Mushaf’taki resmi sırası : 56
Nuzul Sırası: 46
Toplam Ayet Sayısı : 96
İndiği Dönem :Vâkı‘a suresi, Mekke döneminde ve peygamberliğin üçüncü yılında nazil olmuştur.
Sure adı : Birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay, “başa gelen büyük iş” manasındadır. Sure ismi olarak geleceğinde asla kuşku olmayan gerçekleştiğinde de kendisinde yalanlanacak bir şey bulunmayan önemli ve hakiki olay vâkı‘a denilebilir. Kıyamet günü Örneğin: Hakka, Kâria, Sâ'a gibi isimleride vardır
Hadisler de Ebubekir radıyallahu anhu Allah Rasulune demiş ki : “Saçların ağarmış ya Rasulallah!” Nebi şöyle cevap vermiş : “Saçlarımı, Hûd, Vakı’a, Murselât, Amme yetesâelûn, İze’ş şemsu kuvvirat sûrelerdeki hakikatler ağarttı ” (Tirmizî). Sure-i Celile, kıyametin nasıl meydana geleceğini, bir kısım insanların dünyada işlemiş oldukları salih amellerle yüksek derecelere ereceklerini, bir kısım insanların da.işledikleri günahlar sebebiyle azaltılacaklarını haber vermektedir. Amel defterleri sağ taraflarından verilenlerin mutlu insanlar, sol taraflarından verilenlerin de bedbaht insanlar olacakları beyan edilmektedir,
27. Cüz
Rahman Ve Rahim Olan Allah Adıyla
Vakıa 56/1 O vâkıa /kıyâmet olduğu zaman
إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ
İzâ vakaatil vâkıatu.
Vâkı’a:Gerçekleşmesi kesin meydana gelecek olay ,hadise demektir.O halde ayetin anlamı O kaçınılmaz ve önlenemez hadise meydana geldiği zamanI şeklinde düşünerek okumalıyız
Vakıa 56/2 Ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur;
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ
Leyse li vak’atihâ kâzibetun.
Vakıa 56/3 O, alçaltıcıdır, yükselticidir.
خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ
Hâfidatun râfiatun.
Vakıa 56/4 Yer şiddetle sarsıldığı.
إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا
İzâ ruccetil ardu reccâ
Vakıa 56/5 Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا
Ve bussetil cibâlu bessâ
Bess: Un gibi öğülmek ufalanmak anlamında kullanılır
Vakıa 56/6 Dağılıp toz duman = hebâ haline geldiği,
فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا
Fe kânet hebâen munbessâ
Vakıa 56/7 Siz de üç sınıf olduğunuz zaman
وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً
Ve kuntum ezvâcen selâseten.
Vakıa 56/8 Sağdakiler,=Ashabu'l meymene ne mutlu o sağdakilere!
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymenet
Vakıa 56/ 9 Soldakiler =Ashab-ı Meş'eme ne bahtsızdırlar onlar!
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
Ve ashâbul meş'emeti mâ ashâbul meş’emet
Vakıa 56/10 Ve es-sabikunlar =İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlar Es-sabikunlardır.
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ
Ves sâbikûnes sâbikûn
Vakıa 56/11 İşte bunlar,sabikunlar Allah’a en yakın mukarreb olanlardır,
أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ
Ulâikel mukarrabûn
Vakıa 56/12 Onlar, Naîm cennetlerindedirler.
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
Fî cennâtin naîm
Vakıa 56/13 Çoğu öncekilerden.
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ
Sulletun minel evvelîn
Vakıa 56/14 Birazı da sonrakilerdendir.
وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ
Ve kalîlun minel âhirîn
Vakıa 56/15 Mücevherlerle özenle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.
عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ
Alâ sururin mevdûnetin.
Vakıa 56/16 Karşılıklı olarak oturup yaslanırlar.
مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ
Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn
Vakıa 56/17 Etraflarında ölümsüz hayata kavuşturulmuş gençler dolaşır.
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ
Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn
Vakıa 56/18 Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ
Bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min maîn
Kur’an'ı kerimde , cennetteki içeceklerin nitelikleri hakkında temiz, baş ağrıtmayan ve aklı bozmayan gibi ruhsal, fiziksel ve de duygusal durumları izahı bir amaç taşır. Bu ifadeler, yasaklanacak olan alkollü içkinin, müminin pratik hayatında yer almaması gerektiğine dair ilk mesajlardır
Vakıa 56/19 Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.
لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ
Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn
Vakıa 56/20 Beğendikleri meyvalar,
وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ
Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn
Vakıa 56/21 Canlarının çektiği kuş eti.
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ
Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn
Surenin 20 ve 21. âyetteki sıralama:İki ayete baktığımız da Meyvenin, etten önce verilmiş olmasıyla önce meyve sonra et şeklinde doğru beslenme sırasını vermektedir. Meyve , iştahı açar, et ise, iştahı keser.Sofra kültürümüzde hoşaf türü meyveler bu işlemi yapıyor.
Vakıa 56/22 İri gözlü hûriler,
وَحُورٌ عِينٌ
Ve hûrun înun.
Vakıa 56/23 Saklı inciler gibi,
كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ
Ke emsâlil lu’luil meknûn
Vakıa 56/24 Yaptıklarına karşılık olarak.
جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cezâen bi mâ kânû ya’melûn
Vakıa 56/25 Orada ne boş bir laf işitirler, ne de günaha sokan bir söz.
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا
Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ
Vakıa 56/26 Yalnızca bir söz işitirler "Selam, selam."
إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا
İlla kiylen selamen selamen.
Vakıa 56/27 "Ashab-ı Yemin", Defterleri sağdan verilen ne mutlu uğurlu o, Ashab-ı Yemin sağından verilenler
وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ
Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn
Vakıa 56/28 Dikensiz sedir ağaçlarının altında,
فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ
Fî sidrin mahdûd
Vakıa 56/29 Salkım muzlar içinde,
وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ
Ve talhın mendûd
Vakıa 56/30 Uzamış gölgeler,
وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ
Ve zıllin memdûd
Vakıa 56/31 Çağlıyan bir sular
وَمَاء مَّسْكُوبٍ
Ve mâin meskûb
Vakıa 56/32 Sınırsız ,Pek çok meyva arasında,
وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ
Ve fâkihetin kesîratin.
Vakıa 56/33 Ne eksilir, ne men'edilir
لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ
Lâ maktûatin ve lâ memnûatin.
Vakıa 56/34 Yükseklere kurulmuş döşekler
وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ
Ve furuşin merfûatin.
Vakıa 56/35 Biz onları yeniden inşa etmişizdir,
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء
İnnâ enşe’nâ hunne inşââ
Vakıa 56/36 Onları bakireler kıldık.
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا
Fe cealnâ hunne ebkâran.
Vakıa 56/37 Güzel konuşan,Eşlerini çok seven aynı yaşta,
عُرُبًا أَتْرَابًا
Uruben etrâbâ
Vakıa 56/38 Ashabı yemîn için=Sağın adamları içindir.
لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ
Li ashâbil yemîn
Vakıa 56/39 Bunların birçoğu öncekilerden,
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ
Sulletun minel evvelîn
Vakıa 56/40 birçoğu da sonrakilerdendir.
وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ
Ve sulletun minel âhırîn
Vakıa 56/41 Ve Eshab-i Şimal ise Soldakiler; Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!
وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ
Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl
Ashabu şimal terkibi :Soldakiler” anlamına gelir. Bu terkiple, hayırsız ve erdemsiz kişiler, amel defterleri sol taraflarından verilen inkârcı ve kötü kimseler kastedilir.
Vakıa 56/42 İçlerine işleyen bir ateş ve HAMİM =kaynar şu içinde,
فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ
Fî semûmin ve hamîm
Semum kelimesi:Vücudun gözeneklerine işleyen çok sıcak ve kavurucu rüzgar;
Hamim kelimesi :kaynar su ve çok sıcak olan cehennem suyukaynar su ve çok sıcak olan cehennem suyu
Vakıa 56/43 kapkara boğucu dumandan bir gölge,
وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ
Ve zıllin min yahmûm
Yahmûm :kömür veya kurum gibi kararıp duran cehennem dumanı” anlamına gelir.
Vakıa 56/44 Ne serin, ne de rahatlatıcı!
لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ
Lâ bâridin ve lâ kerîm
Vakıa 56/45 Çünkü onlar bundan önce varlık içinde keyiflerine düşkün şımarık müfret'diler
إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ
İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn
Mütrîf :Refah, zevk-ü sefa içinde rahat yaşamın şımarttığı, azdırdığı kişi demektir. Müfret ise Allah'ın nimetlerine şükretmemek , günahlarında ısrar etmek alabildiğine nimetler içinde yüzen kimseyi ,Allah'a karşı nankörlüğe götüren çirkin fiilerdir.
Vakıa 56/46 Hınsil azîm =Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ
Ve kânû yusirrûne alâl hınsil azîm
Hıns-ı azîm :Büyük ve korkunç günah olan , Allah’a ortak koşmak -şirk manasınadır. Çünkü Allah "şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür"Buyurmuştur. (Lokman. 13)
Vakıa 56/47 Ve diyorlardı ki: «Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?»
وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn
Vakıa 56/48 "Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?"
أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ
E ve âbâunâl evvelûn
Vakıa 56/49 De ki; Şüphe yok,Hem evvelkiler hem de sonrakiler,
قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ
Kul innel evvelîne vel âhirîn
Vakıa 56/50 Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.
لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm
Vakıa 56/51 Sonra siz, ey dalâlette olan yalanlayıcılar!
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ
Summe innekum eyyuhâd dâllûnel mukezzibûn
Dalâlette olanlar : Burada kastedilenler, kendilerinden o hınsı azimde (büyük günah olan şirkte) ısrarcı olan kimselerdir. Böylece onlar Allah'ın yolundan sapmışlar, O'na ulaşamamışlar ve O'nu birleyememişlerdir. İşte bu büyük bir delâlettir.
Mukezzibûn:Doğru haberi kesinlikle yalanmaya kararlı davranan kötüleme eylemidir.Tasdik kelimesinin zıd anlamdadır
Vakıa 56/52 Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.
لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ
Le âkilûne min şecerin min zakkumin.
Zakkûm: Arapça bir kelimedir. manasının kötü olduğunu gösterir. Çünkü za ve kâf harfleri, sadece manasız ve kötü şeyleri ifade için kullanılır.Tadca acı, dokunma açısından sıcak ve yakıcı, koku bakımından pis, görünüş bakımından ise simsiyah olup, yenilmesi zor, yutulmas güç ve zorlu yedirilen nitelikte olduğu ifade eder Bizim dilimizde de zıkkım” aslında zakkumun ta kendisi. Çok zehirli bir bitki olan zakkum, eski çağlarda kuvvetli bir zehir olarak da kullanılıyordu
Vakıa 56/53 Karınlarınızı onunla doldurursunuz,
فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
Fe mâliûne minhâl butûn
Vakıa 56/54 Üstüne de Hamim =kaynar su içeceksiniz.
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ
Fe şâribûne aleyhi minel hamîm
Vakıa 56/55 Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ
Fe şâribûne şurbel hîm
Vakıa 56/56 İşte budur., onların din gününde sunulacak ziyafet
هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ
Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn
Nüzul: Bu kelimenin bir anlamıda misafire takdim edilen yemek anlamındadır.
Vakıa 56/57 Sizi Biz yarattık, hala tasdik etmeyecek misiniz?
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn
Vakıa 56/58 Şimdi gördünüz mü o döktüğünüz meniyi?
أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ
E fe raeytum mâ tumnûn
Vakıa 56/59 Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?
أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn
Vakıa 56/60 Aranızda ölümü Biz takdir ettik ve Bizim önümüze geçilmez.
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mesbûkîn
Vakıa 56/61 Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye
عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ
Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn
Vakıa 56/62 Şüphesiz ilk yaratılışı biliyorsunuz O halde tezekkür etseniz
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ
Ve lekad alimtumun neş’etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn
Tezekkür: ibret almak ,ders çıkarmak” düşünüp öğüt almak demektir
Vakıa 56/63 Gördünüz mü o ekdiğiniz tohumu?
أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ
E fe raeytum mâ tahrusûn
Vakıa 56/64 Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ
E entum tezraûnehû em nahnuz zâriûn
Vakıa 56/65 Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar kalırdınız.
لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn
Tefekkehûne: Verdiği emeğin karşılığını beklemediği kötü durumla kaşılaştığında hayretler içerisinde kalıp günahlarından pişmanlık duymak
Vakıa 56/66 “Eyvah, biz çok ziyandayız.emeklerimiz boşa gitti.
إِنَّا لَمُغْرَمُونَ
İnnâ le mugramûn
Ğarim: Alacaklı olan ve borçlu olan demektir. Gareme ise insanın karşılaştığı musibet ,darlık anlamında gelir
Vakıa 56/67 Hayır, biz mahrûm =yoksun bırakıldık.'
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
Bel nahnu mahrûmûn
Vakıa 56/68 İçtiğiniz el mâe =suyu gördünüz mü?
أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ
E fe raeytumul mâellezî teşrebûn
Vakıa 56/69 Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?
أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ
E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn
Vakıa 56/70 Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.
لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn
Vakıa 56/71Yaktığınız ateşi gördünüz mü?
أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ
E fe raeytumun nârelletî tûrûn
Vakıa 56/72 Siz mi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa biz miyiz inşa eden?
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ
E entum enşe’tum şeceratehâ em nahnul munşiûn
Vakıa 56/73 Biz onu tezkiraten =ibret verici bir bilgi hatırlatma ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ
Nahnu cealnâhâ tezkiraten ve metâan lil mukvîn
Vakıa 56/74 O halde o yüce Rabbinin adını tespih et = her türlü eksiklikten uzak tut.
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Fe sebbih bismi rabbikel azîm
Vakıa 56/75 Hayır, yıldızların bulunduğu yerlerine yemin ederim.
فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ
Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm
Yıldızların bulunduğu yeri :Birinci kat semadır
Vakıa 56/76 Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ
Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm
Üzerine yemin edilen şey nedir? Bu, Kur'ân-ı Kerim'dir. Çünkü müşrikler Kur'ân'ı, bazen şiir, bazan sihir,bazan yalan sayıyorlardı.
Vakıa 56/77 Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur’ân’dır
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
İnnehu le kur’ânun kerîm
Vakıa 56/78 Korunmuş bir kitaptadır.
فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
Fî kitâbin meknûn
Vakıa 56/79 Ona,temiz olanlardan başkası dokunamaz
لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
Lâ yemessuhû illâl mutahherûn
Vakıa 56/80 Alemlerin Rabbi tarafından Tenzîl = indirilmedir!
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
Tenzîlun min rabbil âlemîn
Tenzil indirmek anlamına gelir.Tenzil vahiy kaynağı Allah'tan yukarıdan aşağı peyderpey parçalar halinde indirilmesini ifade eder.
Vakıa 56/81 Şimdi siz bu Hadîs = Sözü mü küçümsüyorsunuz?
أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ
E fe bi hâzâl hadîsi entum mudhinûn
Hadîs:haber, söz ayrıca yeni ,yeni olmak, bir şeyi yeniden meydana getirmek,mânasına da gelmektedir.
Vakıa 56/82 Rızkınızı, Yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn
Kur’an mesajını ciddiye almayanlar.İslam yayılırsa rızıkları azalır endişesi ile kendi çıkarları için vahyi yalanlayarak iş gören ,yalancılığı geçim kaynağı edinen şükürsüzlüğü alışkanlık haline kimselerin, ondan yararlanamayan ve hayır görmeyen nasipsizler olduğuna işaret eder. Zaten böylelerinin nasibine hep inkâr ve nankörlük düşer.
Vakıa 56/83 Can boğaza geldiği zaman
فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ
Fe lev lâ izâ belegatil hulkûm
Hulkûm :Boğaz anlamına gelen bu kelime ile bu ayette can çekişme vakti ruhun çıkması olarak gelmiştir.
Vakıa 56/84 O vakit siz bakar durursunuz.
وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ
Ve entum hîne izin tenzurûn
Vakıa 56/85 Biz ona sizden daha yakınız fakat siz göremezsiniz.
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
Ve nahnu akrabu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn
Vakıa 56/86 Siz yaptıklarınızın karşılığını görmeyecekseniz,
فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ
Fe lev lâ in kuntum gayra medînî
Medînîn :ceza mânâsına gelen kökünden olup "hesaba çekilenler" demektir.
Vakıa 56/87 Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda doğru iseniz.
تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Terciûnehâ in kuntum sâdikîn
Mana olarak : İnsan,Allah'ın koyduğu kanunlara boyun eğmiştir.Eğer Allah'ın emri ile doğmak , ölüm ve tekrar diriltilme ,hatta nefes almak, gibi koyduğu kanunların dışına çıkabiliyorsanız çıkın bakalım. Eğer siz ahirette hesaba çekilmeyeceğinizi, amellerinize karşılık ceza almayacağınızı iddia ediyorsanız ve bu iddianızda doğru iseniz, buyurun, ölümü geri cevirin
Bu ayetlerde can çekişen insanın ölümünü kimsenin engelleyemeyeceği, Allah'ın o kimseye çevresinde bulunan insanlardan daha yakın olduğu haber verilir. Demek ki can çekişen kimsenin yanındakiler bu kritik anda etrafa çaresiz bir şekilde bakıp dururken Allah ona ilim, kudret ve tasarrufuyla daha yakındır; ne var ki insanlar bunun farkına varamazlar. Bu ayetlerde güdülen temel amaç, Allah'ın Rabblığını tanımayıp O'nun gönderdiği dine uymak istemeyenleri uyarmak; herkesin Allah'ın takdiri karşısında aciz kalacağını vurgulayıp O'nun hüküm ve yasalarına bağımlı olduğunu anlatmaktır. Bunun en çarpıcı örneği de ölümdür.
Vakıa 56/88 Eğer O ,mukarrabin= Allah'a yakın olanlardan ise,
فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Fe emmâ in kâne minel mukarrabîne
Vakıa 56/89 Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.
فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ
Fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîm
Vakıa 56/90 Ve Eğer "Ashab-ı Yemin"den ise,=defteri sağdan verilenlerden ise
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
Ve emmâ in kâne min ashâbil yemîn
Vakıa 56/91 Ey ashâbil yemîn = Ey sağdaki! Selâmun leke =Sana selam olsun.
فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
Fe selâmun leke min ashâbil yemîn
Vakıa 56/92 eğer o, yalanlayan sapıklardan ise,
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ
Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn
Vakıa 56/93 Hamim'den su ziyâfeti vardır.
فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ
Fe nuzulun min hamîm
Vakıa 56/94 Bir de cahîme atılma vardır.
وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ
Ve tasliyetu cahîm
Cahıym: Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş” anlamında olup 26 âyette geçer. Kur’an’da daha çok cehennem yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş” anlamında kullanılmıştır.
Vakıa 56/95 Şüphesiz ki bu hakkul yakîn =kesin gerçektir.
إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
İnne hâzâ le huve hakkul yakîn
Vakıa 56/96 Haydi tesbih et Rabbına azîm ismiyle
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Fe sebbih bismi rabbikel azîm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder