Kur'an'daki Sırası 43
Nüzul Sırası : 63
Toplam Ayet Sayısı : 89
Sure adı : Sûre, adını 35. âyette geçen “Zuhruf ”kelimesinden almaktadır. Zuhruf; süs altın mücevher, dünya hayatının geçici menfaati anlamlarına gelir.Süslenmede vazgeçilmez bir araç olduğu için altın mânasında da kullanılır.Zuhruf kelimesi biri bu ayette olmak üzere toplam üç ayette geçmektedir
İndiği Dönem:Mekke döneminde inmiştir.Mekke’de, Şûrâ’dan sonra, Duhân’dan önce vahyedilmiştir.Tefsirciler hicretten önce nâzil olan bütün sûrelere Mekkî demektedirler.
25.Cüz
Rahman ve Rahim Olan Allah Adıyla
Zuhruf 43/1Hâ mîm.
حم
Hâ mîm.
Zuhruf 43/2 Kitab-ı Mübin'e andolsun ki,
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
Vel kitâbil mubîni.
Zuhruf 43/3 Şüphe yok ki biz, akıl edesiniz, anlayasınız diye Kur'ân'ı Arap diliyle meydana getirdik.
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
İnnâ cealnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Zuhruf 43/4 Şüphesiz O, Bizim katımızda olan Ümmül kitap'tadır= Ana Kitap'tadır; Gerçekten Âli’ çok yüc ve , hüküm ve hikmet doludur.
إِنَّهُ فِي أُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَكِيمٌ
Ve innehu fî ummil kitâbi ledeynâ le alîyyun hakîm
Zuhruf 43/5 Haddi aşan/ musrif bir topluluk oldunuz, diye sizi Zikir’le uyarmaktan vaz mı geçelim?
أَفَنَضْرِبُ عَنكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا أَن كُنتُمْ قَوْمًا مُّسْرِفِينَ
E fe nadribu ankumuz zikre safhan en kuntum kavmen musrifîn
Zuhruf 43/6 Oysa Biz öncekiler arasından nice nebîler gönderdik.
وَكَمْ أَرْسَلْنَا مِن نَّبِيٍّ فِي الْأَوَّلِينَ
Ve kem erselna min nebîyin fîl evvelîn
Zuhruf 43/7 Ve onlara ne kadar Nebi geldiyse, onu mutlaka alaya alırlardı.
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن نَّبِيٍّ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
Ve mâ ye’tîhim min nebîyin illâ kânû bihî yestehziûn
Zuhruf 43/8 Biz de bunlardan daha güçlü olanları helâk ettik. Oncekilere ait nice misaller gecmistir.
فَأَهْلَكْنَا أَشَدَّ مِنْهُم بَطْشًا وَمَضَى مَثَلُ الْأَوَّلِينَ
Fe ehleknâ eşedde minhum batşen ve madâ meselul evvelîn
Zuhruf 43/9 Andolsun, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka,“Onları, Azîz Kudret ve onurun kaynağı olan ve Alîm Tüm bilgileri kaynağı olan Allah yarattı” diyeceklerdir.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunne halakahunnel azîzul alîm
Zuhruf 43/10 O, yeryüzünü size beşik gibi yapan ve gideceğiniz yere ulaşasınız diye sizin için orada yollar var edendir.
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ellezî cealekumul arda mehden ve cealelekum fîhâ subulen leallekum tehtedûn
Zuhruf 43/11 O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.
وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
Vellezî nezzele mines semâi mâen bi kader(kaderin), fe enşernâ bihî beldeten meyten, kezâlike tuhracûn
Zuhruf 43/12 Bütün çiftleri yaratan O'dur.Size en’amdan ve gemilerden bineceğiniz şeyleri varedendir.
وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ
Vellezî halakal ezvâce kullehâ ve ceale lekum minel fulki vel enâmi mâ terkebûn
en’am :Koyun, keçi, sığır, deve
Zuhruf 43/13 Onların sırtlarına binip kurulasınız ve üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: "Bunları bizim emrimize veren Allah Subhan'dır. Yoksa biz buna ,güç yetiremezdik.demeniz içindir
لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ
Li testevû alâ zuhûrihî summe tezkurû ni’mete rabbikum izâsteveytum aleyhi, ve tekûlû subhânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukrinîn
Zuhruf 43/14 Biz şüphesiz Rab’bimize döneceğiz.
وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ
Ve innâ ilâ rabbinâ le munkalibûn
Zuhruf 43/15 Böyle iken kullarından O'na bir parça kılıp yakıştırdılar. Doğrusu insan, açıkça bir nankördür
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ
Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â(cuz’en), innel insâne le kefûrun mubîn
Kafir /nankör :Allah'ın ayetleri görmemezlikten gelerek inkar etmek kafirliktir. Nankörlükte aynı kök anlamı ile Kefur Allah'ın nimetlerini görmemezlikten gelerek inkar etmek nankörlüktür.
Zuhruf 43/16 Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı?
أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُم بِالْبَنِينَ
Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn
Zuhruf 43/17 Onlardan biri, Er-Rahman her yeri saran,sınırsız rahmet Sahibine isnat edenlerden biri kız çocuğu ile müjdelenince hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir.
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Ve izâ buşşira ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm
Zuhruf 43/18 Ve Süs içinde yetiştirilip mücadele edemeyecek olanı mı ?
أَوَمَن يُنَشَّأُ فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُبِينٍ
E ve men yuneşşeu fîl hılyeti ve huve fîl hısâmi gayru mubîn
Zuhruf 43/19 Onlar, Rahmân'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır.
وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا أَشَهِدُوا خَلْقَهُمْ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ
Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ(inâsen), e şehidû halkahum, se tuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn
Zuhruf 43/20 “Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
وَقَالُوا لَوْ شَاء الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُم مَّا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abednâhum, mâ lehum bi zâlike min ilmin in hum illâ yahrusûn
Zuhruf 43/21 Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?
أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِّن قَبْلِهِ فَهُم بِهِ مُسْتَمْسِكُونَ
Em âteynâhum kitâben min kablihî fe hum bihî mustemsikûn
Zuhruf 43/22 Hayır! Onlar sadece, “Şüphesiz biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler.
بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ
Bel kâlû innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muhtedûn
Zuhruf 43/23 İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar.
وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ
Ve kezâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min nezîrin illâ kâle mutrafûhâ innâ vecednâ âbâenâ alâ ummetin ve innâ alâ âsârihim muktedûn
Zuhruf 43/24 Onlar Size,atalarınızı üzerinde bulduğunuz yoldan daha doğrusunu getirmiş olsak da mı?” diye sormuştu. Onlar da, “Şüphesiz biz, seninle gönderileni kesinlikle inkâr ediyoruz” diye cevap vermişlerdi.
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ
Kâle e ve lev ci’tukum bi ehdâ mimmâ vecedtum aleyhi âbâekum, kâlû innâ bi mâ ursıltum bihî kâfirûn
Zuhruf 43/25 Biz de onlara hak ettikleri cezayı vermişizdir. Yalanlayanların akibeti , bak nasıl oldu!
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn
Zuhruf 43/26 İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan/ kulluk ettiklerinizden hiç ilişiğim yoktur uzağım,
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ
Ve-iż kâle ibrâhîmu li-ebîhi ve kavmihi innenî berâun mimmâ ta’budûn(e)
Zuhruf 43/27 “Ben ancak O, beni yaratana kulluk ederim. Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir.”
إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ
İllâllezî fataranî fe innehu se yehdîni.
Zuhruf 43/28 İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptık.
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve cealehâ kelimeten bâkıyeten fî akıbihî leallehum yerciûn
Zuhruf 43/29 Gerçek şu ki, onları ve atalarını kendilerine hak ve onu açıklayan elçi gelinceye kadar nimetlerle geçindirdim.
بَلْ مَتَّعْتُ هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ حَتَّى جَاءهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ
Bel metta’tu hâulâi ve âbâehum hattâ câehumul hakku ve resûlun mubîn
Zuhruf 43/30 Fakat kendilerine Hak gelince, “Bu bir sihirdir , biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz” dediler.
وَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ
Ve lemmâ câe humul hakku kâlû hâzâ sihrun ve innâ bihî kâfirûn
Zuhruf 43/31 Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” dediler.
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْآنُ عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ
Ve kâlû lev lâ nuzzile hâzâl kur’ânu alâ raculin minel karyeteyni azîm
Zuhruf 43/32 Rabbinin rahmetinden ikramı onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin Rahim esmasının ikramı ,onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
E hum yaksimûne rahmete rabbike, nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve rafa’nâ ba’dahum fevka ba’dın deracâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn
Zuhruf 43/33 Eğer insanlar tek bir ümmet olacak olmasaydı Rahman'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ
Ve lev lâ en yekûnen nâsu ummeten vâhıdeten le cealnâ limen yekfuru bir rahmâni li buyûtihim sukufen min fıddatin ve meârice aleyhâ yazherûne.
Zuhruf 43/34 Evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ
Ve li buyûtihim ebvâben ve sururan aleyhâ yettekiûn
Zuhruf 43/35 Ve Zuhruf /süsler/ altın mücevherler . Bütün bunlar dünya hayatının geçimliğinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.
وَزُخْرُفًا وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ
Ve zuhrufen, ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel âhiratu inde rabbike lil muttakîn
Zuhruf 43/36 Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. . Artık o, onunla beraber olur
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Zuhruf 43/37 Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar.Onlar ise kendilerinin gerçekten hidayette eriştiklerin sanırlar.
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn
Zuhruf 43/38 Sonunda bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu doğu ile batı kadar mesafe olsaydı. Meğerse bu ne kötü beraberlik/yakınlıktır
حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn
Zuhruf 43/39 Bu söylenmeleriniz,Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz azabta da ortaksınız.
وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi muşterikûn
Zuhruf 43/40 Sağıra işittirebilir misin, yahut köre doğru yolu gösterebilir misin, ya da sapkınlığa gömülmüş olanı sen mi doğru yola ileteceksin?
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin mubîn
Zuhruf 43/41 Biz seni alıp götürürsek bile muhakkak hak ettikleri cezayı onlara yine veririz
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekımûn
Zuhruf 43/42 Yahut onlara vaadettiğimizi sana gösteririz.Şüphesiz bizim buna gücümüz yeter.
أَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِي وَعَدْنَاهُمْ فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ
Ev nuriyennekellezî vaadnâhum fe innâ aleyhim muktedirûn
Zuhruf 43/43 Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen sırâtın mustakîm yolu üzeresin.
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Festemsik billezî ûhıye ileyke, inneke alâ sırâtın mustakîm
Zuhruf 43/44 Bu senin ve halkın için bir zikirdir ve bundan mutlaka sorguya çekileceksiniz
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ
Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik, ve sevfe tus'elun.
Zuhruf 43/45 Senden önce Rasul gönderdiklerimizden sor. Rahmân’dan başka kulluk edilecek ilâhlar var etmiş miyiz?
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ
Ves’el men erselnâ min kablike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni âliheten yu’bedûn
Zuhruf 43/46 Andolsun biz Musa'yı mucizelerimiz /ayetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Onlara:'Şüphesiz ben alemlerin Rabbinin elçisiyim' dedi.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu rabbil âlemîn
Zuhruf 43/47 Onlara ayetlerimizi getirince, gülüyor alay ediyorlar
فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ
Fe lemmâ câehum bi âyâtinâ izâ hum minhâ yadhakûn
Zuhruf 43/48 Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Belki dönerler diye onları azaba uğrattık.
وَمَا نُرِيهِم مِّنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا وَأَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtihâ ve ehaznâhum bil azâbi leallehum yerciûn
Zuhruf 43/49 Dediler ki: 'Ey büyücü ! , bizim için Rabbine du'â et, sana verdiği söz hakkı için artık biz yola geleceğiz
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ
Ve kâlû yâ eyyuhâs sâhırud’u lenâ rabbeke bimâ ahide indeke innenâ le muhtedûn
Zuhruf 43/50 Fakat biz onlardan azabı kaldırınca bir de bakmışsın verdiği sözlerinden dönüyorlar.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn
Zuhruf 43/51 Firavun, kendi kavmi içinde seslendi : "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler hakimiyetim altında değil mi? Hala görmeyecek misiniz?"
وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve nada fir´avnü fi kamihı kale ya kavmi e leyse lı mülkü mısra ve hazihil enharu tecrı min tahtı e fe la tübsırün
Zuhruf 43/52 Ya da ben şu zavallı, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan kişiden daha iyi değil miyim?
أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ
Em ene hayrun min hâzâllezî huve mehînun ve lâ yekâdu yubîn
Zuhruf 43/53 Onun üzerine altından bilezikler atılmalı veya kendisiyle birlikte, yakınında bulunan melekler gelmeli değil miydi?
فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ
Fe lev lâ ulkıye aleyhi esviratun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukterinîn
Zuhruf 43/54 Firavun, kavmini küçümsedi onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık /yoldan çıkmış bir toplumdu.
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Festehaffe kavmehu fe atâûhu, innehum kânû kavmen fâsikîn
Zuhruf 43/55 Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince biz de hak ettikleri cezayı verdik , hepsini suda boğduk.
فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Fe lemmâ âsefûnântekamnâ minhum fe agraknâhum ecmaîn
Zuhruf 43/56 Onları, sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık.
فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْآخِرِينَ
Fe cealnâhum selefen ve meselen lil âhırîn
Zuhruf 43/57 Meryem oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca senin kavmin hemen şamata etmeye başlar.
وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Ve lemmâ duribebnu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasıddûn
Zuhruf 43/58 “Bizim ilahlarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?” dediler. Bunu sadece seninle tartışmak için örnek verdiler. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.
وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huve, mâ darabûhu leke illâ cedelâ(cedelen), bel hum kavmun hasımûn
Zuhruf 43/59 İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na bir misal/ibret kıldığımız bir kuldur.
إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ
İn huve illâ abdun en’amnâ aleyhi ve cealnâhu meselen li benî isrâîl
Zuhruf 43/60 Eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler yaratırdık.
وَلَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَا مِنكُم مَّلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ
Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardı yahlufûn
Zuhruf 43/61 Şüphesiz O saat'in bir ilimdir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun. Bu, Sıratı Mustakîm' yoludur.
وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Zuhruf 43/62 Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Ve lâ yasuddennekumuş şeytân(şeytânu), innehu lekum aduvvun mubîn
Zuhruf 43/63 İsa apaçık delillerle geldiğinde 'Ben size hikmetle ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazılarını açıklamak için geldim. Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana uyun.“. demişti:
وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kad ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine lekum ba’dellezî tahtelifûne fîhi, fettekûllâhe ve etîûni.
Zuhruf 43/64 Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu sırâtun mustakîm yoludur.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
İnnallâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûhu, hâzâ sırâtun mustakîm
Zuhruf 43/66 Onlar farkında değillerken O saat'in kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Hel yanzurûne illâs sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn
Zuhruf 43/67 O gün müttakiler dışında, dost olanlar birbirine dusman olurlar
الْأَخِلَّاء يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلَّا الْمُتَّقِينَ
El ehillâu yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illâl muttakîn
Zuhruf 43/68 Allah buyuracak ki :Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur ve mahzun da olmazsınız
يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ
Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn
Zuhruf 43/69 Onlar ,bizim ayetlerimize iman ettiler ve m
üslim /teslim olmuşlardır
الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ
Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn
Müslim = Müslüman sözcüğünün Arapçası "müslim" kelimesidir. "Müslimin" ise çoğul halidir, "müslümanlar" demektir.Müslüman, teslim olan kişidir. Kur'an'da geçen "İslam olmak" ya da "teslim olmak" ifadeleri "müslim olmak" yani "müslüman olmak" demektir.Mü'min Müslim Allah'a teslim olmuştur, mü'min ise O'na güvenmiştir. Mü'min, aynı zamanda müslimdir.Allah'ın koyduğu kurallara teslim olan kimsedir.
Zuhruf 43/70 “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”
ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ
Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn
Zuhruf 43/71 Onların önlerinde altın tepsiler ve testilerle dolaşılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey var. Ve siz orada sonsuza kadar kalacaksınız.
يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Yutâfu aleyhim bi sıhâfin min zehebin ve ekvâbin, ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun(a’yunu), ve entum fîhâ hâlidûn
Zuhruf 43/72 İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size varis kılındığınız cennettir.
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn
Zuhruf 43/73 Orada sizin yiyeceğiniz çok meyveler vardır
لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ
Lekum fîhâ fâkihetun kesîratun minhâ te’kulûn
Zuhruf 43/74 Şüphesiz mücrimler cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ
İnnel mucrimîne fî azâbi cehenneme hâlidûn
mücrim :Kötülüğü huy haline getirmiş günahkar suçlular demektir
Zuhruf 43/75 Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler.
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ
Lâ yufetteru anhum ve hum fîhi mublisûn
Zuhruf 43/76 Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُوا هُمُ الظَّالِمِينَ
Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn
Zalim : arapça zulumat karanlıklar. kelimesinden gelen zalim kelimesi fiil olarak hakka aykırı zıd davranmakta,haddi aşmada ısrar eden ve bundan dönüş yapmayanlara denir.
Zuhruf 43/77 Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye nida ederler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ
Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuke, kâle innekum mâkisûn
Zuhruf 43/78 Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayanlarsınız.
لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
Lekad ci’nâkum bil hakkı ve lâkinne ekserakum lil hakkı kârihûn
Zuhruf 43/79 Yoksa onlar işlerini sağlama mı aldılar Muhakkak ki asıl işi sağlam tutan biziz,
أَمْ أَبْرَمُوا أَمْرًا فَإِنَّا مُبْرِمُونَ
Em ebramû emran fe innâ mubrimûn
Zuhruf 43/80 Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadırlar.
مْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrahum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn
Zuhruf 43/81 De ki: "Eğer Rahman olan Allahın çocuğu olsa ona, kulluk edenlerin ilki ben olurdum."
قُلْ إِن كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ
Kul in kâne lir rahmâni veledun fe ene evvelul âbidîn
Zuhruf 43/82 Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, Subhan'dır onların nitelendirmelerinden uzaktır.
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Subhâne rabbis semâvâti vel ardı rabbil arşi ammâ yasıfûn
Zuhruf 43/83 Artık sen onları bırak, vaadedildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsın ve oynasınlar.
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe zerhum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yû’adûn
Zuhruf 43/84 O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, El-hakim hükümünde doğru kararlar veren her şeyi eksiksiz mükemmel şekilde yapan hikmet sahibidir O, El- Alim'dir Şüphesiz Gizli açık her şeyde kusursuz bilgi sahibidir.
وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardı ilâhun, ve huvel hakîmul alîm
Zuhruf 43/85 Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların yönetimi yanlızca kendisine ait olan Allah yücedir! O saatin bilgisi de yalnız O’nun katındadır ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ve tebârakellezî lehu mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmus sâati, ve ileyhi turceûn
Zuhruf 43/86 O’nu bırakıp kulluk ettikleri şefaatten yararlanamazlar Ancak bilerek hakka doğruya şahidlik edenler başka
وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâate illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn
Zuhruf 43/87 Andolsun, onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette: "Allah" diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
Ve le in seeltehum men halakahum le yekûlunnallâhu fe ennâ yu’fekûn
Zuhruf 43/88 Resulullah'ın «Ya Rabbi! Bunlar inanmayan bir kavimdir» demesini de Allah biliyor.
وَقِيلِهِ يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ لَّا يُؤْمِنُونَ
Ve kîlihi yâ rabbi inne hâulâi kavmun lâ yu’minûn
Zuhruf 43/89 Şimdilik sen onları hoş gör ve “size selâm olsun” de. Yakında bilecekler.
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Fasfah anhum ve kul selâmun, fe sevfe ya’lemûn
Ve-iż kâle ibrâhîmu li-ebîhi ve kavmihi innenî berâun mimmâ ta’budûn(e)
Zuhruf 43/27 “Ben ancak O, beni yaratana kulluk ederim. Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir.”
إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ
İllâllezî fataranî fe innehu se yehdîni.
Zuhruf 43/28 İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptık.
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً فِي عَقِبِهِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve cealehâ kelimeten bâkıyeten fî akıbihî leallehum yerciûn
Zuhruf 43/29 Gerçek şu ki, onları ve atalarını kendilerine hak ve onu açıklayan elçi gelinceye kadar nimetlerle geçindirdim.
بَلْ مَتَّعْتُ هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ حَتَّى جَاءهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُّبِينٌ
Bel metta’tu hâulâi ve âbâehum hattâ câehumul hakku ve resûlun mubîn
Zuhruf 43/30 Fakat kendilerine Hak gelince, “Bu bir sihirdir , biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz” dediler.
وَلَمَّا جَاءهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ وَإِنَّا بِهِ كَافِرُونَ
Ve lemmâ câe humul hakku kâlû hâzâ sihrun ve innâ bihî kâfirûn
Zuhruf 43/31 Bu Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” dediler.
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْآنُ عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ
Ve kâlû lev lâ nuzzile hâzâl kur’ânu alâ raculin minel karyeteyni azîm
Zuhruf 43/32 Rabbinin rahmetinden ikramı onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin Rahim esmasının ikramı ,onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
E hum yaksimûne rahmete rabbike, nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâ ve rafa’nâ ba’dahum fevka ba’dın deracâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn
Zuhruf 43/33 Eğer insanlar tek bir ümmet olacak olmasaydı Rahman'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ
Ve lev lâ en yekûnen nâsu ummeten vâhıdeten le cealnâ limen yekfuru bir rahmâni li buyûtihim sukufen min fıddatin ve meârice aleyhâ yazherûne.
Zuhruf 43/34 Evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar
وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ
Ve li buyûtihim ebvâben ve sururan aleyhâ yettekiûn
Zuhruf 43/35 Ve Zuhruf /süsler/ altın mücevherler . Bütün bunlar dünya hayatının geçimliğinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.
وَزُخْرُفًا وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ
Ve zuhrufen, ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel âhiratu inde rabbike lil muttakîn
Zuhruf 43/36 Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. . Artık o, onunla beraber olur
وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Zuhruf 43/37 Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar.Onlar ise kendilerinin gerçekten hidayette eriştiklerin sanırlar.
وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ
Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn
Zuhruf 43/38 Sonunda bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu doğu ile batı kadar mesafe olsaydı. Meğerse bu ne kötü beraberlik/yakınlıktır
حَتَّى إِذَا جَاءنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn
Zuhruf 43/39 Bu söylenmeleriniz,Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz azabta da ortaksınız.
وَلَن يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذ ظَّلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi muşterikûn
Zuhruf 43/40 Sağıra işittirebilir misin, yahut köre doğru yolu gösterebilir misin, ya da sapkınlığa gömülmüş olanı sen mi doğru yola ileteceksin?
أَفَأَنتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ أَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin mubîn
Zuhruf 43/41 Biz seni alıp götürürsek bile muhakkak hak ettikleri cezayı onlara yine veririz
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum muntekımûn
Zuhruf 43/42 Yahut onlara vaadettiğimizi sana gösteririz.Şüphesiz bizim buna gücümüz yeter.
أَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِي وَعَدْنَاهُمْ فَإِنَّا عَلَيْهِم مُّقْتَدِرُونَ
Ev nuriyennekellezî vaadnâhum fe innâ aleyhim muktedirûn
Zuhruf 43/43 Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen sırâtın mustakîm yolu üzeresin.
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ إِنَّكَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Festemsik billezî ûhıye ileyke, inneke alâ sırâtın mustakîm
Zuhruf 43/44 Bu senin ve halkın için bir zikirdir ve bundan mutlaka sorguya çekileceksiniz
وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ
Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik, ve sevfe tus'elun.
Zuhruf 43/45 Senden önce Rasul gönderdiklerimizden sor. Rahmân’dan başka kulluk edilecek ilâhlar var etmiş miyiz?
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ
Ves’el men erselnâ min kablike min rusulinâ e cealnâ min dûnir rahmâni âliheten yu’bedûn
Zuhruf 43/46 Andolsun biz Musa'yı mucizelerimiz /ayetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Onlara:'Şüphesiz ben alemlerin Rabbinin elçisiyim' dedi.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu rabbil âlemîn
Zuhruf 43/47 Onlara ayetlerimizi getirince, gülüyor alay ediyorlar
فَلَمَّا جَاءهُم بِآيَاتِنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَضْحَكُونَ
Fe lemmâ câehum bi âyâtinâ izâ hum minhâ yadhakûn
Zuhruf 43/48 Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Belki dönerler diye onları azaba uğrattık.
وَمَا نُرِيهِم مِّنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا وَأَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtihâ ve ehaznâhum bil azâbi leallehum yerciûn
Zuhruf 43/49 Dediler ki: 'Ey büyücü ! , bizim için Rabbine du'â et, sana verdiği söz hakkı için artık biz yola geleceğiz
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ
Ve kâlû yâ eyyuhâs sâhırud’u lenâ rabbeke bimâ ahide indeke innenâ le muhtedûn
Zuhruf 43/50 Fakat biz onlardan azabı kaldırınca bir de bakmışsın verdiği sözlerinden dönüyorlar.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn
Zuhruf 43/51 Firavun, kendi kavmi içinde seslendi : "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler hakimiyetim altında değil mi? Hala görmeyecek misiniz?"
وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve nada fir´avnü fi kamihı kale ya kavmi e leyse lı mülkü mısra ve hazihil enharu tecrı min tahtı e fe la tübsırün
Zuhruf 43/52 Ya da ben şu zavallı, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan kişiden daha iyi değil miyim?
أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ
Em ene hayrun min hâzâllezî huve mehînun ve lâ yekâdu yubîn
Zuhruf 43/53 Onun üzerine altından bilezikler atılmalı veya kendisiyle birlikte, yakınında bulunan melekler gelmeli değil miydi?
فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ
Fe lev lâ ulkıye aleyhi esviratun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukterinîn
Zuhruf 43/54 Firavun, kavmini küçümsedi onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık /yoldan çıkmış bir toplumdu.
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Festehaffe kavmehu fe atâûhu, innehum kânû kavmen fâsikîn
Zuhruf 43/55 Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince biz de hak ettikleri cezayı verdik , hepsini suda boğduk.
فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ
Fe lemmâ âsefûnântekamnâ minhum fe agraknâhum ecmaîn
Zuhruf 43/56 Onları, sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık.
فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْآخِرِينَ
Fe cealnâhum selefen ve meselen lil âhırîn
Zuhruf 43/57 Meryem oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca senin kavmin hemen şamata etmeye başlar.
وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا إِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ
Ve lemmâ duribebnu meryeme meselen izâ kavmuke minhu yasıddûn
Zuhruf 43/58 “Bizim ilahlarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?” dediler. Bunu sadece seninle tartışmak için örnek verdiler. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.
وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ
Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huve, mâ darabûhu leke illâ cedelâ(cedelen), bel hum kavmun hasımûn
Zuhruf 43/59 İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na bir misal/ibret kıldığımız bir kuldur.
إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ
İn huve illâ abdun en’amnâ aleyhi ve cealnâhu meselen li benî isrâîl
Zuhruf 43/60 Eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler yaratırdık.
وَلَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَا مِنكُم مَّلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ
Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardı yahlufûn
Zuhruf 43/61 Şüphesiz O saat'in bir ilimdir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun. Bu, Sıratı Mustakîm' yoludur.
وَإِنَّهُ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
Zuhruf 43/62 Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Ve lâ yasuddennekumuş şeytân(şeytânu), innehu lekum aduvvun mubîn
Zuhruf 43/63 İsa apaçık delillerle geldiğinde 'Ben size hikmetle ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazılarını açıklamak için geldim. Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve bana uyun.“. demişti:
وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ فِيهِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
Ve lemmâ câe îsâ bil beyyinâti kâle kad ci’tukum bil hikmeti ve li ubeyyine lekum ba’dellezî tahtelifûne fîhi, fettekûllâhe ve etîûni.
Zuhruf 43/64 Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu sırâtun mustakîm yoludur.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
İnnallâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûhu, hâzâ sırâtun mustakîm
Zuhruf 43/66 Onlar farkında değillerken O saat'in kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Hel yanzurûne illâs sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn
Zuhruf 43/67 O gün müttakiler dışında, dost olanlar birbirine dusman olurlar
الْأَخِلَّاء يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ إِلَّا الْمُتَّقِينَ
El ehillâu yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illâl muttakîn
Zuhruf 43/68 Allah buyuracak ki :Ey kullarım! Bugün size bir korku yoktur ve mahzun da olmazsınız
يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ
Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn
Zuhruf 43/69 Onlar ,bizim ayetlerimize iman ettiler ve m
üslim /teslim olmuşlardır
الَّذِينَ آمَنُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِمِينَ
Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn
Müslim = Müslüman sözcüğünün Arapçası "müslim" kelimesidir. "Müslimin" ise çoğul halidir, "müslümanlar" demektir.Müslüman, teslim olan kişidir. Kur'an'da geçen "İslam olmak" ya da "teslim olmak" ifadeleri "müslim olmak" yani "müslüman olmak" demektir.Mü'min Müslim Allah'a teslim olmuştur, mü'min ise O'na güvenmiştir. Mü'min, aynı zamanda müslimdir.Allah'ın koyduğu kurallara teslim olan kimsedir.
Zuhruf 43/70 “Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”
ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ
Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn
Zuhruf 43/71 Onların önlerinde altın tepsiler ve testilerle dolaşılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey var. Ve siz orada sonsuza kadar kalacaksınız.
يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Yutâfu aleyhim bi sıhâfin min zehebin ve ekvâbin, ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun(a’yunu), ve entum fîhâ hâlidûn
Zuhruf 43/72 İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size varis kılındığınız cennettir.
وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn
Zuhruf 43/73 Orada sizin yiyeceğiniz çok meyveler vardır
لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ
Lekum fîhâ fâkihetun kesîratun minhâ te’kulûn
Zuhruf 43/74 Şüphesiz mücrimler cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَ
İnnel mucrimîne fî azâbi cehenneme hâlidûn
mücrim :Kötülüğü huy haline getirmiş günahkar suçlular demektir
Zuhruf 43/75 Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler.
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ
Lâ yufetteru anhum ve hum fîhi mublisûn
Zuhruf 43/76 Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُوا هُمُ الظَّالِمِينَ
Ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû humuz zâlimîn
Zalim : arapça zulumat karanlıklar. kelimesinden gelen zalim kelimesi fiil olarak hakka aykırı zıd davranmakta,haddi aşmada ısrar eden ve bundan dönüş yapmayanlara denir.
Zuhruf 43/77 Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye nida ederler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ إِنَّكُم مَّاكِثُونَ
Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuke, kâle innekum mâkisûn
Zuhruf 43/78 Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayanlarsınız.
لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ
Lekad ci’nâkum bil hakkı ve lâkinne ekserakum lil hakkı kârihûn
Zuhruf 43/79 Yoksa onlar işlerini sağlama mı aldılar Muhakkak ki asıl işi sağlam tutan biziz,
أَمْ أَبْرَمُوا أَمْرًا فَإِنَّا مُبْرِمُونَ
Em ebramû emran fe innâ mubrimûn
Zuhruf 43/80 Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadırlar.
مْ يَحْسَبُونَ أَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُم بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrahum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn
Zuhruf 43/81 De ki: "Eğer Rahman olan Allahın çocuğu olsa ona, kulluk edenlerin ilki ben olurdum."
قُلْ إِن كَانَ لِلرَّحْمَنِ وَلَدٌ فَأَنَا أَوَّلُ الْعَابِدِينَ
Kul in kâne lir rahmâni veledun fe ene evvelul âbidîn
Zuhruf 43/82 Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, Subhan'dır onların nitelendirmelerinden uzaktır.
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Subhâne rabbis semâvâti vel ardı rabbil arşi ammâ yasıfûn
Zuhruf 43/83 Artık sen onları bırak, vaadedildikleri günlerine kavuşuncaya kadar dalsın ve oynasınlar.
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe zerhum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yû’adûn
Zuhruf 43/84 O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, El-hakim hükümünde doğru kararlar veren her şeyi eksiksiz mükemmel şekilde yapan hikmet sahibidir O, El- Alim'dir Şüphesiz Gizli açık her şeyde kusursuz bilgi sahibidir.
وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardı ilâhun, ve huvel hakîmul alîm
Zuhruf 43/85 Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların yönetimi yanlızca kendisine ait olan Allah yücedir! O saatin bilgisi de yalnız O’nun katındadır ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ve tebârakellezî lehu mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmus sâati, ve ileyhi turceûn
Zuhruf 43/86 O’nu bırakıp kulluk ettikleri şefaatten yararlanamazlar Ancak bilerek hakka doğruya şahidlik edenler başka
وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَن شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş şefâate illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn
Zuhruf 43/87 Andolsun, onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette: "Allah" diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
Ve le in seeltehum men halakahum le yekûlunnallâhu fe ennâ yu’fekûn
Zuhruf 43/88 Resulullah'ın «Ya Rabbi! Bunlar inanmayan bir kavimdir» demesini de Allah biliyor.
وَقِيلِهِ يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ لَّا يُؤْمِنُونَ
Ve kîlihi yâ rabbi inne hâulâi kavmun lâ yu’minûn
Zuhruf 43/89 Şimdilik sen onları hoş gör ve “size selâm olsun” de. Yakında bilecekler.
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Fasfah anhum ve kul selâmun, fe sevfe ya’lemûn
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder