Bu Blogda Ara

2 Şubat 2019 Cumartesi

A-Kuran Kelime Sözlüğü

A
Acuze :İki anlamı vardır.Kadının Yaşlı ihtiyar olmasını ifade eder , hemde dengini bulamamış,kocası kendine uygun olmayan bahtsız genç kadın demektir.elçi olan kocasına itaat etmeyip Rahatını malını,cevresini,akrabalarını tercih ettiği için , azaba uğramış bahtsız bu kelimeyle lutun karısını tasvir etmektedir
Af  kelimesinin lugat manası : Arapça kökü َعفو “afv” ve afevnâ siğalarıdır..Yok etmek, silip süpürmek mânalara gelir ,Fiil olarak kullanıldığı gibi Allah için isim-sıfat olarak geçtiği tüm yerlerde bağışlama anlamlarında kullanılır.Günaha ceza vermemek kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme anlamlarında kullanılmaktadır.

Adüv kelimesinin lugat manası :Rağıb, “adüv kelimesini , “başkasına zarar vermek için fırsat kollayan, onun iyiliğine olan işlerin tersini yapmaya çalışan kimse” şeklinde tanımlar. Kur’an-ı Kerim’de ‘adavet; meveddet, uhuvvet, veli ve halîl kelimelerinin karşıtı anlamlar ifade edecek şekilde kullanılmıştır. ‘Adavet kelimesinin Türkçe karşılığı “düşmanlıktır. Farsçada, başkasına karşı kötü niyet besleyen, kötü kalpli kimse anlamındaki “düşman’dan ”  (düşmen) dilimize geçmiştir.


Ad kavmi :
Hud aleyhisselam'ın gönderildiği Helâk oluşları bütün insanlığa ibret olan Âd kavminin yaşadığı Ahkâf diyârı, Yemen, Aden ve Ummân arasındadır.

 Âd kavmi Arabu’l-âribe denilen, Arabistan yarımadasına ilk yerleşen kavimlerdendir. 

Verimli toprakları olan bu kavim; otu, suyu, ve çeşitli nîmetleri bol, bağlık-bahçelik bir yerdi. Yerin üzerinde gürül gürül akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları; yer altında da, muhtelif su depoları ve köşkleri vardı. 

Hattâ Meşhûr “İrem Bağları” tâbiri oradan gelmektedir.Bu kavmin insanları güçlü-kuvvetli, cüsseli, uzun boylu ve uzun ömürlü idi. Âd kavmi, kayaları yontarak evler yapar, gösterişli binâlar inşâ ederlerdi. Bunların içinde bağlar-bahçeler ve güzel havuzlar bulunurdu. Her yer göz kamaştı­rıcı güzelliklerle doluydu.

Âd kavminin azgınlık ve isyanda çok aşırı gitmeleri ve taşkınlıklarını gün geçtikçe artırmaları üzerine Hûd -aleyhisselâm'ı gönderdi alay küçük gördüler ve îmân etmediler. tam yedi gece sekiz gün kesintisiz olarak devam eden şiddetli bir kasırga ile helak edilmiştir. Onlar, kasırganın vadilerine doğru geldiğini görünce, yağmur yağdıracak bulutlar geliyor diye sevinmişlerdi. Fakat gelen rahmet değil Allah’ın azabıydı. Bu kasırga ile halk saman çöpleri gibi oraya buraya savruldu, fasık kavmin son ferdi helak oluncaya kadar bu kasırga dinmedi. Sonunda Ahkâf yöresi kum yığınlı bir çöle dönüştü.

Arabiyyen kelime anlamı: Kelime anlamınlarına göre sadece Arapça anlaşılmıştır Yalnızca Araplara indirildiği anlamına gelmez.Aynı zamanda ''arabe'' kelimesinden  türemiş olup fesahat, fasih konuşma  ve ''Arab'' kelime kalıbı ise açık ve anlaşılır. demektir.Kur’an'ın edebî bakımdan, herkesin anlayabileceği evrensel dil ve akıl ölçülerine uygun yönü ile Kur’an’ı bir beşerin yazmadığı ifade eder.Kur’an Arapça indiği toplumun kullandığı dildir.Eğer böyle olmasa, yani mesaj topluma yabancı bir dilde indirilse, mesajın o dili bilmeyen bir toplum tarafından anlaşılması, akledilmesi, uygulaması da mümkün olmayacaktır.

Alem kelime anlamı: Alamet, iz , belge ,işaret anlamına gelen ilm köküne dayanarak isimlendirilmiştir.Bu alem onun varlığının , birliğinin eşsizliğinin delil, iz , belge ve alametleri ile doludur.

âhiratu vel ûlâ. :Bu ayette âhıratu/Ahiret:Kelimesi yalın gelmiş Ahir kök anlamı : sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak olan demektir. Kur'an bu kelimeyi, karşıtı olan ûla anlamı :önceki, önce olan âhıratu /minel ûlâ.kelimesi ile birlikte de sık kullanır.İlk varlık âlemine geliş insanın kendi elinde olmayıp sırf Allah’ın hüküm ve iradesine bağlı olduğu gibi, sonu yani ahireti de, yine O’nun hüküm ve kanunları çerçevesinde cereyan eder. Şu halde insanın ahiretini kurtarması ve sonunda muradına erebilmesi için yalnız kendi arzu ve hisleriyle değil, Allah’ın hüküm ve iradesine göre indirmiş olduğu delil ve hükümlere uygun hareket etmesi gerekir. (Elmalılı)

 Ahsene; ihsan demektir.İhsan ahlâkı; güzel, uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir.  bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir.Güzel, en güzel, daha çok güzel,  daha hoş demektir. Kişi güzel davranırsa, işlerini en güzel şekilde yaparsa (ahsene) bu kendi lehinedir. Kötülük yaparsa bu da kendi aleyhinedir.İhsan; en genel çizgileriyle Peygamber’in yaptığı gibi davranmak (İslâm), onun düşündüğü gibi düşünmek (iman) ve buna uygun bir davranış sergilemektir. İslâm ne yapmamız gerektiğini söylerken, iman bunları yapmanın niçin gerekli olduğu konusunda bize bir anlayış sağlar. İhsan ise, psikolojik ve duygusal niteliklerimizin eylem ve anlayışımızla uyumlu hale getirilmesi durumudur

Ahsen-i takvim :Bu tamlamasının   ilk parçası olan “ahsen” kelimesi “hüsün” kökünden gelen  “daha güzel, en güzel” manasınadır. ikinci parçası olan “Takvim” kelimesinin bir manası “bir şeyi değerlendirmek, ona kıymet biçmek”tir.Hemen gerçekleşen değil, zamana yayılan aşamalı bir süreç olduğundan “takvim” kelimesi kullanılmıştır.
Bu da iki şekilde olur; maddî ve manevî kıvamı.

Maddî kıvamı: insanın fizikî yapısı, endamı ve genel olarak bütün anatomisinin diğer bütün canlılardan farklı olması, onların hepsinden daha güzel olması, onun maddî estetik bakımından çok güzel bir kıvamda olduğunu, ahsen-i takvimde yaratıldığını göstermektedir.

Manevî kıvamı: İnsanın -vücudu haricî giymiş, başına şuur takılmış- bir ruha sahip olması, akıl, idrak, fikir gibi kuvvelere sahip olması, sevgi, saygı, şefkat, merhamet, adalet gibi duyguları barındıran bir kalbe sahip olması, onun iç âlemi itibariyle eşsiz bir donanıma sahip olduğunun, en güzel bir kıvamda yaratıldığının göstergesidir.

Tin 95/ 5 Sonra da onu esfele safiline   =aşağıların aşağısına  indiririz.
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Summe radednâhu esfele sâfilîn

Redde:Çevirmek, kabul etmeyip itmek, kötülemek, tereddi = döndürmek manalarına gelir. "Esfeli sâfilîn" deyimi ile kullanıldığında olumsuzluğu ön plandadır.Bir şeyin bizzat kendisini veya hallerinden biriyle onu geri çevirmektir.Başlangıç noktasına dönmeyi,İfade eder
İnsan “ahseni takvim” üzerine yaratılmıştır.yaptığı yanlışlar yüzünden bu maddi manevi özellikleri kötü yolda kullanır da iman etmez, salihatı amel yapmada  ve aklını kullanmada; tam tersi, hevasını ilâh edinir,  tekasür hastalığına yakalanır,hırs , bencillik  yapar, şehvete düşer, büyüklenir, istiğna, tuğyan ve yalana  sarılırsa aşağılıkların en aşağılığı durumuna gelir.Dolayısıyla Esfeli safilin, yolculuğun başlangıç noktasını ifade eder. Kalplerine, kulaklarına damga basılır ve gözlerine perde çekilmek suretiyle kendilerini hayvandan beter duruma getireceklerdir.
-------------------
Ahid
Bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, talimat vermek; söz vermek” mânalarına geldiği gibi, isim olarak, “Emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz” anlamlarına da gelir. Ahidde hem yemin, hem de kesin söz verme anlamı vardır.

  Ayet kelime anlamı:Bu kelimenin âyet”in çoğulu “ây” veya "âyat”dır.Kök anlamı  "açık alamet, işaret, iz, belirti, öğüt ve nişane" anlamındadır "Öte yandan bir şeyin tanınmasına sebep olan "emare" manasına da gelmektedir. Her gerçek, âyetleriyle, alametleriyle bilinir. Bu bakımdan âyet, duyu organlarının düşünce ve akledilenlerin dışa vurmuş biçimlerini içine alır.Dolayısıyla Kur'ân perspektifinden âyete baktığımızda âyetlerin, insanı, Allah'ın varlığına ve birliğine kılavuzlayan, ona, Allah'a gidişinde iz ve işaretler veren her şey olduğu söyelenebileceği gibi, peygamberlerin hak olduğunu isbat ve iddia mahiyetinde olan mucizelere de âyet adı verilir.
Âyetin Kur'ân'daki anlamlan kısaca şöyle özetlenebilir:
1- Mucize: "İsrail oğullarına sor. Onlara nice apaçık âyetler verdik."
2- Alamet: "Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir."
3- İbret: "Elbette bunda bir âyet (ibret) vardır. Fakat yine de ekserisi inanmaz.
4- Hayrete bırakan görülmemiş iş: "Meryem'in oğlunu da annesini de âyet kıldık."[289]
5- Delil: "Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması da O'nun âyetlerindendir."
Evren âyetlerle doludur. Güneş ve yıldızlar semanın direksiz oluşu, denizin insanların emrine sunulması, üzerinde gemilerin yürütülmesi, kuşların havada uçması, yerlerin yağmur yağınca canlanması, Allah'ın insanlara kendisini tanıtması açısından Kur'ân'da sunmuş olduğu âyetlerdendir, denebilir.

Akid kelime anlamı : Sözleşmek işi.- söz verme -anlaşma- bağ kurma gibi anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bu ayette ve çoğul olarak geçmektedir.Allah ile kulları arasında, gerekse kulların kendi aralarında yaptıkları bütün akidleri/sözleşmeleri içine aldığı konulardır .Müminlerin sözleşmeleri Allah iledir.Allahla kurduğu bu bağa itikad/inanç denir.Allah'ın koyduğu helal ve haram,yasak ,ve emirlerine gönülden inanmak ve uymak inacının gereğidir. Müminler, kendi aralarında ve insanlarla yaptıkları anlaşmalara da Allah'ın gösterdiği şekilde uymak zorundadırlar.

Arşa İstiva kelime anlamı : Arş  bir yapının  en değerli, en yüksek yerini ifade eder.Mesala ülkeyi idare eden yöneticinin tahtı, izzeti saltanattına kinayedir. Oturduğumuz evin  tavanı; tavanın üstündeki çatısı, çardak. gibi  yükselen, gölge veren her şey arş  kelimesinin anlam sahasına girer.
İstiva kelimesi: Yönetimin başına  geçme”anlamındadır. Kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder.İslâm'a göre, Allah subhandır.mekan izafe edilemez Bütün alemi her şeyi kuşatan, sınırlandırılması ve takdir edilmesi beşer aklının dışında kalan ve gerçeğini yanlız Allah'ın bildiği yüce bir makamdır. Bize.Allah’ın en büyük makama sahip olduğu ve en büyük yönetimi gücü sadece kendisinde bulundurduğu anlatır
İstiva ale'larş(arşa istiva etmek/Arşın üstünü kaplamak) ifadesi şu anlamlara gelir: İşleri çekip çevirmek, kâinatın denetimini elinde bulundurmak, ona hakim olmak. Kısaca şu denebilir; Allah (c) kâinatı, sonra insanları yaratmış ve onları kendi hallerinde başıboş bırakmamıştır. Kâinatı yönetmekte ve insanları da gözlemektedir. Çünkü O her şeye şahittir.
Allah'ın yeri ve gökleri yarattıktan sonra Arş’ı istivâ ettiği bildirilmiştir. İstivâ fiili "alâ" harf-i cerri ile kullanılmıştır. İstivâ mefhumu Allah'ın bir makama kurulup oturmasını değil, mekân ve cihet olmaksızın O'nun yücelik ve üstünlüğünü, âlemi yönettiğini, her şeyi hâkimiyeti altına aldığını ifade eder.
İstevâ alâ arşihî" tabiri Allah'ın bütün yaratıkların Rabb'i, tedbir edicisi ve koruyucusu olmasından maksat; gücü, kudreti ve iradesinin mutlak yerine gelmesinden kinâyedir. Arş’ı istivâ ettiğini beyandan sonra “yüdebbirü'l-emre (işleri idare eder, çekip çevirir, yürütür), "O geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette yaratandır." [A'râf suresi, 54] âyetleri buna karinedir.

Azâb kelime anlamı : küfür ve küfranda ısrarın, ilahî emirlere muha­lefetin bir neticesi ve bir ilahî hik­met meselesidir. Allah'ın mülkün­den çıkmak mümkün olmadığına göre azab da bunun neticesi olarak ortaya çıkar. Bu netice, Hak ile batıl, hayır ile şer, husn ile kubh yani güzellik, çirkinlik. arasındaki farkı ortaya çıkarmak içindir.

Ahsene; ihsan demektir.İhsan ahlâkı; güzel, uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir. bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir.Güzel, en güzel, daha çok güzel, daha hoş demektir. Kişi güzel davranırsa, işlerini en güzel şekilde yaparsa (ahsene) bu kendi lehinedir. Kötülük yaparsa bu da kendi aleyhinedir.İhsan; en genel çizgileriyle Peygamber’in yaptığı gibi davranmak (İslâm), onun düşündüğü gibi düşünmek (iman) ve buna uygun bir davranış sergilemektir. İslâm ne yapmamız gerektiğini söylerken, iman bunları yapmanın niçin gerekli olduğu konusunda bize bir anlayış sağlar. İhsan ise, psikolojik ve duygusal niteliklerimizin eylem ve anlayışımızla uyumlu hale getirilmesi durumudur

  Ay’ın yarılması, (şakku’l-kamer),
İnşikâk: Ay’ın yarılması, ay doğduğu esnada karanlığın yarılmasıdır. Bu deyim (şakku’l-kamer), “durum aydınlandı, ortaya çıktı” Arapçada “Ay yarıldı” “Vedaha’l-emru : İş açığa çıktı.” anlamında kullanılan bir deyimdir (Rağıb, Müfredat). Allah rasulu'nun gönderildiği ve o’nunla  açığa çıktığı,  iyi ile kötü , iman ile küfrün, hidayet ile dalâletin açıklığa kavuşturulduğu, safların ayrıldığı ifade eder  Allah Nebîmize, önceki nebîlere verdiği gibi mucize vermediğini buyurmaktadır.Allah rasulu'nun  mucizesi kuran'dır.  
İsra 17/ 59 Bizim âyet /mucize göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu yalanlamış olmalarıdır. Semud kavmine ,görünen  dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Ve Biz, âyetleri /mucizeleri, korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz.
وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُواْ الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلإِنْسَانِ عَدُوًّا مُّبِينًا
Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsenu, inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ

Ashab-ı Yemin: Sağın ashâbı  demektir. Vakıa 56/27  
 Bu ayetlerde de, kitapları sağ taraftan verilen Allah'ın gösterdiği doğruluk ilkesinden şaşmayan kişilerin cennetteki mutlu yaşantıları gözler önüne serilir.
Bunlar, en yüksek manevi dereceye eren “sâbikûn”un biraz altında bulunan ve soldakilerin/hayırsız ve erdemsiz kişilerin de zıddı  olan kimselerdir.
Bunlara, kitapları kıyamet gününde sağ taraflarından verileceği için ashabu'l yemin denmiştir.
Bunlar, inanıp iyi işler yapmakta her zaman fazla öne çıkmayan, ama hata yapıp günah işledikten sonra tevbe edip dürüstlüğe ve erdemliliğe ulaşan kimselerdir. Bu kimseler, hayırda öncülük etmiş kişiler kadar iyi bir hayata sahip olmasalar da, nihai kazançları onları ötekilerle aynı ruhî doygunluk seviyesine ulaştırır.

Vakıa 56/7 :Siz de üç sınıf olduğunuz zaman
وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً
Ve kuntum ezvâcen selâseten.

 Bunlardan ilk  sınıf ashabu'l meymene'dir.
Okunuşu ashabul yemindir. sağdaki insanlar” anlamına gelir Meymene Arapçada hem sağ kol, hem sağ taraf, hem yemin yeri, uğur ve bereket” gibi anlamlar taşıdığından; bir de Araplarda sağ taraf saygı ve hürmet mevkii kabul edildiğinden “sağdakiler”den maksat “hayırlı, erdemli ve kendilerinden istifade edilen iyi insanlar”dır. Zira onlar doğruyu bulmuş, inanç ve yaşayışlarında hep doğru olmuşlardır. Bunun için onlar, uğurlu ve bereketli halleriyle her bakımdan gıpta edilecek kimselerdir. Ayrıca bunların, amel defterleri sağ tarafından verilen bahtiyar insanlar olduğu da belirtilir.

İkinci sınıf ashabu'l meş'eme'dir.“sol taraf, uğursuzluk ve uğursuzluk yeri” anlamına gelir  ,sol taraf da Arap toplumunda  sol ;uğursuz sayıldığından hayırsız, değersiz, kendilerine ve yakınlarına zararı dokunan kişiliksiz kimselerdir. Bunların, amel defterleri sol tarafından verilen erdemsiz ve uğursuz kişiler olduğu da söylenir.

Üçüncüsü sınıf  es-sâbikûn'dur.Öncüler,demektir . iyilikte yarışan insanların hepsinin önüne geçmiş bulunan hayırlı kişiler” anlamına gelir.
İşte Bu sınıfları gösterdiği ayetleri okuyalım.
 Vakıa 56/8 :Sağdakiler,=Ashabu'l meymene ne mutlu o sağdakilere!
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymenet
Vakıa 56/ 9: Soldakiler =Ashab-ı Meş'eme ne bahtsızdırlar onlar!
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
Ve ashâbul meş'emeti mâ ashâbul meş’emet
Vakıa 56/10 :Ve es-sabikunlar =İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlar Es-sabikunlardır.
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ
Ves sâbikûnes sâbikûn
Vakıa 56/11 : İşte bunlar,sabikunlar  Allah’a en yakın  mukarreb  olanlardır,
أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ
Ulâikel mukarrabûn

mukarrebûn :Amelleri ile Allah yakınlaşmış İman etmiş, sâlihatı işlemiş” kişiler
Yani iyiler  ikiye ayrılacak: İyiler ve aktif öncü iyiler. İyilik çabası nefes aldığı sürece  iyilikte yarışanlar.
---------------------------
Ashab-ı uhdud :
Uhdûd:had  kelimesinin çoğuludur.Hendek gibi, yeryüzünde bulunan uzun ve büyük yarık, açılan çukur demektir. Ashabı uhdûd’dan maksat, zulüm gören müminler değil, inananları dinlerinden döndürmek için hendekler kazıp içini ateşle dolduran ve onlara işkence eden zalimlerdir. 
Buruc Suresinde , inananlara baskı ve işkence yapan Ashab-ı uhdud’dan kısaca söz edilmesi, ilk Müslümanlara işkence yapan Mekkeli Müşriklerin, bunlar hakkında bilgi sahibi olduklarını, bundan dolayı da böyle bir misalle uyarıldıklarını gösterir.
Bu olayın nerede ve kimler tarafından gerçekleştirildiğine dair çok çeşitli rivayetler vardır.
En yaygın kabule göre olay, Yemen’de geçmiştir. Yemen’in Yahudi kralı Zû Nuvâs, Yahudiliği kabul etmeyen Necranlı Hıristiyanları, ateş dolu çukurlara atarak onları işkenceyle öldürmüştür. Ancak Zû Nuvâs’ın ve Yemen halkının Hıristiyanlara baskı ve işkence yapması, onları galeyâna getirir. Hıristiyanlar ayaklanıp Yemen’i istila ederler; Zû Nuvâs’ı öldürüp Yahudiliği büyük bir yıkıma uğratırlar. İşte Kuran, ilk muhatapları tarafından çok iyi bilinen bu olayı kısaca hatırlatarak dinleri uğrunda işkence gören müminlere sabır ve ümit aşılamak, onlara baskı ve işkence yapan müşrikleri de uyarmak istemiştir.
Tabii ki bu ayetlerin asıl amacı, sadece tarihte kalmış zalimlerin kimliklerini ve durumlarını belirtmek değil, ayrıca hangi asırda ve yerde olursa olsunlar, mesajlar evrenseldir .Günümüzde müslümanların uğradıkları zulumleriyle   onların değişmez nitelikli genel karakterini gözler önüne sermektir. Çünkü işkenceciler, kendileri hiçbir zaman inanmayan, başkalarının da iman etmesini nefretle karşılayan zalim kimselerdir. Onların ortak ve değişmez karakteri ise, inanlara baskı ve işkence yapmaktır. Bunun için Kuran, onları isimlerinden ziyade genel karakterleri ve acımasız fiilleriyle tanıtır.

Ashab-ı Uhdud Kıssası hakkında Birde ( Tirmizi, Tefsir, Büruc 3337)de geçen  şu rivayette var:
Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: “Ben artık yaşlandım. Bana bir genç gönder de ona sihir yapmayı öğreteyim” dedi.
Kral da sihir yapmayı öğretmesi için ona bir genç çocuk gönderdi.
Gencin geçtiği yolda bir (müslüman)rahip yaşıyordu. Genç bir gün giderken rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza her gittiğinde rahibe de uğruyor, yanında bir müddet oturup onu dinliyordu.
Bir gün sihirbaz geç kaldığı için delikanlıyı, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu rahibe şikâyet etti. Rahip ona: “Eğer sihirbazdan dövecek diye korkarsan: ‘Ailem beni  ailem geç bıraktı, de; ailenden korkacak olursan, ‘Beni sihirbaz geç bıraktı de’ diye tembih etti.
O bu halde devam eder iken, insanların bir yoldan geçmesine engel olan büyük bir  hayvana rastladı. Kendi kendine:“Bugün bileceğim; sihirbaz mı daha doğru yoksa rahip mi ” diye mırıldandı.
Bir taş aldı ve:“Allah’ım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!” deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler.
Delikanlı rahibe gelip durumu anlattı. Rahip ona:Evladım “Evet! bugün sen benden daha üstünsün.Görüyorum ki, güzel seviyeye eriştin  Sen mutlaka imtihan olacaksın. İmtihan edildiğinde beni kimseye söyleme.” dedi. Delikanlı genç anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı.Çocuğun bu durumunu, kralın sonradan kör olan yakın adamlarından biri duydu. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: “Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir” dedi. O da:“Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer Allah’a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!” dedi.
Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.
Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:“Gözünü sana kim iade etti?” diye sordu.“Rabbim!” dedi. Kral:“Senin benden başka bir rabbin mi var?” dedi. Adam:“Benim de senin de rabbimiz Allah’tır!” cevabını verdi.
Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar işkenceki , gözünü tedavi eden ve Allah’a iman etmesini sağlayan delikanlıyı  ele vermek zorunda kalarak  yerini gösterdi.
Genç de oraya getirildi, Kral ona:“Ey genç! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bu dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!” dedi.
Genç:“Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır!”
Kral onu da tutuklatıp işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona:“Dininden dön!” denildi.
O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi.Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü.  Sonra genç getirildi. Ona da:“Dininden dön!” denildi.
O da denileni yapmadı. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.
“Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman tekrar dininden dönmesini isteyin; dönerse ne ila, aksi takdirde dağdan aşağı atın!” dedi.
Gittiler onu dağın tepesine çıkardılar. Genç:“Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana yardımını gönder!” dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral:“Arkadaşlarıma ne oldu?” dedi. Genç:“Allah, onlara karşı bana yetti, yardım etti” cevabını verdi.
Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve:“Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne la, değilse onu denize atın!” dedi.
Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Genç orada:“Allah’ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana yardım et!” diye dua etti.
Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Genç yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:“Arkadaşlarıma ne oldu?” diye sordu. Genç:“Allah onlara karşı bana yardım etti” dedi.
Sonra krala:“Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!” dedi. Kral:“O nedir?” diye sordu. Genç:“İnsanların geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve:’Gencin Rabbinin adıyla’ dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!” dedi.
Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Genci bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi.
Sonra:‘Gencin Rabbinin adıyla!’ dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah’ın rahmetine kavuşup öldü.’
Halk:“Gencin Rabbine iman ettik!” dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra adamları kralın yanına geldi ve:“Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk gencin Rabbine iman etti!” dediler.
Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı.
Kral:“Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!” diye emir verdi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti. Çocuğu:”Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin!” dedi.

 Arz /Yer  Arz; üzerinde yaşadığımız yerküresidir. Yerin sınırları toprağın ve denizlerin bulunduğu yeryüzüdür tabakaları olsa bile görünürde bir tek parça  Kur’an’da yalnız tekil olarak kullanılmıştır.
İkisinin arasında bulunanlar, havada uçan kuşlar, kuşçuklar; toprağın üstünde, altında ve denizlerde yaşayan canlılar ve diğer mahluklar anlamına gelir.

El-alâ :Ayetin sonunda yer alan ve “en yüce, en üstün” anlamına gelen “el-A’lâ” kelimesi ise, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Kuran’ın tamamında dokuz kez geçen bu kelime, sadece iki ayette Allah’ın sıfat ismi olarak kullanılır ve O’nu niteler. Anılan her iki ayette de, üstünlük olarak gelen “el-A’lâ” kelimesi, Allah’ın erişilmez yüceliğini belirtir.
Mü’min benliği, Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih etmeye, başka varlıkları O’nun adıyla çağırmaktan uzak durmaya, Allah’ı gafletle değil, huzur ve saygıyla anmaya davet etmektedir. Bunun için Peygamber (as), bu ayeti okuduğu zaman “sübhane Rabbiyel a’lâ” diyerek Yüce Rabb’ini tesbih etmiş; mü’minlere de bunu secdede okumalarını emretmiştir.
---------------------------------
Ahkaf 46/15 Biz, insana anne babasına ihsan ile davranmayı emrettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu! Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağı, kırk yaşına varınca şöyle der: Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Ve vassaynâl insâne bi vâlideyhi ihsânen, hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhen, ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehran, hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn
İhsan üzere davranmak ; iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır. Muhsin ise, ihsan eden, iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan demektir. Hüsn yani güzellik, evrenin temel yaratılma sebebidir. İlâhî Güzel; bilinmek isteyince açılıp saçılarak kâinatı yaratmış, varlıklara da sonsuz güzelliğini yansıtmıştır. Kur'ânın açıkladığı mubarek güzel isminden biri de Muhsin olan Allah, güzeli ve güzellik sergileyenleri sever. Her kimde muhsin özellikleri varsa, onda İlâhî Kudret'ten bir görüntü, bir işaret var demektir. Güzellik Kur'ân'ın ana kavramlarındandır.ahsen ile yani en güzel şekilde onların yaşlılıkların Allah'ın gösterdiği gibi hizmet etmeyi bizlere nasip etsin
Emzirme ve Hamilelik dönemi:Burada rahimde taşıma müddeti ile emzirme süresi toplamının otuz ay olduğu zikredilmektedir. Otuz aydan iki yıl çıkarılınca geriye altı ay kalır;Ayetler birbirini açıkladığı için kuran'daki bu konu ile ilgili ayetlere önce emzirme süresine bakalım
Bakara 2/ 233. Anneler de, emzirme süresini tamamlatmak isteyenler için çocuklarını iki tam yıl emzirirler. buyuruyor. 2 Yıl =24 aydır. Sütten kesilme Ahkaf 15..ayette hamilelik ile emzirme ikisi 30 ay olarak görülmektedir.Hamileliğin son 6 ayda ceninin bir insan olduğu, uzuvlarının tamamlandığı ruhunun üflenmiştir.Hamileliğin iki dönemi vardır.İlişkili ayetimizi okuyalım
A’râf, 7/ 189; Allah, sizi bir tek nefisden yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. İnsan eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir gebe kalır ve bir müddet onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.
Ahkaf 15..ayette Annenin hamileliğinin 30 aylık sürecinin zahmetli olan kısmı 4.aydan sonra yani 15 haftanın sonundan itibaren insan halini alınca.anneye zahmet vermeye başlamasıdır.Kur'an'da Hamileliğin iki aşaması olduğu hamileliğin ilk dönemlerinin daha hafif bir yük olduğunu, hamileliğin ikinci döneminde daha zor zahmetli olduğunu açıklar.
Kırk Yaş Kemal Dönemidir Ömrü kırk yaşını bulmuşların yapması gereken dualar 
 14/40-41= 27/19 -59/10 kur'an'ımızda vardır.Hz. Musa ve Hz.Muhammed'e selam olsun vahyin 40 yaşında gelmiş olması da bir tesadüf değildir Nasıl ki bedenin olgunluk yaşı 23 aklın olgunluk yaşı 33, kalbin olgunluk yaşı da 40 sayılmıştır.

İbrahim 14 /40 Rabbim, beni ve soyumdan olanları namazı ikame edenlerden kıl.sürekli kıl, Rabbimiz, duamı kabul buyur -rabbenâ ve tekabbel duâi.
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء
Rabbic´alni mükıymes salati ve imn zürriyyetı rabbena ve tekabbel düa´
İbrahim 14 /41-Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla'
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
Rabbenağfir li ve li valideyye ve lil mü´minıne yevme yekumül hısab


Neml 27/19 Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı nasib et ve beni ikramınla salih kulların arasına kat."
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes

Haşr 59/10 Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen raûfun rahîm çok şefkatli, çok merhametlisin!
وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî k

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder