara 26/152  Ki onlar yeryüzünde ,bozgunculuk  çıkarmakta,  ıslâh etmezler.
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn
Şuara 26/153 Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
Kâlû innemâ ente minel musahharîn
Şuara 26/154  Sen bizim gibi bir beşerden başkası da değilsin. Eğer sadık-doğru sözlü isen haydi bir mucize getir.'
مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn
Şuara 26/155 Dedi ki: 'İşte şu bir dişi devedir. Su içme hakkı  onundur. Bilinen belli bir günde de  su içme hakkı da sizindir.
قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm
Şuara 26/156  Ona bir kötülük dokundurmayın yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalar.
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm
Şuara 26/157 Buna rağmen onu  kestiler; Ama sonunda pişman oldular.
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ
Fe akarûhâ fe asbahû nâdimîn
Şuara 26/158 Çünkü kendilerini azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmemişti.
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/159 Şüphesiz senin Rabbin Elbette, Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,-Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm
Şuara 26/160  Lut kavmi de elçilerini yalanladı.
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ
Kezzebet kavmu lûtınil murselîn
Şuara 26/161  Hani soy kardeşleri Lut onlara demişti ki:Siz takva sahibi olmayacak mısınız
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ
İz kâle lehum ahûhum lûtun e lâ tettekûn
Şuara 26/162  Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
İnnî lekum resûlun emîn
Şuara 26/163  Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana itaat edin.
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/164  Bunun için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir.
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ es’elukum aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn
Şuara 26/165   Siz bu âlemden erkeklere mi gidiyorsunuz?
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ
E te’tûnez zukrâne minel âlemîn
Şuara 26/166 Ve Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. Doğrusu siz sınırı aşan bir kavimsiniz.
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
Ve tezerûne mâ halaka lekum rabbukum min ezvâcikum, bel entum kavmun âdûn
Şuara 26/167 Onlar şöyle dediler: “Ey Lût! Bizi kınamaya bir son vermezsen, kesinlikle sürgün edilenlerden olacaksın.”
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ
Kâlû le in lem tentehi yâ lûtu le tekûnenne minel muhracîn
Şuara 26/168 Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ
Kâle innî li amelikum minel kâlîn
Şuara 26/169 Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar." ,
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ
Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn(ya’melûne).
Şuara 26/170 Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ
Fe necceynâhu ve ehlehû ecmaîn
Şuara 26/171 Sadece yaşlı bir kadın geride kalanlardan oldu.
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ
İllâ acûzen fîl gâbirîn
Şuara 26/172 Sonra diğerlerini dumura uğrattık
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ
Summe demmernâl âharîn(âharîne).
 Demmernā: dumura uğratmak,onları yıktık yok ettik   yerle bir etmek anlamlarına geliyor.
Şuara 26/173 Üzerlerine de bir yağmur yağdırdık. Uyarılanların yağmurları ne kötü idi!
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
Ve emtarnâ aleyhim matara(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Şuara 26/174  Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmemişti.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/175  Şüphesiz senin Rabbin Elbette,  Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır,Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Şuara 26/176 Eyke ahalisi de  murselînleri  yalanladı.
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ
Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
Şuara 26/177 Hani Şuayb onlara demişti ki: 'Siz takva sahibi olmayacak mısınız ?
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ
İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn(tettekûne).
Şuara 26/178 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
İnnî lekum resûlun emîn
Şuara 26/179 "Artık takvalı olun ki   ve bana itaat edin."
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Fettekullâhe ve atîûni.
Şuara 26/180 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ es’elukum aleyhi min ecrin, in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Şuara 26/181  Ölçüyü tam yapın ve eksiltenlerden olmayın.
أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ
Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel muhsirîn(muhsirîne).
Muhsirîn eksilmek,azaltmak , düşük göstermek anlamına gelir Başta iki harf çıkınca kelimenin asıl temelinde  husr ve husran anlamı olduğu ortaya çıkar.Bu da Maddi manevi zihinlerde  ki ve ,niyetlerde ki  ölçülerde ,hesaplarda  eksiklikten,  batmak, zarar ve ziyan hüsrana ,uğramak gibi  anlamları vardır
Şuara 26/182  Dosdoğru, ve şaşmaz  bir terazi ile tartın.
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ
Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).
Kıst:: .kıstas ölçüsü demektir.nasip, pay, hak edilmiş olan pay” demektir. (Lisanül-Arab)
Şuara 26/183  İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde  mufsidler olarak bozgunculuk etmeyin
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Şuara 26/184“Sizi ve önceki nesilleri yaratana.”karşı takvalı olun
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ
Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn
Şuara 26/185 Dediler ki: 'Sen ancak büyülenmişlerdensin.
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
Şuara 26/186 Sen bizim gibi bir beşerden başkası da değilsin. Biz senin mutlaka yalancılardan sanıyoruz.
وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ
Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
Şuara 26/187 Eğer sadık/doğru sözlü isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşür"
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne)
Şuara 26/188 Dedi ki: 'Rabbim sizin yaptıklarınızı daha iyi biliyor.'
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
Kâle rabbî a’lemu bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
Şuara 26/189  Onu yalanladılar ve bunun üzerine kendilerini gölge gününün azabı yakaladı. Gerçekten o büyük bir günün azabıydı.
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
Gölge Günü :Bu kavmin helakini anlatan âyetlerde Büyük deprem veya yanardağ benzeri patlamalarla birlikte  taş toprak büyük bir toz tabakası halinde yükselip yoğun sis bulutumsu bir gölge meydana getirmiştir
Şuara 26/190 Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
İnne fî zâlike le âyeten, ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/191 Şüphesiz senin Rabbin Elbette, Azîz’dir  güç ve kuvvet sahibi.güçlü olandır.Rahim  fiillerinde çok merhametli ikramların sahibidir
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Şuara 26/192 Muhakkak ki O, alemlerin Rabbinin indirmesidir.
وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Şuara 26/193 Onu Ruhu'l-emin indirdi.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
Nezele bihir rûhul emîn
Şuara 26/194 Uyarıcılardan olman için, senin kalbine..
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ,
Alâ kalbike li tekûne minel munzirîn
Şuara 26/195  Pek açık olan Arabi bir lisan ile.
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
Bi lisânin arabiyyin mubîn(mubînin).
Arabiyyin: Bu Kelimenin  anlamlarına göre sadece Arapça anlaşılmıştır Yalnızca Araplara indirildiği anlamına gelmez.Aynı zamanda ''arabe'' kelimesinden  türemiş olup fesahat, fasih konuşma ''Arab'' kelime kalıbı ise açık ve anlaşılır. demektir.Sözün kusursuz ve açık olması onu  söyleyene güzel ve etkili  konuşan anlamındadır. Kur’an'ın edebî bakımdan, herkesin anlayabileceği evrensel dil ve akıl ölçülerine uygun yönü ile Kur’an’ı bir beşerin yazmadığı ifade eder.

Şuara 26/196 O, şüphesiz daha öncekilerin sayfalarında da vardı.
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ
Ve innehu lefî zuburil evvelîn
Şuara 26/197  İsariloğulları  ulemasının onu bilmeleri onlar için bir delil değil midir?
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاء بَنِي إِسْرَائِيلَ
E ve lem yekun lehum âyeten en ya’lemehu ulemâu benî isrâîl(isrâîle).
Şuara 26/198  Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık.
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ
Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn(a’cemîne).
Şuara 26/199 Böylece onlara okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi.
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ
Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/200 Biz onu mücrimlerin kalblerine öyle sokmuşuzdur.
كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Şuara 26/201  Onlar elim azabı görecekleri zamana kadar ona iman etmezler
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravul azâbel elîm(elîme).
Şuara 26/202 Ansızın gelip çatar onlara ve onlar anlamazlar bile.
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Fe ye’tîyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Şuara 26/203 Derler ki:  “Bize bir mühlet verilir mi?”
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ
Fe yekûlû hel nahnu munzarûn(munzarûne).
Şuara 26/204 Onlar hâlâ azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Şuara 26/205 Gördün mü, şayet Biz onları yıllarca yararlandırsak bile ;
أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ
E fe raeyte in metta’nâhum sinîn(sinîne).
Şuara 26/206  Sonra da kendisiyle tehdit edildikleri ,azap başlarına gelse,
ثُمَّ جَاءهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ
Summe câehum mâ kânû yûadûn(yûadûne).
Şuara 26/207   Vaktiyle yararlandırıldıkları şeyler artık onlara hiç bir fayda sağlamayacaktır
مَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ
Mâ agnâ anhum mâ kânû yumetteûn
Şuara 26/208 Biz hiçbir  memleketi, kendisi için uyarıcılar olmadan helak etmedik.
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ
Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Şuara 26/209 Bu,bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.
ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ
Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn
Şuara 26/210  Onu  şeytanlar indirmiş değildir,
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ
Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn
 Şuara 26/ 211 Bu onlara düşmez, ve güç de yetiremezler.
وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ
Ve mâ yenbagî lehum ve mâ yestetîûn(yestetîûne).
 Şuara 26/ 212 Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten  men edilmişlerdir
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ
İnnehum anis sem’i le ma’zûlûn(ma’zûlûne).
Şuara 26/213 Öyle ise Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun.
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
Fe lâ ted’u meallahi ilâhen âhara fe tekûne minel muazzebîn(muazzebîne).
Şuara 26/214  Bir arada yaşadığın en yakınlarını uyar.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
Ve enzir aşîratekel akrabîn(akrebîne).
Şuara 26/215  Mü'minlerden sana uyanlara kanatlarını ger.
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Şuara 26/ 216 Eğer sana karşı gelirlerse, “Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım” de
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ
Fe in asavke fe kul innî berîun mimmâ ta’melûn
Şuara 26/ 217  Sen, Azîz güç ve kuvvet sahibi.olan  ve O,Rahîm olana çok  merhametli ,ikramların  sahibine  tevekkül et.
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
Ve tevekkel alâl azîzir rahîm
Şuara 26/ 218  O ki,kıyama kalktığın zaman, seni görüyor.
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ
Ellezî yerâke hîne tekûm
Şuara 26/ 119  Secde edenler arasında dolaşmanı da.
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ
Ve tekallubeke fîs sâcidîn
Şuara 26/220 Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O’dur.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
İnnehu huves semîul alîm
Şuara 26/221  Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ
Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn
Şuara 26/222 Onlar,  her yalancı / iftiracı  günâhkârın üzerine inerler. 
تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ
Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm
Şuara 26/223 Onlara kulak verirler. Çoğu da yalancıdırlar.
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ
Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
Şuara 26/224 Şairlere ise haddi aşan ,azgınlar uyarlar.
وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ
Veş şuarâu yettebiuhumul gâvûn(gâvûne).
Şuara 26/225 Onları her vadide şaşkın şaşkın dolaşmakta olduklarını görmedin mi?
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ
E lem tera ennehum fî kulli vâdin yehîmûn(yehîmûne).
Şuara 26/226 Ve onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ
Ve ennehum yekûlûne mâ lâ yef’alûn(yef’alûne).
Şuara 26/227 Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar başka.,Zulmetmekte olanlar hangi dönüş yerine  döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve zekerûllâhe kesîran ventesarû min ba’di mâ zulimû, ve se ya’lemullezîne zalemû eyye munkalebin yenkalibûn(yenkalibûne)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder