Bu Blogda Ara

2 Şubat 2019 Cumartesi

İ-Kuran Kelime Sözlüğü

İsm kelime anlamı Günah mânasına gelir. Ancak günah ile aynı anlamda kullanılmış ise de aralarında ince fark olduğu söylenebilir. Şöyle ki “zenb” kasıtlı ve kasıtsız günahlara delalet ederken, “ism” sadece belirli bir kasıt ve seçim neticesinde işlenilen günahlardır.

İblis: "if´il" gibi bir mastar veya fiil isim olup kökü, büsbütün umutsuzluğa kapılma anlamında "İblas"tır. Taberi´ye göre, Allah´a başkaldıran İblis, bu kötü hareketi üzerine duyduğu büyük pişmanlık ve acı nedeniyle sonsuz bir umutsuzluğa kapılmıştır.

İman kelime anlamı : أمن fili kökündendir.Korkunun zıddı olan iman, emn,fiili ile korkuyu atıp rahatlama ve güven duymak demek olup emn-ü ,emân fiili ile de emniyet, güven içine girme,güvene kavuşan emin olan demektir.Kısaca ,bu kelime türevleri olumlu olan şekli; kalbin sukunet ve huzura kavuşması her türlü korku karşısında kendini emniyette hissetmesi ve cevresine de güven vermesidir.

İslamda terim olarak iman: Muhammed Aleyhisselamın Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerini tasdik etmek ,onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.İnanıp güvenenlere mümin denir
E-Mi-Ne أَمِنَ :İnsanın kendisi, emin oldu, güvende hissetti.Kişinin kalbin tatmin oldu
Â-Me-Ne ءَامَنَ : İnsan hem kendini veya başkasını emin kıldı . Güvenliğini sağladı emniyet verdi
inanıp güvendi anlamına gelir

İcazıl-kur'an kelime anlamı : kuranın kendi benzerini getirmede insanları aciz bırakması

 İman Kelime anlamı :  “güvenmek, emin olmak, güven içinde bulunmak; inanılır güvenilir olmak anlamındaki emn (emân) kökünden türeyen iman (ibranice emunah)tır
İman manası    birine güvenmek, güven duygusu içinde birini veya  birinin sözünü doğrulamak, sözünün doğruluğunu onaylamak (tasdik) demektir.Arap dilbilim uzmanları üzerinde ittifak ettiği anlama göre de : iman, tasdik, yani, doğrulamak, bir sözün doğruluğunu onaylamaktır tasdik etmektir. Yani inanılan şeyi tasdik etmenin adı ''imandır''. Bu  yalnız kalple, ruhla ilgilidir.

 İman Tasdik ilişkisi
Kuran'da elçilerin inanç esaslarını (mü’menün bih) Mutlak tasdik etmek,doğrulamaktır. Bu yönü itibariyle iman: Mutlak tasdik etmek,doğrulamaktır. samimiyetle bağlanmak, inanmak, yalan zan ve şüphenin iman olmadığını inanmaktır tasdik Bu kelimenin asıl manası samimi bir kalp ile inanmak ve yakine ulaşmaktır Arapça kullanımda da aynı anlamdadır.
Lügatte “amene lehu”nun manası “saddeka ve i’temede aleyhi” “tasdik etti ve itimat etti”dir.
Amene bihi”nin anlamı, “eykane bihi” “ona yakin etti, onun hakkında kesin kanaat sahibi oldu” demektir.

İttiba:İzini takip et anlamındadır Örnek al ,aklen ,bedenen izinde yolunda olun uyun anlamlarına gelir

İstiğfar :Bağışlanma isteme dileği / talebidir.Rabbenağfirlî ve ya Ya Rab! Bana yardım et, bize mağfiret buyur, bağışlanma niyaz etme gibi dua ve yalvarma ile mağfiret isteme anlamlarına gelir
 

İstiğnâ:= zengin olmak muhtaç olmamak anlamındaki “ğınâ” kelimesinden türemiştir.İnsanın istiğnası ise kendini yeterli görmesi, büyüklenmesi, Allah’ın kulu ve yaratığı olduğunu unutması, bu yüzden îman ve ibadete Allah ve elçisine  itaate tenezzül etmemesidir. İnsan muhtaç bir varlıktır. Kişinin kendini müstağni görmesi sâdece zandır.Ve kibirlenme alametidir.Allah’ın istiğnası; el ganiy insanların iman ve ibadetlerine ihtiyacının olmamasıdır

İlliyyun :kelimesinin kökü konusunda farklı görüşler vardır. Müfessirler ise bu kelimeyi yüksekten “üst makam, yüksek derece” mânasına gelen illiyy kelimesinin çoğulu olup, Kur'an'da Mutaffifin suresinde toplam 2 kere geçmektedir. Ayetlerden de anlaşılacağı üzere İlliyin, Allahü Teala'nın indine yaklaştırılmış olan iyi kullara ilişkin "yazıyı / yazılımı"  içeren bir derecedir.
Kur'ân: "illiyyîn nedir?" diye sormuş, "O kitaben merkum'dur (yazılmış bir kitap)tır" diye cevap vermiştir
Ebrarların   amel defterlerinin yeride  illiyyun'dadır.Allahın açıklamasına göre İlliyyun'daki amel defteri ,derlenmiş insanların  sicil dosyaları,  sayılıp rakamlanmış ,kayıt altına alınmış  ,çok sağlam ,açıkça,görülecek yazılı , mühürlenmiş,  tescilli, mühürlü dosyalardır
 
 -------
İğvâ kelime anlamı : İğvâ kelimesi, Sözlükte “şaşırmak, hedefe ulaştıracak yoldan ayrılmak” mânasındaki gayy kökünden türemiş olup “şaşırtmak, azdırıp doğru yoldan uzaklaştırmak” anlamında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî, kelimenin kökünde bâtıl inançtan doğan bilgisizlik mânasının bulunduğunu söyler. İğvâyı gerek şeytana gerekse putlara izâfe eden âyetlerde kelime “bâtılı süsleyip hak gibi gösterme” mânasına gelmektedir.
Kur’an’da iğvâ daha çok İblîs’le bağlantılı olarak ele alınmakta, bilhassa insanın yaratılışını konu edinen âyetlerde Âdem’e secde etmemesi sebebiyle ilâhî rahmetten kovulan İblîs’in insanları Allah’a ulaştıran yoldan saptırmak ve meşrû sınırları aşıp azmalarını sağlamak amacıyla çaba göstereceği bildirilmektedir.Örneğin ;
Hicr 15/39 Dedi ki: "Rabbim! Beni azdırmana karşılık, mutlaka ben de yeryüzünde onlara  süslü göstereceğim  ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
الَ رَبِّ بِمَآ أَغْوَيْتَنِي لأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fîl ardı ve le ugviyennehum ecmeîn
Hicr 15/ 40 Ancak onlardan muhlis olan kulların hariç .
إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ
İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn
 Sad 38/82 Dedi ki: 'Senin yüceliğine andolsun ki, muhakkak onların tümünü azdıracağım.
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
Kâle fe bi izzetike le ugviyennehum ecmaîn
Sad 38/83 Ancak onlardan ihlâslı muhlis kulların hariç dedi.
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ
İllâ ibâdeke minhumul muhlasîn
Konuyla ilgili âyetlerden, şeytanın iğvâ ve saptırma eylemlerini gerçekleştirirken bazı insanları araç olarak kullandığı anlaşılmaktadır Kur’an’ın “şeytanın dostları” diye nitelediği bu kişiler kendilerini bir rehber, temsil ettikleri fikir ve ideolojileri de gerçek diye sunarlar, böylece hem öz varlıklarını hem de nüfuzları altındaki insanları doğru yoldan saptırırlar
Nisa 4/ 76  İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise Tağut'un yolunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.
الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ

Araf 7/27 Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumuş şeytânu kemâ ahrace ebeveykum minel cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealnâş şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn

Derisini elbise ile kapatan tek canlı insan olduğu için İblis, onu beşer yapan şeyin elbisesi olduğunu anladı ve ona göz dikti. Kendisi Allah’ın emrine karşı gelince melek olma görevinden atıldığı için Adem’in emre uymamasını sağlarsa onun da beşer olmaktan çıkarılacağını düşündü. Çünkü Allah’ın verdiği “şu ağaca yaklaşma” emrini sırf elbiselerini soymak için çiğnetmeye çalıştı

Nisa 4/ 76  İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise Tağut'un yolunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.
الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ
 Saffat 37/ 32:Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik.”
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ
Fe agveynâkum innâ kunnâ gâvîn
 Şeytanın insanları şaşırtıp hak yoldan uzaklaştırma konusunda uyguladığı yöntemler 
Kur’an’da “hutuvâtü’ş-şeyâtîn” (şeytanların çizdiği yollar) terkibiyle ifade edilmiştir
  Nur 24 / 21 Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm
Şeytan bu kötü telkin ve vesveselerini günaha teşvik etmek.sâlih amelden uzaklaştırıp isyana sürüklemek ister
Maide Süresi : 5/91 Şeytan, içki ve kumarla, aranıza sadece düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?
إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ
İnnemâ yurîduş şeytânu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâti, fe hel entum muntehûn
sâlih amelden uzaklaştırıp isyana sürüklemek ister
Bakara 2/ 268 Şeytan fakirlikle korkutarak size cimriliği, kötülük işlemeyi emreder. Oysa Allah size kendi katından bağışlama ve bol nimet vaadeder. Allah el vasi lütfu geniştir, O herşeyi bilir.
الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Eş şeytânu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ(fadlan), vallâhu vâsiun alîm
Aldatıcı vaadlerde bulunarak 
 Nisa 4/119 Onları ne olursa olsun- şaşırtıp saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak en’âm’ın kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattığını kesinlikle değiştirecekler. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.
وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا
Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurannehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurannehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi. Ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasira husrânen mubînâ

Nisa 4/120 Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa Şeytan, sadece aldatmak için söz verir.
يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا
Yeıduhum, ve yumennîhim. Ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ gurûrâ
 ve işlenen günahları hoş göstermek
 En'am 6/43 Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici süslü gösterdi.
فَلَوْلا إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُواْ وَلَكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene lehumuş şeytânu mâ kânû ya’melûn
Ankebut 29/ 38 :Ad ve Semud' da. sizlere beyan edildi  meskenlerinden oturdukları yerlerden size belli olmaktadır. Şeytan onlara yaptıklarını süsledi, böylece onları yoldan alıkoydu.Oysa onlar gerçeği görebilirlerdi.
وَعَادًا وَثَمُودَ وَقَد تَّبَيَّنَ لَكُم مِّن مَّسَاكِنِهِمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِرِينَ
Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn
 Kur’an’da insanların pek çoğunun şeytanın iğvâsına kapılabileceği ve sadece ihlâs ve samimiyetle hareket eden zümrelerin kurtulabileceği belirtilmiştir

Hicr 15/ 40 Ancak onlardan muhlis olan kulların hariç .
إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ
İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn

 Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın vesvese ve iğvâlarından Allah’a sığınılması gerektiği bildirilmiş (el-A‘râf 7/200) ve şöyle dua edilmesi tavsiye edilmiştir: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından ve yanımda bulunmalarından sana sığınırım” (el-Mü’minûn 23/97-98).

İfrat kelime anlamı :  Terim olarak inançta, sözde ve amelde aşırıya gitmek, haddi (Hududullah’ı) aşmaktır; sınırları zorlamaktır ;
Tefrit, Rabbimizin helal – haram sınırları konusunda duyarsız ve gevşek davranmak  helal – haram konusunda vahyin ölçülerinin ötesine geçerek, hassasiyet adına Rabbimizin haram kılmadığı bir şeyi haram, sayma  ise ifrattır.Tefrit,Hududullah’a tâbi ve teslimiyet konusunda aşırı gevşeklik göstermektir. Geride kalmak, öne geçmede yetersiz  kalmak. Ortalamanın altında kalıp, sınırları zorlamak anlamına geliyor.Rabbani yükümlülükler konusunda gerekli duyarlılığı göstermemek anlamına gelmektedir.Örneğin Neyin İtidal, Neyin Aşırılık Olduğunun Referansı Vahiydir .kur'an'ı anlamak için değil, sadece yüzünden okuyup yeterli görüp bu konuda gayret göstermemek.
 İtidal /mutedil /vasat : Kavramlar kur'an'a göre ele alınmayınca içi boşaltılmış kelimelerin anlatılmak  istenen mesajı göz ardı edilmiştir.İtidal ,mudedil ve vasat kelimelerinin anlamları daraltılmış Kur'an'a göre bu kavramlar, inanç, söz ve amelde adalet üzere olmak demektir. Adalet teriminin, “her şeyi yerli yerine koymak, her şeye hakkını teslim etmek” anlamına geldiğini ve bunun da ancak Hududullah’a tâbi olmakla mümkün olduğunu hatırladığımızda, İtidal ,mudedil ve vasat üzere olmanın, asıl anlamı Allah’ın sınırlarına sadakat demek olduğunu görürüz. İtidal üzere olmak, önümüze çıkan üç şıktan ortadakini işaretlemek demek değildir. İtidal, üç şeyden ortadakini benimsemek ve ona tâbi olmak değildir. İtidal, yüce Allah’ın ölçülerini gözetmek, eksiltmeden ve artırmadan bu ölçülere bağlı kalma cehdi göstermektir. Sırat-ı mustakîm üzere bulunma gayretinde olmak ve onun ötesine geçmekten de, berisinde kalmaktan da sakınmaktır.
Demek ki, itidal “orta yol”, itidal üzere olmak da “orta yolda olmak” değildir. İtidal, Allah’ın yolu ve mutedil olmaksa Allah’ın yolunda olmaktır. Yani itidalin referans noktası Allah’ın ölçüleridir. Hududullah’tır. Allah'ın gösterdiği şekilde Allah rasulunun vahiy olunan kur'an ahlakı ,ile yaratılış gayesine uygun ölçüsüde,hareket etmektir. En  Hayırlısı, bu ifrat ve tefritin tam ortasında durur ki bu durduğu çizgiye de istikamet çizgisi denir
Hz Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Her işte ifrat ve tefritten uzak dur,  vasatını tercih et. Çünkü işlerin en hayırlısı istikamet üzere  olanıdır. (Beyheki)
Bu bilgiler ışığında ifrat ve tefritten arınmanın,inanç, düşünce ve amelde her türlü bâtıl,yönelimlerden geleneksel ve modern bidatlardan, her türlü cahiliye kalıntısından uzaklaşmak olduğunudur. Zira kaynağını vahiyden, yani yüce Allah’tan almayan ne varsa cahiliye ürünüdür, aşırılıktır. Aşırılık, insanların teşkil ve temsil ettiği ortalama inanç, düşünce ve yaşayış biçiminin dışında olan değil, yüce Allah’ın ölçülerinin dışına taşandır. Şayet aşırılığın ölçüsü insanlara göre belirlenmiş olsaydı, küresel ve yerel istikbarın Müslümanlar için kullandığı “aşırı dinci” tanımı haklı olurdu!

İstikbâr:Arapça kbr kökünden gelen kabr/kubr/kabāra büyüklenme, büyük olma kendini büyük görme, Kuranı kerimde Bu anlamda olup Allah’a karşı kendini yeterli görerek azana müstağni denir Müstekbir,kelimesi kendisi büyük olmayıp bilakis zayıf, aciz bir varlık olduğu halde kendini başkalarından üstün gören, kendini Allah'tan müstağni sayarak Allah'ın emirlerine itaat etmeyen kimsedir.Müstekbirler kendilerinde bulunan iyi özelliklere değil; kuvvet,makam; mevki, sermaye gibi bu dünya hayatında sahip oldukları geçici şeylere güvenip dayanırlar.


İnfâk :İnfak kelimesi ne fa ka   malın ,bitmesi tükenmesi ,Bir canlının ruhu çıkması =yok olmak,kalmamak demektir.Kur'an bu kelimeyi malın elden çıkarılması, harcanıp sarfedilmesi anlamıyla kullanmıştır.İnfak etmenin zamanı ve mal bakımından herhangi bir sınırı yoktur.  Kur'an'da mü'minin Allah rızası hoşnutluğu için yaptığı zorunlu olmayan  her türlü paylaşımını ifade eder.Yani terim olarak yarar veren bir şeyi muhtaç biriyle karşılıksız paylaşmaktır. Sende bir şekilde var olan nimet ve rızIklardan diğeriyle paylaş ver" demektir.Bollukta  ve darlıkta, yani az olan azından az olarak, çok olan çoğundan çok olarak verir anlamındadır .Cünki kur'an'a göre İnfak zıddı olan nifak  iki yüzlülüğün yani nankörlüğün panzeridir.Ramazan da verdiğimiz fıtır sadakası da en güzel infaktır.Cünki zenginde fakirde  verir

İhsan kelime anlamı : Hüsn ,İhsan ve muhsin aynı kökten gelir .İhsan iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır. Muhsin ise, ihsan eden, iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan demektir. El-Muhsin olan Allah, güzeli ve güzellik sergileyenleri sever. Her kimde muhsin özellikleri varsa, onda muhsin olan İlâhî Kudret'ten insana tecellisi belgesi demektir.

İhsan :Karşılık beklemeden başkasına ikram ,iyilik etmek ve yaptığı işi en güzel yapmak” şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır. İhsanda güzel işte bulunan kişiye muhsin denir.Yapılan amele de hasenet denir .Ayet-i kerimelerde Allah’ın ihsanından söz edilirken, ilk olarak O’nun insanlara ikramda bulunması ve nimet vermesinden, ikinci olarak da her şeyi en iyi ve en mükemmel bir şekilde yapması anlatılır.Yüce Allah’a karşı ihsan söz konusu olduğunda, iyilik, ve salih amelleri en iyi ,en güzel bir biçimde yapmaktır.İnsanın .Allah’a karşı ihsanı; iman etmek, emirlerine uymak şükür, itaat ve salih amel ve yasakladığı şeylerden kaçınmakla olur: İhsan, insanın hem Allah’a hem de kendine ,hem yakın ve uzak çevresine bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında  bilgisini en güzel biçimde eyleme, fiiliyata hasenata dönüştüren kişidir.

İkrah kelime anlamı : Bir kimseyi istemediği bir sözü söylemeğe veya bir işi yapmaya zorlamaktır. Istılahta ikrah, bir kimseyi tehdit ile korkutmakla rızası olmaksızın bir sözü söylemeğe veya bir işi yapmaya haksız yere sevk etmektir. Buna “icbar” da denilir.

İttiba kelime anlamı :Bu kelime bir kimsenin izini takip etmek anlamına gelir. Kelime bazen bedenle izlemeyi bazen de örnek almayı ifade eder.

 Isr kelime anlamı : Bu kelime de, “sahibine ağır gelen ve ağırlığından dolayı hareket etmesine mani olan ağırlık, yük” demektir. “Ağırlık, şiddet, temayül, şefkat” mânalarına gelen bu kavram, daha çok yük anlamı ile bilinmektedir. Yanlış bir davranışa verilen cezanın ağırlığı, şiddeti mânasına geldiği gibi, dinî bir görevin ağırlığını da ifade etmektedir.

İstiğnâ: İnsanın istiğnâsı kendini zengin,yeterli Rabbine karşı ihtiyaçsız görmesi,büyüklenmesidir. İman ve ibâdete Allah ve elçisine itâate tenezzül etmemesidir. İnsanın azmasının sebebi de kendini müstağnî görmesidir.


İki Doğu İki Batı kelime anlamı : Kur’an’da bazen çoğul bazen de tekil olarak kullanılıyor doğu ve batı kelimeleri. Tekil olduğu zaman kolayca anlayabiliriz, bir doğu, bir de batı var. Dikkatli gözlem yapanlar güneşin hep aynı yerde batmadığını farketmişlerdir. Güneşin 21 haziranda battığı bir uç nokta vardır ve bir de 21 aralıkda battığı ayrı bir uç nokta vardır.Bu iki tarih arasında iki tane uç batış noktası vardır ve bunları arasındaki geri kalan yerlerde çoğul batış noktaları vardır. Güneşin doğuşu için de aynı şey geçerlidir. Yani ayetde iki doğu ve iki batı diyerek çok büyük bir incelik sergilenmektedir.

İkâme kelime anlamı :Bir şeyi kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, dosdoğru yapmak, özenle ve şartlarına riayet ederek uygulamak, devamlı ve itibarlı hale getirmek anlamlarına gelir.

İhlas kelime anlamı : Sözlükte arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânasındaki hulûs / halâs kökünden gelmiştir.Bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ihlâs daha geniş olarak şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredât,)
---
 İnsan kelimesi kur'an'da üç kelime kullanılır. Arap dili kuralı gereği , bir kelime farklı ise, anlam olarak hepsi aynı demek değildir. Çevirilerin hemen hemen hepsinde hatta tamamında BEŞER kelimesine   insan insan kelimesine beşer  veya  ADEM  olarak çevrilmiştir.Oysa kur'an'da kullanımları beşer kelimesi insanın fizyolojik özelliklerini ve fıtratını temsil eder, insan kelimesi ise beşerin iyi veya kötü gelişmiş halini temsil eder

İnsan  kelime anlamı : İns,“beş duyu ile hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” seçme özgürlüğüne sahip alışkanlıkları olabilen, Allah için mükellef  demektir. Bu kelimenin, kendisinden türediği kök olarak iki kelimeden bahsedilir; bunlardan biri Üns kelimesidir. Üns: ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hem cinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder. İnsan kelimesinin, bir de nesy = unutmak fiili de bu kök anlamdan gelmektedir

Adem kelime anlamı : insanın dış görünümü olan beşerlik ve insanlık boyutundandan başka bir iç boyutunun; manevi yönüne verilen isimdir.
“Benî Âdem” (Âdemoğulları) ifadeleri vardır. Bu ifade, yedi defa geçer. Burada kastedilen Âdem’in oğlanları değil, Âdem’in soyudur.
Bu ifade, insanları uyarırken, kendilerinin sıradan birisi olmayıp, bilgili, bilinçli, vahyle muhatap olmuş manevi ciheti olan bir atanın evladı olduklarını, kendilerinin atalarına layık birer kişi olmaları gerektiği ima eder. Yani Bu ifadelerde bir Telmih sanatı gösterilir, ilk peygamber Âdem hatırlatılır

BEŞER .Kısaca beşer arapça insan vucudun cildi anlamındadır . İnsan türünün diğer varlıklardan Maddî ve dış görünümü (iki ayak üzerinde duruşu, dersinin keçi, koyun vs gibi yoğun kıllı olmadığından gözüktüğü için , yemesi içmesi, üremesi vs ile ilgili farklı özel bir tür ifade eder  Hem sağlam hem güzel hem de tehlikelere karşı koruma özelliği vardır. Bu, diğer canlılarda da vardır ama insanın farkı, derisini korumak ve güzel görünmek için elbise giyen tek canlı olmasıdır. Bu yüzden o, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşayabilen tek canlıdır.Allah'ın kulluk üzere yarattığı İlahlık vasfı olmayan İnsan anlamındadır.
Vahiy  ve  öğrenme beyan   yeteneği  verilmeseydi   insan  ‘’beşer’’ olmaktan ‘’insan’’ olmaya yükselemezdi. 

İnşa sözlük anlamı   ve kavram olarak anlamı 

Kur'an-ı Kerîm'de "yaratılış" ve "ba'su ba'de'l-mevtt=öldükten sonra diriltmeyle ilgili kavram."İnşa", özellikle bitki ve insanları yerden çıkarıp meydana getirmek, yeni bir topluluk oluşturmak ve ölümden sonra bütün insanları, yeniden yerden hayat verip çıkarmak demektir.
İnşa ettik :Arapça bu kelime başlangıcı ,gelişimi ,olgunlaşma evresini ifade eder.Örneğin  bir şeyin ilk tohumdan, o tohumun oluşumundan, gelişmenin tamamlandığı noktaya kadar olan her şeyi kapsar.Türkçede inşaat kelimeside bunun gibidir temelden başlayarak yapının tamamlanmasına   kadar geçen dönemi içine alır
'İnşa', "Ne-Şe-E" fiil kökünden gelir. Çıktı meydana geldi, yetişti, gelişti. "an" edatıyla kullanıldığında'-den çıktı, bitti. anlamlarında olup, inşa kelimesinin fiili olan En-Şe-E ise, "yaptı, meydana getirdi, çıkardı, yetiştirdi" manalarınadır.

En’am 6/141
: Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyiniz. Devşirilip toplandığı gün de hakkını/zekât ve sadakasını veriniz. İsraf etmeyiniz, çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُواْ مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayra ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayra muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn

Bitkiler önce küçüçük ekilmiş bir tohumken dallanıp meyveler vermesi nasıl  yeni bir şekil alırken bitki inşaa olmuştur. İnsanda yeniden inşaası buna benzer 

Mülk 67/23:De ki: "Sizi inşa eden, size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?"
قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn

En am 6/98
O, sizi bir tek nefisten  yaratandır. bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
Ve hüvellezi enşeeküm min nefsiv vahıdetin fe müstekarruv ve müstevda´ kad fassalnel ayati li kavmiy yefkahun

Kur'an'da bir "neş'e-i ûlâ" (ilk çıkış), bir de "neş'e-i uhrân (bir ikinci çıkış)tan söz edilir. Neş'e-i ûlâ topraktandır:


Necm 53/32:
İyilik işleyenler kebair el ismi = büyük günahlardan ve  fevâhışe =çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece el lememe =küçük kusurları olabilir. Senin Rabb'inin .magfireti geniş kapsamlıdır. O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. Çünkü o kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir.
الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Ellezîne yectenibûne kebâiral ismi vel fevâhışe illâl lemem inne rabbeke vâsiul mağfirati, huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum ecinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.

 İnşa insanlar için kullanıldığı gibi, bitkiler ve toplumlar, kavimler hakkında da kullanılır.

En’am 6/141: Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmaları, sebzeleri, zeytinleri, narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyiniz. Devşirilip toplandığı gün de hakkını/zekât ve sadakasını veriniz. İsraf etmeyiniz, çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ جَنَّاتٍ مَّعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا أُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ كُلُواْ مِن ثَمَرِهِ إِذَا أَثْمَرَ وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayra ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayra muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn

Vakıa 56/72: Siz mi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa biz miyiz inşa eden?
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ
E entum enşe’tum şeceratehâ em nahnul munşiûn

Yine, yağmur yüklü bulutların oluşumu da Allah'ın bir "inşa"sıdır

Rad 13 /12   Size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren, yüklü  bulutları oluşturan O'dur.
هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ
Huvellezî yurîkumul berka havfen ve tamaan ve yunşius sehâbes sikâl

Zalim olan nice şehirleri kırıp geçirmek ve arkalarından başka topluluk inşa etmek

Enbiya 21/11 Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından başka kavimler inşa ettik
وَكَمْ قَصَمْنَا مِن قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ
Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn

Türkçe'de kullanılan ve tabiî ki Arapça inşa aslından geçen inşaat kelimesi bu kavramı yeterince açıklar niteliktedir. Nasıl bir yapı temelin atılmasından tamamlanmasına kadar sürer ve bu işlemin tamamına birden inşaat denilirse, aynı şekilde inşa kavramı, yaratma aşamasında ister insan, ister bitkiler, isterse toplumlarla ilgili kullanılsın; ilk temelin, ilk tohumun atılıp, ilk olmuşumun başladığı andan, büyüyüp gelişme de dahil olmak üzere ayaklar üzerinde yükselme dönemlerini de içine alacak kapsamdadır. Bu bakımdan, "inşa" kavramında "meydana getirmek, yetiştirip büyütmek ve terbiye etmek" anlamlarının hepsi söz konusudur.


Tirmizî'nin 'Şemâil'inde, ayrıca Taberânî, İbn Ebî Hatim ve daha başka hadisçilerin eserlerinde Resulullah'tan rivayet ettikleri üzere, genç yaşlı vefat eden müslüman kadınlar hakkında inen

 (el- Vakıa 35) ayeti bu "ikinci neş'e'den bir sahneyi ifade etmektedir (Hak Dini Kur'an Dili, VII, 4708).
Vakıa 56/35 : Biz onları yeniden inşa etmişizdir,
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء
İnnâ enşe’nâ hunne inşââ

Vakıa 56/36 : Onları bakireler kıldık.
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا
Fe cealnâ hunne ebkâran.

Vakıa 56/37 : Güzel  konuşan,Eşlerini çok seven aynı yaşta,
عُرُبًا أَتْرَابًا
Uruben etrâbâ

"İnşa" bir yazı veya makale yazmak anlamında da kullanılır ki, düz yazı halinde güzel makale ve yazı yazanlara "münşî" denilir. Kainat da bir kitap olduğundan, bu iki inşa arasında tabiî bir bağlantı ve anlam birliği vardır

Alak 96 /1 Yaratan Rabbinin adiyla oku!
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Ikra´ bismi rabbikelleziy halak

Gece uykudan namaz için kalkmak da Kur'an'da "nâşie" kelimesiyle ifade edilmiştir.

Müzemmil 73 / 6 : Şüphesiz gece kalkışı, kalp ve uzuvlar arasında tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ

 Bununla, uykudan uyanıp kalkmanın bir bakıma yeniden dirilmek veya yerden bitmek şeklinde değerlendirildiğini anlıyoruz. Özellikle uykunun ölüme benzetildiğini de göz önüne aldığımızda, bu anlam daha da belirginleşir.

Yukarda sözü edildiği gibi, ilk inşadan başka bir de "ikinci -son inşa" vardır. Nasıl insanlar veya bitkiler yerden bitirilmekte, tohumlarından çıkıp büyüyerek insan veya bitki halini almaktaysa; insanlar ölümlerinden sonra yeniden "inşa" edilecek, yeni baştan yaratılacak, yani bir "neş'e-i uhrâ"yı yaşayacaklardır.

gece beşer olan  insanoğlunun  fıtratını inşasıdır. 
Gece sakin  ve sukunet vardır. Gece söz daha kalıcı ve etkili olacaktır 

Geceleyin  kalp boştur. telaşeler ,meşguliyetler  yoktur.kur'an okuyan , dünyevi meşguliyetlerden uzak kalarak kendisini tamamen vahiye  verme imkânı bulur.Kur’an” yani insanın Kur’an üzerinde daha derin düşünmeye uygun olduğu vakit.


Vakıa 56/35 : Biz onları yeniden inşa etmişizdir,
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء
İnnâ enşe’nâ hunne inşââ

İnşâ :
Bu ayette onların, bakire ve yaşıt olmaları halidir Cennetlikler .bu alemde hepsi genç olacağı , orada çirkinliklerden arınıp  genç delikanlılar ve kızlar olacağını   ihtiyarlık olmayacağı yani Biz onları, ashâb-ı yemin için inşâ edip hazırladık demektedir. Kaynaklarda, bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle bir olay anlatılır. Hz.Muhammed a-s  huzuruna yaşlı bir kadın gelip ona: “Ey Allah'ın Elçisi, Allah'a dua et de beni cennetine koysun.” der. Hz. Peygamber de: “Ey falanın annesi, cennete ihtiyar kadın giremez.” diyerek ona latife yapar. Ancak yapılan latifeyi anlayamayan kadın ağlayarak geri dönünce, Allah'ın Elçisi: “Ona söyleyin, kadın cennete girerken ihtiyar olmayacak, çünkü Allah: 'Biz onları yaşıt ve bakire olarak apayrı biçimde yeniden yaratırız.' buyuruyor.” demiştir. Demek ki cennet ehli genç ve dinç olacaktır. Kaynaklarda yer alan ve cennetliklerin otuz üç yaşında olacaklarını belirten bazı rivayetler de bu gerçeğe işaret etmektedir.

İzin” bilindiği üzere, tasdik etmek, onaylamak demektir. Allah’ın koyduğu yasalara göre, bir olayın, bir musibetin meydana gelmesinin sebepleri oluşmuşsa ve Cenab-ı Hak da onaylamışsa o olay vuku bulur. İşte insanın başına gelen musibetler de böyledir. Musibetlerin gerçekleşme sebepleri oluşmuş demektir. Kişi söz inanç ve fiilleriyle bu sebeplerin oluşmasını sağlar. Yani bir nevi kendisi belâyı bu halleriyle talep etmiş olur. Allah da onaylar. Onun için herkes, başına gelen musibetlerde kendi hatasını görüp anlamalıdır. 
Şura 42/30 Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîrin


İşrak, Güneş doğduğunda, Sabah namazından sonra öğleden önce ,Güneşin ışıkları yeryüzüne yayıldığı parlamaya başladığı vakite denir. Bu zaman dilimi kuşluk vaktidir Bu vakitte kılınan namaza salatu’d-duhâ veya salâtü’l-işrâk denir. Bayram namazlarıda bu vakitte kılınır.

Hz. Davud'a verilen bir mucize. Davud aleyhisselam  Zebur'u okurken gökte uçan kuşlar yerlerinde durup onunla birlikte Allahı tesbih ederler ve engin dağlar da onun sesinin yankısıyla Allahıhallerince tenzih  eder  adeta ona iştirak ederlerdi. Alimler, kuşluk namazının meşru oluşu hususunda bu ayeti delil getirmişlerdir.
Hz. Davud'un, Allahı zikretme vakitleri olarak gece ve kuşluk vakitleri belirtilmektedir.Huşu hususunda bu ayeti delil getirmişlerdir. Ümmü Han (r.anha)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Hz. Rasullullah  (s.a.s) yanımıza geldi, abdest suyu istedi ve abdest alıp, kuşluk namazını kıldı ve sonra, "Ey Ümmü Hânı, bu işrâk (kuşluk) namazıdır" dedi. 
Tâvûs Ibn Abbas (r.a)'dan şöyle dediğini nakletmiştir: "Sizler, Kur'ân'da kuşluk namazından bahsedildiğini biliyor musunuz?" Yanındakiler, "Hayır" deyince o, bu ayeti okuyarak, "Dâvûd (a.s) bu namazı kılardı. Kuşluk namazı aklıma geldiğinde,kendimi  bunu bu ayette bulurum" demiştir.


Hz. Davud'un uğradığı bu fitnenin açıklaması için deniliyor ki Hz. Davud bazı zamanlarını idari işleri görmek, insanlar arasında hüküm vermek için; bazı zamanlarını ise mihrapta ibadethanesinde yüce Allah'ı anlatmak ,takdis etmek, ibadet etmek,kimi zamanda Rabb'i ile baş başa kalmak için kalırdı.İnsanların arasına çıkıncaya kadar kimse yanına gitmezdi.Bir gün üzeri kapalı olan mabedin içine iki kişinin duvarlardan atlayarak girdiklerini gördüğünde onların kendisini öldürmek için yanına girdikleri zarar verecekler karşılık verme düşüncesi zannın da  bulunmuş . korkuya kapılmıştı. Zira inanmış ve güvenilir insanlar bu şekilde mabede girmezlerdi. Bu iki adam ise hemen onu yatıştırmaya çalıştılar: "Korkma dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı." Senin huzurunda mahkeme olmaya geldik. "Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, bize zulmetme, bizi doğru yola çıkar." Hemen sadece birisi söze girerek sorunu arz etti: dediki "Bu kardeşimin doksandokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyleyken onu da bana bırak dedi Ve tartışma da beni yendi.
Bu olay,da , davacılardan sadece birinin arz ettiğine göre, başka şekilde yorumlanması mümkün olmayan apaçık bir zulmü ifade etmektedir. Bu nedenle Hz. Davud bu apaçık zulmü sadece bir davacıdan dinledikten sonra, sözü diğer davacıya vermeden, ondan hiçbir açıklama istemeden ve onun delilini dinlemeden hemen hükmünü cabuk vermeye geçmiştir:"Davud `Andolsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana büyük haksızlık etmiştir. Doğrusu ortakların çoğu birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. İnanıp yararlı iyi işi yapanlar bunun dışındadır ki, sayıları ne kadar azdır' demişti. Öyle anlaşılıyor ki, bu aşamada her ikisi   hemen kalkıp gitmiştir. Çünkü bunlar sınama için gelen iki uyarı elçisi melekler idi. Yüce Allah'ın elçisini insanların başına geçirip Hak ile hükmedebilmesi için önce gerçeği araştırmasını istediği elçisini, sınamaya gelmişlerdi.Onlar özellikle etkileyici ve çarpıcı bir biçimde emri yerine getirdiler. Davud aleyhisselam gibi olsanız bile ,verilen öğütleri dinleyin, hatadan dönün Cünki kul kusurlu varlıktır .Kusursuzluk Allah'a mahsusdur.Allah kulundan hatadan dönmesini evvab olmasını ister..Hz Davud önce onların haklarında kötü bir zanda bulundu ve davada acele hüküm verdi ,diğer davacıyı dinledikten sonra meselenin tamamı veya bir kısmı belki  değişebilir sulh olurdu. Birinci davacının sözlerinin yalan, eşsiz veya aldatmadan öte bir anlam ifade etmediği ortaya çıkabilir!
İşte bu sırada Hz. Davud bunun bir fitne /sınanma olduğunu anladı.Aldığı karar doğru da olsa iki tarafta dinlenmesi daha doğru olurdu Dâvûd aleyhisselâm hemen hatırladı ve Ya Rab, eksiklerimi tam kabul et, yanlışlarımı da yok kabul buyur. Yâni “estağfirullah” dedi. İstiğfar ediyorum Tüm elçilerİyaptığı  gibi.yaptı  Çünkü istiğfar bir amelden, bir eylemden sonra gelir. Bir amel ortaya koyan mü’min, sonunda estağ-firullah der.Ya Rabbi, ben ancak bu kadar becerebildim, sen bundan çok daha güzeline lâyıksın, söz veriyorum bundan daha güzelini yapmaya. Ya Rab, eksiklerimi tam kabul et, yanlışlarım varsa  da gafur isminle yok kabul buyur.der.Kıssayı okuyana bir haber duyduğunuzda önce araştırmayı ve  Allah size fazlından 99 vermişse aç gözlülük yapıp 100 yapmak için haksızlıkla başkasının nasibine el uzatmayın terbiyesinden hisse çıkarması içindir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder