Bu Blogda Ara

30 Kasım 2017 Perşembe

20-TA HA


Mushaftaki sıralamaya göre, 20;
Nüzûl sıralamasına göre 45
Toplam Ayet Sayısı  135’dir.
İndiği Dönem :Mekke’de, Habeşistan’a hicret sonrası Meryem Sûresi’nin akabinde nâzil olmuştur. Adını birinci âyetinde iki harften oluşan, mukatta harflerinden almıştır..Hz Musa’nın kıssası tümünü anlatan tek sûredir. Diğer sürelerde kısım kısım kıssadan ayetler hatırlatılır.Bu yüzden de bazı eserlerde “Sûretü’l-kelim” yani  kelimullah  tur'u sina'da cenab-ı hakla konuşmasıyla hz. musa'ya verilen unvan. ve “Sûretü Musa” şeklinde de anıldığı bilgisi vardır.
16.CÜZ
Bismillahirrahmanirrahim
Ta Ha 20/1 Tâ, hâ.
طه
Tâ, hâ.
Ta Ha 20/2 Biz bu Kur'an'ı sana, zahmet çekesin, bedbaht olasın diye indirmedik;
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ
Ta Ha 20/ 3 Saygıyla ürperene bir zikir/ öğüt olsun diye indirdik
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى
İllâ tezkireten li men yahşâ.
Ta Ha 20/4 Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir.
تَنزِيلًا مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى
Tenzîlen mimmen halakal arda ves semâvâtil ulâ.
Ta Ha 20/5 O Er-Rahman Arş'ı istiva etti,
الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى
Er rahmânu alâl arşistevâ.
Ta Ha 20/6 Göklerdeki, yerdeki bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur.
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى
Lehu mâ fis semâvâti ve mâ fîl ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahtes serâ.
Ta Ha 20/7  Sen sözü açığa vursan da, Allah için birdir. Çünkü muhakkak O gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir.
وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى
Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemus sirre ve ahfâ.
Ta Ha 20/8 Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O'nundur.
اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى
Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.
Ta Ha 20/9  Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı?
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى
Ve hel etâke hadîsu mûsâ.
Ta Ha 20/10  O, bir ateş gördüğü vakit ,ehline/ ailesine, şöyle dedi: 'Siz durup bekleyin! Ben bir ateş gördüm. Umarım oradan size bir kor getirir yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum' demişti.
إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
İz raâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi kabesin ev ecidu alân nâri hudâ(huden).
Ta Ha 20/11 Böylece oraya gelince: 'Ey Musa!' diye nida olundu
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى
Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Ta Ha 20/12 Şüphe yok ki, Ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”
إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyke, inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Ta Ha 20/13 Ben seni seçtim. Artık vahyolunanı dinle.
وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى
Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ta Ha 20/14 "Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي Arapça
İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
Ta Ha 20/15 Çünkü o saat mutlaka gelecektir; Herkesin harcadığı çabanın karşılığını tam alması için, onu kendimden bile gizleyeceğim
إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى
İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.
Saat :kıyamet'in isiminlerden biridir.
Ta Ha 20/16 Ona iman etmeyen ve nefsinin hevâlarına uyan kimseler sakın seni O’ndan alıkoymasın. Sonra mahvolursun.
فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى
Fe lâ yasuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
Ta Ha 20/17 O sağ elindeki nedir ey Musa?”
وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى
Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.
Ta Ha 20/18 Dedi ki: 'O asamdır. Ona dayanırım. Onunla davarıma yaprak silkelerim. Onda benim için daha başka yararlar da vardır.'
قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى
Kâle hiye asâye, etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ.
Ta Ha 20/19 Dedi ki: 'Onu at, ey Musa!'
قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَى
Kâle elkıhâ yâ mûsâ.
Ta Ha 20/20 Bıraktı onu, bir de ne görsün o, bir yılan olmuş hızla hareket ediyor!
فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى
Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
Asâ :Rağıb el isfani göre bu kelimenin ilk anlamı isyandır der. Sopa ,değnek ile engellemek baş kaldırmak ,boyun eğmeyen anlamındadır mana olarak ise Her isyan edenin bir asası yani dayandığı güvendiği bir güç var.Firavun kendi gücüne güveniyor.müminlerde Allah'a..
Ta Ha 20/21 Dedi ki: "Onu al ve korkma, biz onu ilk suretine çevireceğiz."
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَى
Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehâl ûlâ.
Ta Ha 20/22 Elini yanına sok. Bir hastalık olmadan, başka bir mucize olarak, bembeyaz çıksın
وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى
Vadmum yedeke ilâ cenâhıke tahruc beydâe min gayri sûin âyeten uhrâ.
Ta Ha 20/23 Böylece sana, büyük mucizelerimizden göstermiş olalım.
لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى
Li nuriyeke min âyâtinâl kubrâ.
Ta Ha 20/24 “Firavun’a git, çünkü o azmıştır.”
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Ta Ha 20 / 25  Rabbim!" dedi, gögsümüze genişlik ver;
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
Kâle rabbişrah lî sadrî.
Ta Ha 20 / 26" işimi kolaylaştır."
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي
Ve yessir lî emrî.
Ta Ha 20 / 27 Dilimdeki düğümü çöz ki
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي
Vahlul ukdeten min lisânî
Ta Ha 20 / 28.Söyleyebileceklerimi anlasınlar
يَفْقَهُوا قَوْلِي
Yefkahû kavlî.
Ta Ha 20 / 29 Bana ehlimden bir yardımcı ver.
وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي
Vec’al lî vezîren min ehlî.
Ta Ha 20 /30 Kardeşim Harun.
هَارُونَ أَخِي
Hârûne ahî.
Ta Ha 20 /31 Onunla arkamı kuvvetlendir.
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي
Uşdud bihî ezrî.
Ta Ha 20 /32 İşimde onu bana ortak et.
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي
Ve eşrikhu fî emrî.
Ta Ha 20 /33 Böylece seni çok tesbih edelim.
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا
Key nusebbihake kesîrâ
Ta Ha 20 /34 Seni çok zikredelim .
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا
Ve nezkureke kesîrâ
Ta Ha 20 /35 Şüphe yok ki, sen bizi görüyorsun.
إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا
İnneke kunte binâ basîrâ
Ta Ha 20 /36 Buyurdu ki : «Ey Musa! Dilediğin sana verildi.»
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَى
Kâle kad ûtîte su’leke yâ mûsâ.
Ta Ha 20 /37 Andolsun, biz seni bir defa daha ni’metlendirdik
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى
Ve lekad menennâ aleyke merraten uhrâ.
Ta Ha 20 /38  Hani O vakit annene, verilen şu ilhamı vermiştik:
إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى
İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
Ta Ha 20 /39 Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümüzün önünde yetiştirilmen için, Üzerine de katımızdan bir sevgi koymuştuk "
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي
Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun lehu, ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
Ta Ha 20 /40 " Kız kardeşin takip ediyordu; "Ona kefil olacak birini size haber vereyim mi?" demişti. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın diye.Sen bir insan öldürmüştün de, O zaman seni gamdan kurtarmıştık  Ve seni, sınavlarla imtihan ettik. Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir  takdir üzere geldin, ey Musa!
إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى
İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluhu, fe raca’nâke ilâ ummike key takarra aynuhâ ve lâ tahzene, ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnen, fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.
Ta Ha 20 /41 Ve Seni kendim için yetiştirdim."
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي
Vastana’tuke li nefsî.
Ta Ha 20 /42 Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin. Ve benim zikrimde gevşeklik etmeyin
اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي
İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
Ta Ha 20 /43 Firavuna ikiniz gidin. Muhakkak ki o, azdı.
اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.
Ta Ha 20 /44 Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o, tezekkür eder /öğüt alıp düşünür veya içi titrer, ürperir ."
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى
Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.
Ta Ha 20 /45 Dediler ki: 'Rabbimiz! Biz onun bize karşı ifrata gitmesinden ya da azmasından korkuyoruz.'
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى
Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.
Ta Ha 20 /46 Buyurdu ki; Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim.İşitir ve görürüm.
قَالَ لَا تَخَافَا إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى
Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.
Ta Ha 20 /47 Haydi ona gidip deyin ki: 'Biz Rabbinin iki elçisiyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara işkence etme. Şüphesiz biz sana Rabbinden ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.
فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى
Fe’tiyâhu fe kûlâ innâ resûlâ rabbike fe ersil meanâ benî isrâîle ve lâ tuazzibhum, kad ci’nâke bi âyetin min rabbike, ves selâmu alâ menittebeal hudâ.
Ta Ha 20 /48 Doğrusu bize azabın, yalanlayanın ve yüz çevirenin üzerine olduğu vahyedilmiştir.'
إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى
İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
Ta Ha 20/ 49 “Ey Mûsâ! Sizin Rabbiniz de kimmiş!” dedi.
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى
Kale fe mer rabbüküma ya musa
Ta Ha 20 / 50-Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
Kale rabbünellezi a´ta külle şey´in halkahu sümme heda
Ta Ha 20 / 51 Dedi ki: "önceki milletlerin durumu nedir öyleyse?"
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى
Kâle fe mâ bâlul kurûnil ûlâ.
Ta Ha 20 / 52 Dedi ki: 'Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim ne yanılır ne de unutur!
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى
Kâle ilmuhâ inde rabbî fî kitâbin, lâ yadıllu rabbî ve lâ yensâ.
Ta Ha 20 / 53 Yeryüzünü size beşik gibi yapan, onda size yollar açan, semadan su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّى
Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines semâi mâen, fe ahracnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.
Ta Ha 20 / 54 Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler vardır.
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Ta Ha 20 / 55 Sizi ondan yarattık, Ve sizi, oraya döndüreceğiz.Ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى
Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.
Ta Ha 20 / 56 Andolsun ki ona ayetlerimizin tümünü gösterdik de o yalanladı ve ayak diretti.
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى
Ve lekad eraynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
Ta Ha 20 / 57 Dedi ki: 'Sen, büyünle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin, ey Musa?
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَى
Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ.
Ta Ha 20 / 58  Öyleyse biz de sana onun benzeri bir büyü getireceğiz. Şimdi kendinle, bizim aramızda bir  zamanı belirle.Senin de bizim de muhalefet  etmeyeceğimiz uygun bir yer tayin et.
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِّثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَّا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنتَ مَكَانًا سُوًى
Fe le ne’tiyenneke bi sihrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ(suven).
Ta Ha 20 / 59 Dedi ki: 'Buluşma zamanımız bayram günü olsun ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir.'
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Kâle mev’ıdukum yevmuz zîneti ve en yuhşeren nâsu duhâ(duhan).
Ta Ha 20 / 60 Bunun üzerine Firavun döndü, Arkasından tüm tuzaklarını ,topladıktan ,sonra  geldi.
فَتَوَلَّى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ أَتَى
Fe tevellâ fir’avnu fe cemea keydehu summe etâ.
Ta Ha 20 / 61 Musa onlara dedi ki: '“Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalanla iftira /uydurmayın. Sonra bir azapla sizin kökünüzü kurutur. İftira eden muhakkak perişan olur
قَالَ لَهُم مُّوسَى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَى
Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alâllâhi keziben fe yushıtekum bi azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
Ta Ha 20 / 62 Bunun üzerine  işlerini aralarında tartıştılar ve gizlice konuştular.
فَتَنَازَعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى
Fe tenâzeû emrehum beynehum ve eserrûn necvâ.
Ta Ha 20 / 63 Dediler ki: "Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp çıkarmak ve örnek  ve ideal yaşam olarak tutturduğunuz yolunuzu yok etmek istemektedirler."
قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَى
Kâlû in hâzâni le sâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardıkum bi sihrihimâ ve yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ.
Ta Ha 20 / 64  Onun için tuzaklarınızı toplayın sonra  saf saf halinde gelin. Bugün üstünlük sağlayan felâha,umduğuna erer
فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَى
Fe ecmiû keydekum summe’tû saffâ(saffen), ve kad eflehal yevme menista’lâ.
Ta Ha 20 / 65  Dediler ki: 'Ey Musa! Ya sen at, ya da evvela  atan biz olalım!'
قَالُوا يَا مُوسَى إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَى
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
Ta Ha 20 / 66 Hayır, atın' dedi. Böylece, büyülerinden dolayı onların ipleri ve değnekleri kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
قَالَ بَلْ أَلْقُوا فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَى
Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sihrihim ennehâ tes’â.
Ta Ha 20/ 67 Bu yüzden Musa,  kendinde bir korku hissetti.
فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُّوسَى
Fe evcese fî nefsihî hîfeten mûsâ.
Ta Ha 20 / 68 Dedik ki: 'Korkma! Şüphesiz üstün gelecek sensin sen!
قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ الْأَعْلَى
Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.
Ta Ha 20 / 69 Sağ elindekini at, onların yaptıklarını yutacaktır. Çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü nerede olursa olsun felâha /umduğuna kavuşamaz
وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَى
Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır(sâhırin), ve lâ yuflihus sâhıru haysu etâ.
Ta Ha 20 / 70 Bunun üzerine  büyücüler, secdeye kapandılar: "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى
Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
Ta Ha 20 / 71 Dedi ki: 'Ben size izin vermeden önce, ona iman mı ettiniz? Muhakkak o   size sihir öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve bacaklarınızı çaprazlama kesecek ve sizi hurma dallarına asacağım. Siz de hangimizin azabının daha şiddetli ve daha kalıcı gerçekten bileceksiniz.”
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَى
Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ.
Ta Ha 20 / 72 Dediler ki: "Bize gelen apaçık mucize/ beyyineler karşısında ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip seçmeyiz." Bu durumda sen, yapacağını yap.sen, yalnızca bu dünya hayatında  yaparsın
قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâdin, innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.
Ta Ha 20 / 73  Rabbimize iman ettik , Biz, hatalarımızı ve Senin bizi yapmaya zorladığın büyü için  bizi mağfiret etsin. Ve  En üstün hayırlı ve kalıcı olan Allah'tır” dediler.
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى
İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfira lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines sihr(sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.
Ta Ha 20 / 74 Kim Rabbine mucrim olarak gelirse ona cehennem vardır. Orada ne ölür ne de yaşar.
إِنَّهُ مَن يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيى
İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem(cehenneme), lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Ta Ha 20 / 75  Kim de salih ameller işlemiş bir mü'min olarak gelirse işte onlar için yüksek dereceler vardır.
وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُوْلَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى
Ve men ye’tihî mu’minen kad amiles sâlihâti fe ulâike lehumud deracâtul ulâ.
Ta Ha 20 / 76 "İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de. Ve işte bu, tezekkâ /arınmış olanın karşılığıdır."
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء مَن تَزَكَّى
Cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.
Ta Ha 25 / 77 Ve  Andolsun ki Musa'ya: 'Kullarımla geceleyin yürü ve  yetişmelerinden korkma ve endişeye kapılma  onlar için denizden kuru bir yol aç' diye vahyetmiştik.
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى
Ve lekad evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ibâdî fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ(yebesen), lâ tehâfu deraken ve lâ tahşâ.
Ta Ha 20 / 78 Firavun ordusuyla onları takip edip, denize dalınca, Nihayet deniz onları örterek kaplayan kaplayıverdi.
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ
Fe etbeahum fir’avnu bi cunûdihî fe gaşiyehum minel yemmi mâ gaşiyehum.
Ta Ha 20 / 79  Firavun kavmini dalâlette saptırdı ve onları doğru yoldan /hidayetten men etti.
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَى
Ve edalle fir’avnu kavmehu ve mâ hedâ.
Ta Ha 20 / 80  'Ey İsrailoğulları, sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr’un sağ tarafına gelmeniz için sizinle sözleştik. Ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.'
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى
Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.
Ta Ha 20/ 81Size rızık olarak verdiklerimizin  helal /temizlerinden yiyin ve bu konuda taşkınlık etmeyin. Yoksa gazabım üzerinize iner. Kimin üzerine gazabım inerse, o, heva olmuştur /uçuruma yuvarlanmıştır.
كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى
Kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.
Ta Ha 20 / 82  “Şüphe yok ki ben, tevbe edip dönüş yapan  inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam edene muhakkakki  el gaffâr'ım  çirkinlikleri örter ve ayıplarınızı  gizlerim
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى
Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Ta Ha 20 / 83  'Seni kavminden ayrılmaya  acele ettiren sebep nedir, ey Musa?'
وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَى
Ve mâ a’celeke an kavmike yâ mûsâ.
Not : Allah Hz Musa'ya  halkından niçin  ayrılıp Tur’a çıktığını soruyor.
Ta Ha 20 / 84 Dedi ki: "Onlar, işte  'Onlar da benim izimdedirler.. Rabbim! Sen rızan için hoşnut olasın diye, acele ettim.
قَالَ هُمْ أُولَاء عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى
Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.
Ta Ha 20 / 85 Buyurdu ki : 'Biz senden sonra kavmini sınadık. Ve SâmirŒ onları dalâlete düşürdü
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Kâle fe innâ kad fetennâ kavmeke min ba’dike ve edallehumus sâmiriyy(sâmiriyyu).
Ta Ha 20 / 86  Bunun üzerine Musa esefle ve öfkeli olarak kavmine döndü. 'Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Yapılan ahitleşme üzerinden geçen zaman size uzun mu geldi. Yoksa Rabbiniz katından üzerinize bir gazap inmesini mi istediniz ki  bana verdiğiniz sözünüzden döndünüz?' dedi.
فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي
Fe racea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen, kâle yâ kavmi e lem yaıdkum rabbukum va’den hasenen, e fe tâle aleykumul ahdu em eradtum en yahılle aleykum gadabun min rabbikum fe ahleftum mev’ıdî.
Ta Ha 20 / 87 Dediler ki: 'Biz sana  vaadettiğimiz sözden, kendi başımıza dönmedik. Ancak o kavmin süs eşyalarından bize birtakım yükler yüklenmişti. Onları Attık. Aynı şekilde Sâmir de attı.'
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ
Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâran min zînetil kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy(sâmiriyyu).
Ta Ha 20 / 88 Sonra onlara böğüren buzağı heykeli çıkardı. Ve  onlara dediler ki: 'Sizin ilâhınız da Musa'nın ilâhı da işte budur.fakat Musa onu unuttu» dediler.
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ
Fe ahrace lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu mûsâ fe nesiye.
Ta Ha 20 / 89 Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya malik  olmadığını görmüyorlar mı?
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا
E fe lâ yerevne ellâ yerciu ileyhim kavlen ve lâ yemliku lehum darran ve lâ nef’â
Ta Ha 20 / 90 Andolsun ki Harun onlara daha önce: 'Ey kavmim! Şüphesiz siz bununla sınav olundunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Siz bana uyun ve emrime itaat edin' demişti.
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي
Ve lekad kâle lehum hârûnu min kablu yâ kavmi innemâ futintum bihî ve inne rabbekumur rahmânu fettebiûnî ve etîû emrî.
 Ta Ha 20 / 91 Dediler ki: 'Musa bize dönünceye kadar asla ona olan ibadetimizden geri durmayacağız.'
قَالُوا لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّى يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَى
Kâlû len nebraha aleyhi âkifîne hattâ yercia ileynâ mûsâ.
 Ta Ha 20 / 92 "Ey Harun" demişti. "Onların dalâlete  düştüklerini gördüğün zaman , seni engelleyen ne oldu.?
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا
Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz raeytehum dallû.
Ta Ha 20 / 93 "Niye bana uymadın, emrime ısyan mı ettin ?"
أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي
Ellâ tettebiani, e fe asayte emrî.
Ta Ha 20 / 94 Dedi ki: "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı  tutma. Ben, senin: "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın" demenden endişe edip korktum."
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي
Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi ra’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.
Ta Ha 20 / 95  Dedi ki:'Senin  amacın nedir, ey Sâmiri?' dedi.
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Kâle fe mâ hatbuke yâ sâmiriyy(sâmiriyyu).
Ta Ha 20 / 96 Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, Elçinin izinden bir avuç aldım. Sonra da onu atıverdim; Ve böylece  bunu nefsim bana böyle hoş gösterdi."
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي
Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.
Ta Ha 20 / 97 Dedi ki: 'Git artık ! “Artık hayatın boyunca senin cezan; ‘bana dokunmayın!'demendir Senin için, kurtulamayacağın bir vaad var. Şimdi kendisine tapındığın şu ilâhına bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız Sonra da elbette onu, toz haline getirerek,  denize savuraracağız.
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهُ وَانظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا
Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefehu, vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).
Ta Ha 20 / 98 Sizin ilâhınız yanlız kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ huve, vesia kulle şey’in ilmen.
Ta Ha 20 / 99 İşte böyle, geçmişlerin Kıssa haberlerinden bazılarını sana anlatıyoruz. Gerçekten katımızdan sana bir de zikir verdik.
كَذَلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء مَا قَدْ سَبَقَ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا
Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebaka, ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).
Ta Ha 20 / 100  Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz o kıyamet günü vizra =ağır bir  yük yüklenecektir.
مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا
Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ(vizren).
Ta Ha 20 / 100 Onlar o yükün altında sürekli kalıcıdırlar.Ve kıyâmet günü onların  yükü ne kötüdür
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ
Hâlidîne fîhi, ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ(hımlen).
Ta Ha 20 / 101Şüphesiz katımızdan kendileri için güzel şeyler takdir edilmiş olanlar, işte oradan uzak tutulanlardır.
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا الْحُسْنَى أُوْلَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ
İnnellezîne sebekat lehum minnâl husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).
Ta Ha 20 / 102 O gün Sur'a üflenir ve biz o mücrimleri gözleri göğermiş bir halde toplayacağız. haşrederiz.
يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا
Yevme yunfehu fîs sûri ve nahşurul mucrimîne yevme izin zurkâ(zurkan).
Ta Ha 20 / 103 Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler. Dünyada sadece on gün kaldınız.
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا
Yetehâfetûne beynehum in lebistum illâ aşrâ(aşren).
Ta Ha 20 / 104   Onların dediklerini biz daha iyi biliriz. Örnek aldıkları kişi de “'Sadece bir gün kaldınız diyecektir.
نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا
Nahnu a’lemu bimâ yekûlûne iz yekûlu emseluhum tarîkaten in lebistum illâ yevmâ(yevmen).
Ta Ha 20 / 105 Ve  Sana, dağlardan soruyorlar. De ki: 'Rabbim onları  savurup atacak
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا
Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ(nesfen).
Ta Ha 20 / 106 Böylece ,Onları dümdüz, bomboş  bırakacaktır.”
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا
Fe yezeruhâ kâan safsafâ(safsafen).
Ta Ha 20 / 107 Orada bir eğrilik ya da bir engebe göremeyeceksin
لَا تَرَى فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا
Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ(emten).
Ta Ha 20 / 108 İzin günü, kendisinde eğrilik olmayan davetçiye tâbî olurlar.Rahmân’ın heybetinden sesler kısılmıştır; ve O zaman hafif bir fısıltıdan başka bir şey işitmezsin”
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا
Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece lehu, ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe lâ tesmeu illâ hemsen
Hems:Kelime anlamı neredeyse duyulmayacak kadar gizli ,parmak uçlarına basarak ses çıkarmasın diye çıkartlan ses  anlamındadır.Öyle ki   ancak dudak hareketiyle  yapılan gizli fısıltılı,sözler anlamında kullanılır.Alimler  bu kök anlamından hareketle mahşere gelirken çıplak ayaklarla gelişlerden başka ses duyulmaz anlamına da gelebileceğini söylemişler.Allah'ın ayetlerine sesleri yükseltip kibir, inkar ve fiilen  isyan, saldırğan tavırlar  içinde bulunanlar o gün sesleri çıkaramayacak kadar perişan durumlarından ayetlerde bahseder.
Ta Ha 20 / 109 O gün, RAHMAN’ her yeri saran,sınırsız rahmet Sahibi'nin kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduklarından başkasına şefaati fayda vermez.
يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).
Ta Ha 20 / 110 O, Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlarsa ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).
Ta Ha 20 / 111  Bütün yüzler; El-Hayy sonsuz mutlak hayat sahibi, her canlıya hayat veren ve El-Kayyum varlığın kaynağı ,dayanağı ,sevk ve idare eden. koruyup ,gözeten.Hayat verdikten sonra da  varlığı ile ayakta tutan  Kaim olan Allah için  boyun eğdi. Ve zulüm yüklenen ise hebâ  olup gitmiştir.
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا
Ve anetil vucûhu lil hayyil kayyûm(kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ(zulmen).
Vücûh :Başımızın yüz kısmıdır. ''Bütün yüzler '';İnsanlardan bahseden kinayedir.Yüz kelimesi  insanların -olumlu olumsuz  halleri yüzlerindeki tasviri kullanılır. Bazı ayetlerde ise Allaha yönelmek,Allah'ın  yüzü /rızası için anlamına gelir.Arapçada bir zat -kişi -insan kasdedildiğide yüz kelimesi kullanılır. eğer güç,hakimiyetten bahsediliyorsa falanın eli -yed kelimesi ,sözden bahsediliyorsa ağız /fem kelimesi kullanılır.
Ta Ha 20 / 112 Kim de bir mü'min olarak, salih olan amellerde bulunursa, artık o, ne zulümden korksun, ne hakkının eksik tutulmasından.
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا
Ve men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ yehâfu zulmen ve lâ hadmâ(hadmen).
Ta Ha 20 / 113Böylece biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik. Onda uyarılarımızdan nice türlüsünü tekrar tekrar açıkladık ki umulurki takva sahibi olurlar yahut onlar için öğüt veren bir hadis olur.
.وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرً
Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ(zikren)

Ta Ha 20 / 114 Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumakta acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi artır" de.
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Fe teâlallâhul melikul hak  ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen).
Ta Ha 20 / 115 Andolsun ki, daha önce Âdem'e emretmiştik, fakat unuttu; Ve onu, azîmlide bulamadık
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ
Ta Ha 20 / 116 Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'in dışında diğerleri secde etmişlerdi, o, direndi
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs
Ta Ha 20 / 117  Biz de  şöyle demiştik: “Muhakkak bu sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennetden çıkarmasın; sonra  bedbaht ve perişan olursun
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى
Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.
Ta Ha 20 / 118 Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى
İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.
Ta Ha 20/119 Ve “Burda ne susuzluk çeker, ne de sıcaktan bunalırsın dedik.
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى
Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.
Ta Ha  20/ 120 Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: "Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü göstereyim mi?
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkin lâ yeblâ.
Ta Ha 20/ 121 Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp örtmeye başladılar.Ve Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى
Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.,
Ğavâ:Hakikatı unutup, batıl cahiliye bilgilerinden kaynaklanan  söze inanıp,itaatten çıkarak azmak, ona,meyil etme istikametini  yolun doğrusunu yitirmek,yolunu şaşırmak taşkınlık etmek siğalarında kullanılmaktadır
Taha 20/ 122 Sonra  Rabbi onu seçkin kıldı; kendine yönelmesini / tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى
Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ
Ta Ha 20/ 123 Dedi ki: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin.  Artık size benden hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa artık o , dalâlette olmaz,  mutsuz  ve perişan da  olmaz."
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى
Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvvun, fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
Ta Ha 20/ 124  Kim benim zikrimden yüz çevirirse  artık onun için sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.
Ta Ha  20/125 O da şöyle der: Rabbim  niçin beni kör olarak haşrettin?” hâlbuki benim gözlerim görüyordu
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا
Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ(basîran).
Ta Ha  20/126 Buyurduki : "İşte böyle,sana âyetlerimiz geldiği zaman, sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulursun!"
قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى
Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.
Ta Ha 20/ 127 Haddi aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.
وَكَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِن بِآيَاتِ رَبِّهِ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَى
Ve kezâlike neczî men esrafe ve lem yu’min bi âyâti rabbihî, ve le azâbul âhırati eşeddu ve ebkâ.
Ta Ha 20/ 128 Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi?  Onların kaldıkları yerlerde gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler/ deliller  vardır.
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Uli’n-Nühâ :Allah'ın ayetleriyle nehy sahipleri, Allah'ın yasaklarına riayet etmede titizlik gösterenler.Başka bir anlamıda  takva sahiplerinin bir özelliği olarak tanımlanmıştır
Ta Ha  20/ 129 Rabbin tarafından ecelun musemma=önceden geçmiş bir söz ve belirlenmiş bir ecel olmasaydı hemen karşılığını görürlerdi.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى
Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ(musemmen).
Ta Ha 20/ 130 Onların söylediklerine sabret! Güneşin doğmasından , batmasından önce ve gece saatlerinde.  Rabbini övgü ile tesbih et  ve Gündüzün  taraflarında da   tesbih et ki.  Allah’tan hoşnut olasın.
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى
Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.
Ta Ha 20/ 131 Kendilerini imtihan etmek için onlardan bazılarını yararlandırdığımız dünya hayatının süslerine gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى
Ve lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ mettâ’nâ bihî ezvâcen minhum zehratel hayâtid dunyâ li neftinehum fîhi, ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ.
Ta Ha 20/132 Ehline namazı emret,  Kendin de ona sabırla devam et! Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız güzel  akibet takva sahiplerinindir
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ(rızkan), nahnu nerzukuke, vel âkıbetu lit takvâ.
Ta Ha 20/133 Dediler ki: "Bize Rabbinden bir ayet /mucize getirmesi gerekmez miydi?" Onlara önceki sahifelerdeki  açık belgeler ulaşmadı mı?
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَى
Ve kâlû lev lâ ye’tînâ bi âyetin min rabbihî, e ve lem te’tihim beyyinetu mâ fîs suhufil ûlâ.
Suhuf: Sahifeler anlamındadır.Kitap anlamıda verilir Allah'ın nebilerine  inmiş olan küçük kitaplara suhuf -mektub'da  denilir. Mushaf ise  Kur’an sahifelerinin bir arada toplanıp, ciltlenmiş olduğu kitaba denir.
Ta Ha 20/134 Elçi gelmeden onları azapla helâk etseydik derlerdi ki “Rabbimiz !  Biz böyle zillete uğrayıp,   sürünmeden önce keşke bir elçi gönderseydin de senin ayetlerine uymuş olsaydık.”
وَلَوْ أَنَّآ أَهْلَكْنَٰهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِۦ لَقَالُوا۟ رَبَّنَا لَوْلَآ أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ ءَايَٰتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَىٰ
Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
Ta Ha 20/135 De ki: "Herkes beklemektedir, siz de bekleyin.Sonunda, dümdüz yolun ehli kimlermiş ve kim hidayete eriştirilmiştir, pek yakında öğreneceksiniz."
قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَى
Kul kullun muterabbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs seviyyi ve menihtedâ.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder