Bu Blogda Ara
30 Kasım 2017 Perşembe
21-ENBİYA
Kur'an'daki Sırası : 21.suredir.
Nüzul Sırası : 73
Ayet Sayısı : 112
İndiği Dönem: Genelin görüşüne göre Mekke döneminde nazil olan son sûrelerden birisidir.
Sure İsmi : Nebi kelimesinin çoğulu ''Enbiya'' peygamberler anlamındadır. Bu adı almasının sebebi, Başta Hz. İbrahim olmak üzere, sûrede on yedi peygamberin adı zikredilir.Onların kavimleri ile olan münâsebetlerinden söz ettiği için bu ismi almıştır..Bu sure de nebilerin erkek cinsinden olduğuna işaret eden âyet vardır. Çünkü erkekler, ağır yükleri taşıma ve güçlü olan küfürle yapılan kadınlara mücadelede oranla daha elverişlidirler,
17.CÜZ
Rahman ve Rahim olan Adıyla
Enbiya 21/1 İnsanlara hesap vakti yaklaştı. Onlar ise hala gaflet içinde yüz çevirmektedirler.
اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مَّعْرِضُونَ
Ikterabe lin nâsi hisâbuhum ve hum fî gafletin mu’ridûn
Enbiya 21/2 Rablerinden kendilerine gelen her yeni zikiri ,hatırlatmayı hep onu alaya alarak dinliyorlar.
مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ
Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illâstemeûhu ve hum yel’abûn
Enbiya 21/3 Kalpleri de oyuna dalmıştır da o zalimler şöyle fısıldaştılar; bu sırf sizin gibi, bir beşer artık göz göre göre sihire mi gidiyorsunuz?
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّواْ النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ
Lâhiyeten kulûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn
Enbiyâ sûresi 21/4 De ki ;Benim Rabbim gökteki ve yerdeki her sözü bilir. O, O, Semi'dir, Aliym'dir"
قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاء وَالأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Kâle rabbî ya’lemul kavle fîs semâi vel ardı ve huves semîul alîm
Enbiya 21/5 Onlar: «Hayır, bunlar karışık rüyalardır; Hayır onu kendisi uydurdu, Hayır o bir şairdir. Böyle değilse önceki elçiler gibi, o da bize bir mucize getirsin» dediler.
بَلْ قَالُواْ أَضْغَاثُ أَحْلاَمٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الأَوَّلُونَ
Bel kâlû adgâsu ahlâmin belifterâhu bel huve şâır(şâırun), felye’tinâ bi âyetin kemâ ursilel evvelûn
Enbiya 21/6 Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir kent halkı iman etmedi. Şimdi onlar mı iman edecekler?
مَا آمَنَتْ قَبْلَهُم مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn
Enbiya 21/7 .Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik.Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn
Enbiya 21/8 Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdi.
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَّا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ
Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne).
Enbiya 21/9 Sonra onlara olan sözde sadık kaldık..Böylece, onları dileyen kimseleri kurtardık. . Müsrifler de helak oldular.
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنجَيْنَاهُمْ وَمَن نَّشَاء وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ
Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknâl musrifîn
Enbiya 21/10 Andolsun ki size, içinde zikir /öğüt bulunan, bir kitap indirdik., efe lâ ta’kılûn Akıl etmiyor musunuz?
لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn
Enbiya 21/11 Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından başka kavimler inşa ettik
وَكَمْ قَصَمْنَا مِن قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ
Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn
Enbiya 21/12 Onlar azabımızı hissettikleri zaman oradan kaçıyorlardı.
فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَرْكُضُونَ
Fe lemmâ ehassû be’senâ izâ hum minhâ yerkudûn(yerkudûne).
Enbiya 21/13 'Kaçmayın,ve içinde şımartıldığınız nimetlere ve yurtlarınıza dönün ki. sorguya çekileceksiniz.'
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَى مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ
Lâ terkudû verciû ilâ mâ utriftum fîhi ve mesâkinikum leallekum tus’elûn(tus’elûne).
Enbiya 21/14 Dediler.''Yazıklar olsun bize" "Gerçekten biz, zalimmişiz."
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn
Enbiya 21/15 Bu haykırmaları biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş kül yığını haline getirinceye kadar bitmedi.
فَمَا زَالَت تِّلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ
Fe mâ zâlet tilke da’vâhum hattâ cealnâhum hasîden hâmidîn(hâmidîne).
Enbiya 21/16 Biz; yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun ve oyalanma olsun diye yaratmadık.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ
Ve mâ halaknâs semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).
Enbiya 21/17 Biz eğer bir eğlence edinmek isteseydik elbette onu kendi katımızdan edinirdik. Eğer yapacak olsaydık!
لَوْ أَرَدْنَا أَن نَّتَّخِذَ لَهْوًا لَّاتَّخَذْنَاهُ مِن لَّدُنَّا إِن كُنَّا فَاعِلِينَ
Lev eradnâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâılîn(fâılîne).
Enbiya 21/18 Hayır, biz hakkı /gerçeği , batılın /uydurmanın tepesine atarız da. Böylece onu mahveder.Bir de bakarsınız o yok olup gitmiştir. Nitelemelerinizden dolayı yazıklar olsun size.!
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Bel nakzifu bil hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
Enbiya 21/19 Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar O'nundur.Katında olanlar O’na kulluk etmekten etmekten kibirlenmezler ve onlar yorulmazlar.
وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ عِندَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ
Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn
Enbiya 21/20 Gece gündüz O'nu tesbih ederler, usanmazlar.
يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn
Enbiya 21/21 Yoksa yerden ilahlar edindiler de ölüleri onlar mı diriltecek?
أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِّنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنشِرُونَ
Emittehazû âliheten minel ardı hum yunşirûn
Enbiya 21/ 22 Şayet ikisinde de Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de mutlaka fasid olup gitmişti Sübhanellahi rabbil arşi amma yasıfun :Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırdığı şeylerden münezzehtir.
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Lev kane fihima alihetün ilellahü lefesedeta fe sübhanellahi rabbil arşi amma yasıfun
Enbiya 21/ 23 O yaptığından sorumlu tutulmaz; oysa onlar sorumlu tutulurlar.
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(yus’elûne).
Enbiya 21/ 24 Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: 'Kesin delilinizi getirin. İşte benimle beraber olanların zikri de, benden öncekilerin zikri de budur.' Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyor bundan dolayı onlar yüz çevirmektedirler.
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ
Emittehazû min dûnihî âliheten, kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fe hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Enbiya 21/ 25 Senden önce hiç bir elçi göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: "Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana kulluk edin.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ
Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin illâ nûhî ileyhi ennehu lâ ilâhe illâ ene fa’budûni.
Enbiya 21/ 26 Ve dediler ki: «Rahmân çocuk edindi.» O Sübhan’dır. Hayır onlar şerefli kılınmış kullardır.
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ عِبَادٌ مُّكْرَمُونَ
Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhânehu, bel ıbâdun mukramûn
Enbiya 21/ 27 Onlar sözle, O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun emriyle amel ederler.
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُم بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ
Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne).
Enbiya 21/ 28 O ,onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O’nun razı olduğu kişiden başkasına şefaat etmezler. Ve onlar O'na,saygılarından titrerler.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَى وَهُم مِّنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ
Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
Enbiya 21/ 29 İçlerinden her kim, 'Ben O'ndan ayrı bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
وَمَن يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَهٌ مِّن دُونِهِ فَذَلِكَ نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
Ve men yekul minhum innî ilâhun min dûnihî fe zâlike neczîhi cehennem(cehenneme), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
Enbiya 21/ 30 İnkar edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişikken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hala iman etmeyecekler mi?
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
Enbiya 21/ 31 Yeryüzü onları sarsmasın diye üzerinde sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye orada geniş yollar açtık.
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Ve cealnâ fîl ardı ravâsiye en temîde bi him ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Enbiya 21/ 32 Göğü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlarsa ondaki ayetlerden yüz çevirmektedirler.وَجَعَلْنَا السَّمَاء سَقْفًا مَّحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Ve cealnâs semâe sakfen mahfûzâ(mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn(mu’ridûne).
Enbiya 21/33 O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Ve huvellezî halakal leyle ven nehâra veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî felekin yesbehûn
Enbiya 21/34 Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklar?
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn(hâlidûne).
Enbiya 21/35 Her canlı ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da fitneleriyle imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Kullu nefsin zâikatul mevt,(mevti) ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneten, ve ileynâ turceûn(turceûne).
Enbiya 21/36 İnkar edenler seni gördüklerinde 'Sizin ilahlarınızı zikreden diline dolayan bu mu?' seni ancak alay konusu edinmektedirler. Ve onlar, Rahmân’ın Zikri’ni inkâr edenlerdir.
وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُم بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ
Ve izâ raâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzâllezî yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne).
Enbiya 21/37 İnsan, aceleci olarak yaratılmıştır. Benden acele istemeyin..Size ayetlerimi göstereceğim;
خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
Hulikal insânu min acelin, se urîkum âyâtî fe lâ testa’cilûni.
Enbiya 21/38 Diyorlar ki: “Eğer, doğru sözlüler iseniz bu vaad ne zamandır?”
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Ve yekûlûne metâ hâzâl va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Enbiya 21/39 İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım dahi edilemeyeceği zamanı bir bilselerdi!
لَوْ يَعْلَمُ الَّذِينَ كَفَرُوا حِينَ لَا يَكُفُّونَ عَن وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَن ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ
Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâra ve lâ an zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
Enbiya 21/40 Hayır o, onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkına çevirecek. Artık ne onu geri çevirmeye güç yetirebilecekler ne de onlara mühlet de verilecek
بَلْ تَأْتِيهِم بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ
Bel te’tîhim bagteten fe tebhetuhum fe lâ yestetî’ûne reddehâ ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Enbiya 21/41 Andolsun, senden önceki elçiler de alay edildi; ama onlarla alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi.
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Enbiya 21/42 De ki “Gece-gündüz, sizi Rahmana karşı kim koruyabilir?” Aslında onlar, Rablerinin zikrinden yüz çevirmektedirler.
قُلْ مَن يَكْلَؤُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمَنِ بَلْ هُمْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِم مُّعْرِضُونَ
Kul men yekleukum bil leyli ven nehâri miner rahmân(rahmâni), bel hum an zikri rabbihim mu’ridûn(mu’ridûne).
Enbiya 21/43 Yoksa onların, kendilerini koruyacak bizim dışımızda başka ilahları mı var? O sözde ilahlar kendilerine bile yardım edecek güçte olmadıkları gibi ,bizden de alâka ve destek göremezler.
أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُم مِّن دُونِنَا لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنفُسِهِمْ وَلَا هُم مِّنَّا يُصْحَبُونَ
Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasra enfusihim ve lâ hum minnâ yushabûn(yushabûne).
Enbiya 21/44 Doğrusu onları ve atalarının da geçimini sağlayan biziz. Öyle ki ömür onlara uzun geldi. Fakat şimdi görmüyorlar mı ki, yurtlarının etrafından eksiltip duruyoruz? O halde üstün gelen onlar mıdır?
بَلْ مَتَّعْنَا هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Bel metta’nâ hâulâi ve âbâehum hattâ tâle aleyhimul umur(umuru), e fe lâ yerevne ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, e fe humul gâlibûn(gâlibûne).
Enbiyâ 21/ 45 De ki: "Ben sizi yalnızca vahy ile uyarıyorum Ama sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan daveti işitmezler."
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاء إِذَا مَا يُنذَرُونَ
Kul innemâ unzirukum bil vahyi ve lâ yesmeus summud duâe izâ mâ yunzerûn(yunzerûne).
Enbiyâ 21/ 46 Andolsun ki onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa mutlaka: 'Yazık bize! Gerçekten biz zalimlermişiz' diyeceklerdir.
وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Ve le in messethum nefhatun min azâbi rabbike le yekûlunne yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Enbiyâ 21/ 47 Kıyamet günü için tam doğru/ el kıst mizanlarını koyarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. Bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa onu getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardalin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).
Enbiyâ 21/ 48 Andolsun biz Musa ile Harun'a takva sahipleri için bir nur ve bir Zikir /öğüt olarak Furkan’ı verdik.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاء وَذِكْرًا لِّلْمُتَّقِينَ
Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttakîn(muttakîne).
Enbiyâ 21/ 49 O takva sahibleri ki rablerini görmedikleri halde , candan saygı , haşyet beslerler ve o saatten titrer dururlar
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn(muşfikûne).
Enbiyâ 21/ 50 Bu, bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz onu inkar mı ediyorsunuz?
وَهَذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
Ve hâzâ zikrun mubârakun enzelnâhu, e fe entum lehu munkirûn(munkirûne).
Enbiyâ 21/ 51 Andolsun biz daha önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.
وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِه عَالِمِينَ
Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
Enbiyâ 21/ 52 O babasına ve kavmine: Sizin şu karşısına geçip kendilerine bel büküp ,eğilip durduğunuz heykeller nedir?”
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne).
Enbiyâ 21/ 53"Dediler ki: 'Biz atalarımızı onlara tapar bulduk.
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءنَا لَهَا عَابِدِينَ
Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne).
Enbiyâ 21/ 54 Andolsun ki siz ve babalarınız, apaçık dalâlettesiniz.” dedi.
قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin).
Enbiyâ 21/ 55 Onlar: 'Sen bize hakkı mı getirdin yoksa bizimle oyun oynayanlardan mısın? dediler.
قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ
Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne)
Enbiyâ 21/ 56 "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve Ben de buna şahitlik edenlerdenim
قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Enbiyâ 21/ 57 Allah'a yemin olsun ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım.',
وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ
Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne).
Enbiyâ 21/ 58 Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye.
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Fe cealehum cuzâzen illâ kebîran lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne).
Enbiyâ 21/ 59 Dediler ki: 'İlahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o zalimlerden biridir'
قَالُوا مَن فَعَلَ هَذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ
Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne).
Enbiyâ 21/ 60 'Kendisine İbrahim denilen bir gencin onları zikrettiği duyduk' dediler.
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ
Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu)
Enbiyâ 21/ 61 Dediler ki: 'Öyleyse onu insanların gözlerinin önüne getirin. Olur ki onlar da şahit olurlar!'
قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne).
Enbiyâ 21/ 62 Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"
قَالُوا أَأَنتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ
Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Enbiyâ 21/ 63 'Belki bu işi şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa onlara sorun!' dedi
قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِن كَانُوا يَنطِقُونَ
Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne
Enbiyâ 21/ 64 Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da “Biz, gerçekten yanlış yoldayız. Doğrusu ,zalim olan sizlermişsiniz!" dediler
فَرَجَعُوا إِلَى أَنفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنتُمُ الظَّالِمُونَ
Fe raceû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne).
Enbiyâ 21/ 65 Sonra başları önlerine eğildi dediler ki “Ey İbrâhim! Sen bunların konuşmayacağını bilirsin” dediler.
ثُمَّ نُكِسُوا عَلَى رُؤُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَؤُلَاء يَنطِقُونَ
Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad alimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne).
Enbiyâ 21/ 66 Dedi ki: 'Öyleyse Allah'ı bırakıp da size hiçbir yararı ve zararı olmayan şeylere mi tapıyorsunuz?
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ
Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum
Enbiyâ 21/ 67 Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ düşünüp akletmeyecek misiniz?”
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ
Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.
Enbiyâ 21/ 68 Dediler ki: 'Eğer bir şey yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin!'
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ
Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
Enbiyâ 21/ 69 Biz de dedik ki: 'Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve güvenilir ol.'
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
Enbiyâ 21/ 70 Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık.
وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ
Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
Enbiyâ 21/ 71 Onu ve Hz Lût 'u âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ
Ve necceynâhu ve lûtan ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Enbiyâ 21/ 72 Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık.
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileten, ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Enbiyâ 21/ 73 Onları bizim emrimizle hidayet yolunu gösteren imamlar /önderler kıldık. Kendilerine hayırları işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar yalnız bize kulluk ederlerdi.
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ
Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Enbiyâ 21/ 74 Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan o kentten kurtardık. Şüphesiz onlar, fasık olan kötü bir kavimdi.
وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَت تَّعْمَلُ الْخَبَائِثَ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ
Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet ta’melul habâise, innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne).
Enbiyâ 21/ 75 Onu rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi.
وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
Ve edhalnâhu fî rahmetinâ, innehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Enbiyâ 21/ 76 Nuh da; daha önce nida ettiği zaman biz onun çağrısına icabet ettik onu ve ailesini büyük bir üzüntüden kurtardık.
وَنُوحًا إِذْ نَادَى مِن قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Enbiyâ 21/ 77 Âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu yüzden biz de onların hepsini boğduk.
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
Enbiyâ 21/ 78 Davud ve Süleymanı da; hani kavmin davarlarının içine yayıldığı bir ekin hakkında hüküm/karar veriyorlardı. Biz onların hükümlerine/ kararlarına şahit olduk
وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fîl harsi iz nefeşet fîhi ganemul kavm(kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn
Enbiyâ 21/ 79 Böylece doğru kararı /hükmü Süleymân'a biz anlatmıştık. Her ikisine de Ve hepsine hikmet ve ilim verdik. Kuşları ve dağları da Dâvûd'un emrine vermiştik .onunla birlikte tesbih ediyorlardı .Bunları yapan bizdik.
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
Enbiyâ 21/ 80 Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükredenler denmisiniz ?
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَّكُمْ لِتُحْصِنَكُم مِّن بَأْسِكُمْ فَهَلْ أَنتُمْ شَاكِرُونَ
Ve allemnâhu san’ate lebûsin lekum li tuhsınekum min be’sikum, fe hel entum şâkirûn(şâkirûne).
Enbiyâ 21/ 81 Süleyman'a da şiddetle esen rüzgarı verdik. O, onun emriyle içini bereketli kıldığımız yere eser giderdi. Biz her şeyi bileniz.
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ
Ve li suleymâner rîha âsıfeten tecrî bi emrihî ilâl ardılletî bâraknâ fîhâ ve kunnâ bi kulli şey’in âlimîn(âlimîne).
Enbiyâ 21/ 82 Şeytanlar arasında da, onun için dalgıçlık eden ve bundan başka işler görenler onun emrine verdikı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.
وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَن يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ
Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne).
Enbiyâ 21/ 83 Eyyûb’u da Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki 'Doğrusu bu dert bana dokundu ve sen merhametlilerin en merhametlisisin' diye yakarışla nida etmişti
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne).
Enbiyâ 21/ 84 Biz de onun duasına icabet ettik.Üzerindeki derdi kaldırdık ve tarafımızdan bir rahmet, ibadet edenler için de bir ibret olarak ona ehline /ailesine ve onlarla beraber bir mislini daha verdik.
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِن ضُرٍّ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَذِكْرَى لِلْعَابِدِينَ
Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne).
Enbiyâ 21/ 85 İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِدْرِيسَ وَذَا الْكِفْلِ كُلٌّ مِّنَ الصَّابِرِينَ
Ve ismâîle ve idrîse ve zelkifl(zelkifli), kullun mines sâbirîn(sâbirîne).
Enbiyâ 21/ 86 Onları da rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi.
وَأَدْخَلْنَاهُمْ فِي رَحْمَتِنَا إِنَّهُم مِّنَ الصَّالِحِينَ
Ve edhalnâhum fî rahmetinâ, innehum mines sâlihîn(sâlihîne).
Enbiyâ 21/ 87 Balık sahibi ; hani o, öfkelenerek gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur, sen subhansın , herşeyden münezzehsin gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu.
وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
Enbiyâ 21/ 88 Biz de duasına icabet ettik. ve kendisini gamdan kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ
Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil mu’minîn(mu’minîne).
Enbiyâ 21/ 89 Zekeriya da; hani Rabbine nida etmişti:"Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın."
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne).
Enbiyâ 21/ 90 Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize huşu ,derin saygı gösterirlerdi
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ
Festecebnâ lehu, ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevcehu, innehum kânû yusâriûne fîl hayrâti ve yed’ûnenâ ragaben ve reheben, ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne).
Enbiyâ 21/ 91 O ırzını korumuş olanı da an ki ; ona ruhumuzdan bir çocuk üflemiş, kendisini ve oğlunu âlemlere bir âyet / ibret yapmıştık
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).
Enbiyâ 21/ 92 İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana kulluk edin.
إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn
Enbiyâ 21/ 93 Emirleri/işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Halbuk hepsi de bize dönecekler.
وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ
Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn(râciûne).,
Enbiyâ 21/ 94 Artık kim mü'min olarak salih ameller işlerse onun gayreti inkar edilmez. Şüphesiz Biz, onu yazmaktayız.
فَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Fe men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ kufrâne li sa’yihî, ve innâ lehu kâtibûn(kâtibûne).
Enbiyâ 21/ 95 Bizim helak ettiğimiz bir kent halkının, artık hayatı haramdır. Şüphesiz onlar bir daha dönemezler.
وَحَرَامٌ عَلَى قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
Enbiyâ 21/ 96 Nihayet Ye'cuc ve Me'cuc('un setleri) açıldığında onlar her tepeden akın ederler.
حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُم مِّن كُلِّ حَدَبٍ يَنسِلُونَ
Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).
Enbiyâ 21/ 97 Hak, vaad yaklaşmıştır. İşte o zaman inkar edenlerin gözleri dışarı fırlar. 'Yazık bize! Doğrusu biz bundan gafletteydik. Meğer biz zalimler kimselermişiz
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ
Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şâhısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Enbiyâ 21/ 98 Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin yakıtısınız , siz ona varacaksınız
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem(cehenneme), entum lehâ vâridûn(vâridûne).
Enbiyâ 21/ 99 Eğer onlar ilahlar olsalardı oraya girmezlerdi. Oysa hepsi orada sonsuza kadar kalacaktır.
لَوْ كَانَ هَؤُلَاء آلِهَةً مَّا وَرَدُوهَا وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ
Lev kâne hâulâi âliheten mâ veradûhâ, ve kullun fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Enbiyâ 21/ 100 Onlara orada şiddetli inlemeler vardır ve.ve onlar orada duymazlar. .
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ
Lehum fîhâ zefîrun ve hum fîhâ lâ yesmeûn(yesmeûne).
Enbiyâ 21/ 101 Bizden kendileri için önceden güzellik takdir edilmiş olanlar işte onlar oradan uzaklaştırılırlar.
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا الْحُسْنَى أُوْلَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ
İnnellezîne sebekat lehum minnâl husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).
Enbiyâ 21/ 102 Onun uğultusunu duymazlar ve onlar canlarının çektiği şeyler içinde ebedî kalacak olanlardır.
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنفُسُهُمْ خَالِدُونَ
Lâ yesmeûne hasîsehâ, ve hum fî mâştehet enfusuhum hâlidûn(hâlidûne).
Enbiyâ 21/ 103 O en büyük korku onları tasalandırmaz. Melekler onları: 'İşte bu, size vaadedilmiş olan gününüzdür' diye karşılarlar.
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
Enbiyâ 21/ 104: Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu iade edeceğiz Bu, bizim üzerimizde bir vaiddir,Muhakkak ki yapacak olan, Biziz.
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduhu, va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne).
Enbiyâ 21/ 105 Andolsun biz Zikir'den sonra Zebur'da da: 'Şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaklardır' diye yazmıştık.
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Enbiyâ 21/ 106: Şüphesiz bunda kulluk eden bir topluluk için bir tebliğdir.
إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِينَ
İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin âbidîn(âbidîne).
Enbiya 21/ 107 Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet /ikram olarak gönderdik.
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn
Enbiya 21/ 108 De ki: 'Bana sizin ilahınızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık siz Müslüman olacak mısınız?'
قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ
Kul innemâ yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun, fe hel entum muslimûn(muslimûne).
Enbiya 21/ 109 Eğer yüz çevirirlerse de ki: 'Size eşit olarak bildirdim. Size vaadedilenin yakın mı yoksa uzak mı olduğunu ben bilemem
فَإِن تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنتُكُمْ عَلَى سَوَاء وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَم بَعِيدٌ مَّا تُوعَدُونَ
Fe in tevellev fe kul âzentukum alâ sevâin, ve in edrî e karîbun em baîdun mâ tûadûn(tûadûne).
Enbiya 21/ 110 Şüphesiz O, sözün açıktan söylenenini de bilir, gizlediklerinizi de bilir.
إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
İnnehu ya’lemul cehre minel kavli ve ya’lemu mâ tektumûn(tektumûne)
Enbiya 21/ 111 Bilmem belki bu sizin için bir imtihan ve bir süreye kadar faydalanmak içindir.
وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَّكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
Ve in edrî leallehu fitnetun lekum ve metâun ilâ hîn(hînin).
Enbiya 21/112 Dedi ki: "Rabbim, hak ile hüküm ver Bizim Rabbimiz, sizin her türlü vasıflandırmalarınıza rağmen yardım /musteân istenilen Rahmân olandır.
قَالَ رَبِّ احْكُم بِالْحَقِّ وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تصِفُونَ
Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbunâr rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne),
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder