Kur'an'daki Sırası :16.
Nüzul Sırası : 70. suredir.
Ayet Sayısı 128 âyettir.
İndiği Dönem: Genelin görüşüne göre , bu sure Hz. Rasul'un Medine'ye hicretinden birkaç ay önce Mekke döneminde nâzil olmuştur.
Sure İsmi : ismini 68. ayette geçen "Nahl" kelimesinden almaktadır. Nahl ‘‘Bal arısı’’ demektir.Nahl süresi gibi, isminde hayvan ismi geçen 5 süreden birisidir. Surenin ismi, Allah'ın yaratıcı kudretinin bir arıda nasıl tecelli ettiğine işaret etmektedir. Rivayetlerde İçerisinde Allah’ın kullarına lütfettiği nimetlerin birçoğunun hatırlatılmasından dolayı “Niâm (nimetler) Sûresi” olarakta tanınmaktadır.
14.CÜZ
Bismillahirrahmanirrahim
Nahl 16 / 1 Allah'ın emri geldi, artık onu acele istemeyin.O ,Sübhan'dır ortak saydıkları şeylerden münezzeh ve yücedir.
أَتَى أَمْرُ اللّهِ فَلاَ تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûhu, subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn.
Nahl 16 / 2 :O, melekleri emrinden olan ruh ile, kullarından dilediği kimseye 'Benden başka ilâh yoktur ' Bana karşı takva sahibi olun diye uyarmaları için indirir.
يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
Yunezzilul melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûni.
Nahl 16 / 3 Gökleri ve yeri hak üzere yarattı. O,onların ortak saydıkları şeyden yücedir.
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Nahl 16/ 4 O, insanı bir damla sudan nutfeden/döllenmiş yumurtadan, yarattı. Buna rağmen o, apaçık bir düşmandır
خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
Halakal insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin
Nahl 16/5: Hayvanları da O yarattı. Onlarda koruyan şeyler ve çeşitli yararlar vardır. Onlardan kimini de yersiniz.
وَالأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Vel en’âme halakahâ, lekum fîhâ dif’un ve menâfiu ve minhâ te’kulûn
Nahl 16/6 Akşamleyin otlaktan getirirken ve sabah otlatmaya çıkardığınız zaman onlarda sizin için güzellik vardır.
وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ
Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrahûn(tesrehûne).
Nahlı 16/ 7 Hayvanlar, kendi kendinize zor varacağınız mekanlara ağırlıklarınızı taşırlar. Doğrusu Rabbiniz Rauf çok şefkatli, çok merhametlidir ve Rahim'dir ikramı bol, çok merhamet edicidir
وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَّمْ تَكُونُواْ بَالِغِيهِ إِلاَّ بِشِقِّ الأَنفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkıl enfusi, inne rabbekum le raûfun rahîm
Nahl,16/ 8 Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri Ve daha sizlerin bilmediğiniz şeyleri yaratmaktadır
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لاَ ﴾تَعْلَمُونَ ﴿٨
Vel hayle vel bigâle vel hamîre li terkebûhâ ve zîneten, ve yahluku mâ lâ ta’lemûn
Nahl 16 / 9 Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
وَعَلَى اللّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَآئِرٌ وَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn
Nahl 16/10 O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek şeyler ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla yetişir
هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء لَّكُم مِّنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ
Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(tusîmûne).
Nahl 16/11 Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalar, üzümler ve bütün meyvalardan bitirir. Şüphesiz bunda tefekkür eden /düşünen bir topluluk için ibret vardır.
يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle vel a’nâbe ve min kullis semerâti, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Nahl 16/12 Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالْنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالْنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamere, ven nucûmu musahharâtun bi emrihî, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Nahl 16/13 Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yaratıp çoğalttığı şeyleride..Tezekkür eden/Öğüt alan bir toplum için bunda âyet /deliller vardır.
وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuhu, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Nahl 16/14 Ondan taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyaları çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize sunan da O'dur. Gemilerin onun içinde yararak gittiklerini görürsün.O’nun fazlından istemeniz içindir.Ve olur ki görevlerinizi yerine getirirsiniz /,şükredersiniz diye!
وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُواْ مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُواْ مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُواْ مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve huvellezî sehharal bahra li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Nahl 16/15 Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.
وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلاً لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ve elkâ fîl ardı ravâsiye en temîde bikum ve enhâran ve subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Nahl 16/16 Daha nice alâmetler ! Onlar, yıldızla da doğru yolu bulurlar
وَعَلامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ
Ve alâmâtin, ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Nahl 16/17 Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن لاَّ يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ
E fe mey yahlüku ke mel la yahluk e fe la tezekkerun
Nahl 16/18 Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu sayamazsınız. Gerçekten Allah,
gafûrun rahîm suçları örterek, çok bağışlayan ve ikramı bol, çok merhamet edicidir
وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Ve in teuddu nı´metellahi la tuhsuha innellahe le ğafurur rahiym
Nahl 16/19 Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.
وَعَلامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ
Ve alâmâtin, ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Nahl 16/20 Allah'tan başka taptıkları, bir şey yaratamazlar; onlar kendileri yaratılmaktadırlar.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ لاَ يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ
Vellezîne yed’ûne min dûnillâhi lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûn(yuhlekûne).
Nahl 16/21 Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman diriltileceklerinin de farkında olamazlar.
أَمْواتٌ غَيْرُ أَحْيَاء وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Emvâtun gayru ahyâin, ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
Nahl 16/22 Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadırlar.
إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ
İlâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fellezîne lâ yu’minûne bil âhirati kulûbuhum munkiratun ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Nahl 16/23 Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.
لاَ جَرَمَ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne), innehu lâ yuhıbbul mustekbirîn(mustekbirîne).
Nahl 16/24 Onlara: 'Rabbiniz ne indirdi?' denildiğinde: 'Öncekilerin masalları' derler.
وَإِذَا قِيلَ لَهُم مَّاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ
Ve izâ kîle lehum mâzâ enzele rabbukum, kâlû esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Nahl 16/25 Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşılar ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da kısmen yüklenmiş olurlar. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür
لِيَحْمِلُواْ أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ
Li yahmilû evzârahum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilmin, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Nahl 16/26 Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da Allah'ın emri onların yapılarının temellerine gelmişti ve böylece tavan üstten tepelerine çökmüştü. Azab onlara hiç farketmedikleri bir yönden gelmişti.
قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللّهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ
Kad mekerellezîne min kablihim fe etâllâhu bunyânehum minel kavâıdi fe harra aleyhimus sakfu min fevkıhim ve etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Nahl 16/27 Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki: “Kendileri hakkında müminlere düşman kesildiğiniz, bana isnat ettiğiniz ortaklarım nerede?” Kendilerine ilim verilmiş olanlar derler ki: “Şüphesiz bugün rezillik ve azap,kâfirleredir.”
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَآئِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالْسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ
Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîn ûtûl ilme innel hızyel yevme ves sûe alâl kâfirîn(kâfirîne).
Nahl 16/28 Melekler, kendi kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken onlar teslim olurken 'Biz bir kötülük yapmıyorduk' derler. 'Hayır! Doğrusu Allah sizin ne yaptığınızı bilir.'
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوُاْ السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavûs seleme mâ kunnâ na’melu min sûin, belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl 16/29 Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Mutekebbir/Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”
فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvâl mutekebbirîn
Nahl 16/30 Müttakilere "Rabbiniz ne indirdi" dendiğinde şöyle dediler: "Hayır indirdi." Ahsen / güzel davranışlarda bulunanlara bu dünyada haseneler vardır. Ahiret yurdu ise elbette ki daha hayırlıdır. Gerçekten ne güzelmiş takva sahiplerinin yurdu!
وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh, ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).
Nahl 16/31 İçinden nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ
Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne).
Nahl 16/ 32 Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin."
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl, 16/ 33 Onlara meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbike, kezâlike fe alâllezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn
Nahl 16/ 34 Bu yüzden kötü ameller onlara ulaştı ve alaya aldıkları şey kendilerini kuşattı.
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُواْ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ
Fe esâbehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Nahl 16/ 35 Ortak koşanlar dediler ki: 'Allah dileseydi O’ndan başka bir şeye kul olmazdık atalarımızda ve O'nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık” dediler.' Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.Elçilere, düşen apaçık bir tebliğden başka bir şey midir?
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ
Ve kâlellezîne eşrakû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ âbâunâ ve lâ harramnâ min dûnihi min şey’in, kezâlike fe alâllezîne min kablihim, fe hel alâr rusuli illâl belâgul mubîn(mubînu).
Nahl 16/ 36;Andolsun, biz her ümmette "Allah'a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının.diye bir elçi çıkardık. Onlardan kimini Allah hidayete erdirdi kimine de sapıklık hak oldu. Şöyle yeryüzünde bir dolaşın da yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bakın.
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn
Nahl 16/ 37Sen onların hidayete ermelerini çok arzulasan da bil ki Allah, saptırdığı kimseyi kişiyi hidayete eriştirmez. Ve onlar için bir yardımcı da yoktur.
إِن تَحْرِصْ عَلَى هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي مَن يُضِلُّ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
İn tahris alâ hudâhum fe innallâhe lâ yehdî men yudıllu ve mâ lehum min nâsırîn
Nahl 16/ 38 Ölen kimseyi Allah'ın diriltemeyeceği” üzerine bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah buna gerçekten söz vermiştir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
وَأَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لاَ يَبْعَثُ اللّهُ مَن يَمُوتُ بَلَى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb’asullâhu men yemût(yemûtu), belâ va’den aleyhi hakkan ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 39 Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklamak ve inkâr edenlerin de yalancı olduklarını bilmeleri için..
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَاذِبِينَ
Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(kâzibîne).
Nahl 16/ 40 Biz bir şeyin istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluşmaya başlar.
إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ eradnâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Nahl 16/ 41 Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret mükafatı ise daha büyüktur, keşke bilseler!
وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ haseneten, ve le ecrul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 42 Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Nahl 16/43 Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız sorun, Zikir ehline;
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn
Nahl 16/44 Onları açık beyyinelerle ve kitaplarla gönderdik . Sana da bu zikri indirdik, kendileri için indirileni anlatasın diye. Belki tefekkür ederler /düşünürler.
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn
Nahl 16/45 Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?
أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُواْ السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللّهُ بِهِمُ الأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ
E fe eminellezine mekerus seyyiati ey yahsifellahü bihimül erda ev ye´tiyehümül azabü min haysü yeş’urûn
Nahl 16/46 Ya da onlar,dönüp dolaşırlarken , onları Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Ki onlar aciz bırakacak değildirler.
أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ
Ev ye´huzehüm fi tekallübihim fe ma hüm bi mu’cizîn(mu’cizîne)
Nahl 16/47 Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz Rauf'dur kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan korur , Rahimdir ki ikramı bol, çok merhametli olandır
أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَى تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ev ye´huzehüm ala tehavvüf fe inne rabbeküm le raufür rahiym
Nahl 16/48 Allah'ın yarattığı bir şeyin gölgelerinin nasıl sağdan ve soldan boyun eğmiş halde, Allah'a secde ederek döndüğünü görmediler mi?
أَوَ لَمْ يَرَوْاْ إِلَى مَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ ظِلاَلُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالْشَّمَآئِلِ سُجَّدًا لِلّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ
E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn
Nahl 16/49 Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلآئِكَةُ وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ
Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
Nahl 16/50 Fevklerinde bulunan, Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ*
Yehâfûne rabbehum min fevkıhim ve yef’alûne mâ yu’merûn(yu’merûne).
Nahl 16/51 Allah buyurdu ki; İki İlah edinmeyin. O ancak bir İlah’dır. O halde yalnız benden korkun.
وَقَالَ اللّهُ لاَ تَتَّخِذُواْ إِلهَيْنِ اثْنَيْنِ إِنَّمَا هُوَ إِلهٌ وَاحِدٌ فَإيَّايَ فَارْهَبُونِ
Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun vâhıd(vâhıdun), fe iyyâye ferhebûni.
Nahl 16/52 Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur.Din de yalnız O'nundur. Öyle iken, siz Allah’tan başkasından çekinip, korumasını mı arayacaksınız?
وَلَهُ مَا فِي الْسَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا أَفَغَيْرَ اللّهِ تَتَّقُونَ
Ve lehu mâ fîs semâvâti vel ardı ve lehud dînu vâsıbâ(vâsıben), e fe gayrallâhi tettekûn
Nahl, 16/ 53 Sizde nimet olarak her ne varsa hepsi Allah'tandır. Sonra başınıza bir sıkıntı dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.
وَمَا بِكُم مِّن نِّعْمَةٍ فَمِنَ اللّهِ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ
Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumud durru fe ileyhi tec’erûn
Nahl, 16 / 54 Sonra sizden zararı kaldırdığında, o zaman da sizden bir grup Rablerine ortak koşar;
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنكُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ
Sümme iza keşefed durra anküm iza ferikum minküm bi rabbihim yüşrikun
Nahl, 16 / 55 Bunu kendilerine verdiğimiz şeylere nankörlük etmek için yaparlar. Şimdi faydalanın bakalım! Fakat yakında bileceksiniz.
لِيَكْفُرُواْ بِمَا آتَيْنَاهُمْ فَتَمَتَّعُواْ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû, fesevfe ta’lemûn
Nahl 16/ 56 Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لاَ يَعْلَمُونَ نَصِيبًا مِّمَّا رَزَقْنَاهُمْ تَاللّهِ لَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَفْتَرُونَ
Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Nahl 16/ 57 Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, O . Sübhan’dır Hoşlandıkları da kendilerinin oluyor.
وَيَجْعَلُونَ لِلّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ وَلَهُم مَّا يَشْتَهُونَ
Ve yec’alûne lillâhil benâti subhânehu ve lehum mâ yeştehûn(yeştehûne).
Nahl 16/ 58 Onlardan birine kız müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالأُنثَى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
Nahl 16/ 59 Müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir. Aşağılığa katlanıp onu tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün? Bak ne kadar kötü hüküm veriyorlar!
يَتَوَارَى مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ عَلَى هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلاَ سَاء مَا يَحْكُمُونَ
Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşire bihî, e yumsikuhu alâ hûnin em yedussuhu fît turâbi, e lâ sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Nahl 16/ 61 Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üzerinde yürüyen canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları , belirlenmiş ecellerine kadar erteliyor.Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَآبَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ terake aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn
Nahl 16/ 62 Hoşlarına gitmeyen/ kerih şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç kendilerininmiş diye dilleri de yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır ve onlar oraya en önde sokulacaklardır.
وَيَجْعَلُونَ لِلّهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ أَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ أَنَّ لَهُمُ الْحُسْنَى لاَ جَرَمَ أَنَّ لَهُمُ الْنَّارَ وَأَنَّهُم مُّفْرَطُونَ
Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrahûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufratûn(mufretûne).
Nahl 16/63 Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü göstermiştir; O,bugün de onların veli/dostu odur ve onlar için acı bir azab vardır.
تَاللّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum âzâbun elîm
Nahl 16/64 "Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik."
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Nahl 16/65 Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir belge/ ibret vardır.
وَاللّهُ أَنزَلَ مِنَ الْسَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Vallâhu enzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Nahl 16 / 66 Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers ile kan,ayrışarak gelen , içenler için boğazından kolaylıkla geçen halis bir süt içirmekteyiz.
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَآئِغًا لِلشَّارِبِينَ
Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreten, nuskîkum mimmâ fî butûnihî min beyni fersin ve demin lebenen hâlisen sâigan liş şâribîn
Nahl 16 / 67 Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden de hem seker/ içki, hem de güzel bir rızık çıkarırsınız. Şüphesiz ki, bunda aklını kullanan bir topluluk için kesin bir ibret vardır.
وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan hasenen, inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Nahl 16 /68 Ve Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin
وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn
Nahl 16/69 Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Śumme kulî min kulli-śśemerâti feslukî subule rabbiki żululâ yaḣrucu min butûnihâ şerâbun muḣtelifun elvânuhu fîhi şifâun linnâs inne fî żâlike leâyeten likavmin yetefekkerûn
Nahl 16 / 70 Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirir. İçinizden ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır ki . kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmez hale gelsin Şüphesiz Allah Alim'dir gizli açık her şeyi mükemmel bilir hakkıyla bilen El-kadir her şeye bir ölçü koyan ,her şeye güç yetirendir.
وَاللّهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لاَ يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ
Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yureddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’a(şey’en), innallâhe alîmun kadîr(kadîrun).
Nahl 16 / 71 Allah,Rızıkda kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, hakimiyeti altındakilere rızıklarını vermezler. Ama ,rızıkta onlarla eşittirler. Allah'ın nimetini bile bile inkar mı ediyorlar?
وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ
Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(rızkı), femâllezîne fuddılû bi râddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânehum fe hum fîhi sevâun, e fe bi ni’metillâhi yechadûn(yechadûne).
Nahl 16/ 72 Allah, size kendi cinsinizden eşler, o eşlerinizden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi tayyibat /helal ve temiz rızıklarla rızıklandırdı.Onlar, hâlâ batıla mı inanıyorlar? ve Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ
Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve razakakum minet tayyibât(tayyibâti), e fe bil bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn
Nahl 16/ 73 Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ شَيْئًا وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ
Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı şey’en ve lâ yestetîûn(yestetîûne).
Nahl 16 /74 Artık Allah'a benzerler koşup durmayın. Şüphesiz Allah bilir siz ise bilmezsiniz.
فَلاَ تَضْرِبُواْ لِلّهِ الأَمْثَالَ إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Fe lâ tadribû lillâhil emsâle, innallâhe ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn
Nahl 16 /75 .Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Ne yaparsa güzel yapar elhamdü lillah hamd Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.
ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً عَبْدًا مَّمْلُوكًا لاَّ يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا هَلْ يَسْتَوُونَ الْحَمْدُ لِلّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey´iv ve mer razaknahü minna zirkan hasenen fe hüve yünfiku minhü sirrav ve cehra hel yestevun elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya´lemun
Nahl 16 /76 Allah, şu iki kişiyi de misal verir. Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üzerine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, Sıratı Mustakîm üzerinde yürüyerek adil ve dengeli olan kimse eşit olur mu?
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لاَ يَقْدِرُ عَلَىَ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لاَ يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayrin, hel yestevî huve ve men ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustakîm
Nahl 16 /77 Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir.Saatin işi ancak bir göz kırpma gibi yahut daha yakındır. Şüphesiz Allah ,El-kadir her şeye bir ölçü koyan ,her şeye güç yetirendir.
وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ emrus sâati illâ ke lemhıl basari ev huve akrabu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun
Nahl 16/ 78 Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme duyularını ve gönüller verdi.
وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’idete leallekum teşkurûn
Nahl 16/ 79 Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları,orada Allah’tan başkası tutamaz . Şüphesiz bunda inanan bir toplum için belgeler(ayetler) vardır.
أَلَمْ يَرَوْاْ إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاء مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلاَّ اللّهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
E lem yerev ilât tayri musahharâtin fî cevvis semâi, mâ yumsikuhunne illâllâhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn
Nahl 16/ 80 Allah, size evlerinizi sekînet yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek yolculuk gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler; Ve onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız ev eşyası ve geçimlikler meydana getirdi.
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ
Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdil en’âmi buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn(hînin).
Nahl 16/81 Allah, yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak giysiler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yaratmıştır. İslâm'a girip esenlik kazanasınız diye, size olan nimetini böyle tamamlıyor.
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلاَلاً وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ كَذَلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn
Nahl 16/82 Ancak onlar yüz çevirirlerse artık senin üzerine düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(mubînu).
Nahl 16/ 83 Onlar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ
Ya’rifûne ni’metallâhi summe yunkirûnehâ ve ekseruhumul kâfirûn
Nahl 16/ 84 Ve O gün her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne izin verilecek, ne de ne de onların özür dilemeleri istenir.
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لاَ يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ وَلاَ هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezîne keferû ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).
Nahl 16/ 85 O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.
وَإِذَا رَأى الَّذِينَ ظَلَمُواْ الْعَذَابَ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefu anhum ve lâ hum yunzarûn
Nahl 16/ 86 Ortak koşanlar ortaklarını gördüklerinde: 'Rabbimiz! Senden başka tapmakta olduğumuz ortaklarımız şunlardır' derler. Onlar da onlara: 'Şüphesiz siz yalancısınız' diye söz atarlar.
وَإِذَا رَأى الَّذِينَ أَشْرَكُواْ شُرَكَاءهُمْ قَالُواْ رَبَّنَا هَؤُلاء شُرَكَآؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُوْ مِن دُونِكَ فَألْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Nahl 16/ 87 Onlar o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşır
وَأَلْقَوْاْ إِلَى اللّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
Ve elkav ilâllâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Nahl 16/ 88 İnkâr eden ve Allah’ın yolundan alıkoyanların, fesat çıkarmış olduklarından dolayı azap üstüne azabı arttırdık.
الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ
Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(yufsidûne).
Nahl 16/ 89 Her ümmetin üzerine kendi içlerinden bir şahit getirdiğimiz gün seni de bunların üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ,
Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Nahl 16/90 Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder, çirkin işleri, hayasızlıktan, kötülükten nehyeder. Olur ki öğüt alırsınız diye size öğüt veriyor. Fahşa ve münkeri ve bagy yasaklar. O, düşünüp/ tezekkür edesiniz diye size öğüt veriyor.
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn
Nahl 16/91 Sözleştiğiniz zaman Allah için verdiğiniz sözü yerine getirin ve bir de Allah’ı kendinize kefil ederek sağlamlaştırdığınız yeminlerinizi bozmayın. Allah ne yaptığınızı bilir.
وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen, innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).,
Nahl 16/92 Bir topluluğun diğer bir topluluktan daha çok olmasından dolayı yeminlerinizi aldatma aracı yaparak ipliğini sağlamca büktükten sonra söküp bozan (kadın)gibi olmayın. Şüphesiz Allah onunla sizi imtihan eder. Üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size muhakkak açıklayacaktır.
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsen, tettehızûne eymânekum dehalan beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummetin, innemâ yeblûkumullâhu bihî, ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Nahl 16/93 Ve Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِن يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhideten ve lâkin yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl 16/94 Yeminlerinizi aranızda hilesebebi yapmayın. Sonra sağlamca bastıktan sonra ayak kayar da Allah yolundan yüz çevirmeniz sebebiyle sizin için büyük bir azap vardır
وَلاَ تَتَّخِذُواْ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُواْ الْسُّوءَ بِمَا صَدَدتُّمْ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Ve lâ tettehızû eymânekum dehalan beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ ve tezûkus sûe bimâ sadedtum an sebîlillâh(sebîlillâhi), ve lekum azâbun azîm(azîmun).
Nahl 16/95 Allah’a verdiğiniz sözü az bir bedelle değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.
وَلاَ تَشْتَرُواْ بِعَهْدِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً إِنَّمَا عِندَ اللّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlen, innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Nahl 16/96 Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise bakidir.Elbette sabrın sahiplerine yapmakta oldukları amellerin ecirlerini en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Mâ indekum yenfedu ve mâ indallâhi bâk(bâkın), ve le necziyennellezîne saberû ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Nahl 16/97 Erkekten, Kadından her kim mümin olarak salih iş yaparsa, muhakkak onu temiz bir hayatla yaşatacağız ve yapmakta oldukları işlerin daha güzeli ile mükafatlarını mutlaka vereceğiz.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeten, ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn
Nahl 16/ 98 Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
Nahl 16/ 99 Gerçek şu ki, iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur.
إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
İnnehu leyse lehu sultânun alâllezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn
Nahl 16/100 Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost /veli edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.
إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ
İnnemâ sultânuhu alâllezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn
Nahl 16/101 Biz bir ayetin,yerine başka bir âyeti koyduğumuz zaman, "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir.- Hayır, onların çoğu bilmezler.
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُواْ إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufterin, bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 102 De ki: iman edenleri sağlamlaştırmak ve Müslümanlar için bir yol gösterici ve müjde olarak Ruhu'l-Kudüs O'nu, Rabbinin katından hak olarak indirdi.
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Nahl 16/ 103 Onların: 'Ona bir beşer öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır; bu ise apaçık Arapça bir dildir
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ
Ve lekad na’lemu ennehum yekûlûne innemâ yuallimuhu beşerun, lisânullezî yulhıdûne ileyhi a’cemiyyun ve hâzâ lisânun arabiyyun mubîn(mubînun).
Nahl 16/ 104 Allah'ın ayetlerine inanmayanları Allah elbette doğru yola eriştirmez. Onlar için elîm -acıklı bir azap vardır.
إِنَّ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ لاَ يَهْدِيهِمُ اللّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
İnnellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi lâ yehdîhimullâhu ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Nahl 16/ 105 Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. İşte onlar yalancıların bizzat kendileridir.
إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأُوْلئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ
İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
Nahl 16/106 Kalbi imanla yatışmış olduğu halde, zorlanan başka, Kim iman ettikten sonra ,Allah’ı inkar ederse Ve göğüslerini küfre açan kimselere, İşte Allah’ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır.
مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Men kefera billahi mim ba´di imanihı illa men ükrihe ve kalbühu mutmeinüm bil ımani ve lakim men şeraha bil küfri sadran fe aleyhim ğadabüm minellah ve lehüm azabün azıym,
Nahl 16/107 Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmemesinden dolayıdır.
ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّواْ الْحَيَاةَ الْدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alâl âhırati ve ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Nahl 16/ 108 İşte onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Nahl 16/ 109 Hiç şüphesiz ki onlar ahirette hüsrana uğrayacaklardır.
لاَ جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الآخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرونَ
Lâ cereme ennehum fîl âhırati humul hâsirûn(hâsirûne).
Nahl 16/ 110 Sonra gerçekten Rabbin, sıkıntı ve işkenceye uğratıldıktan sonra, hicret edenlerin ardından; cihat eden ve sabredenlere Şüphesiz Rabbin bundan sonra onların, suçları örterek, çok bağışlayan, gafûr'dur. ve tüm ikramları tek sahibi ,merhamet çok olan rahîm'dir.
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُواْ مِن بَعْدِ مَا فُتِنُواْ ثُمَّ جَاهَدُواْ وَصَبَرُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Nahl 16 / 111; O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez.
يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn
Nahl 16 / 112 Allah şöyle bir kenti örnek verir: Güven ve huzur içindeydi. Rızkı her yerden bolca geliyordu. Ancak Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah da ona yaptıklarına karşılık açlık ve korku elbisesini tattırdı.
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ
Ve daraballâhu meselen karyeten kânet âmineten mutmainneten ye’tîhâ rızkuhâ ragaden min kulli mekânin fe keferet bi en’umillâhi fe ezâkahallâhu libâsel cûi vel havfi bimâ kânû yasnaûn
Nahl 16 / 113 Andolsun, onlara içlerinden bir rasûl de geldi onu yalanladılar. Böylece zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
وَلَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Nahl 16/ 114 Allah'ın sizi rızıklandırdıklarından helal ve temiz olarak yiyin ve eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetlerine şükredin.
فَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلالاً طَيِّبًا وَاشْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Fe kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben veşkurû ni’metallâhi in kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
Nahl 16/115-Size yalnızca leş, kan, domuz eti ve ALLAH'tan başkası adına kurban edileni haram kıldı. Ancak zorlanırsa, taşkınlık etmeden ve aşırıya gitmemek şartıyla, bu yasaklamanın dışındadır.Allah şüphesiz suçları örterek, çok bağışlayan, gafûr'dur. O ,rahîm.tüm ikramların tek sahibi ,merhamet çok olandır
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالْدَّمَ وَلَحْمَ الْخَنزِيرِ وَمَآ أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İnnemâ harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî, fe menıdturra gayra bâgın ve lâ âdin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Nahl 16/116 Dillerinizin “Bu helâldır, şu haramdır” diye yalan olarak vasıflandırdığı şeyi söylemeyin ki, Allah’a yalan iftira etmiş olursunuz. Şüphe yok ki, Allah’a yalan uyduranlar, asla felâh eremezler
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ
Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezibe, innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
Nahl 16/117 Bu az bir faydalanmadır ve onlara acı bir azap vardır.
مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Metâun kalîlun ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Nahl 16/118 Yahudilere de daha önce sana mâ kasasnâ anlattıklarımızı haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, ama onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Ve alâllezîne hâdû harramnâ mâ kasasnâ aleyke min kablu, ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Nahl 16/ 119 Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar için Rabbin şüphesiz bundan sonra gafûr'dur suçlarını örter, Rahimiyeti ile çok ikram eder çokta merhametlidir,
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُواْ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Summe inne rabbeke lillezîne amilûs sûe bi cehâletin summe tâbû min ba’di zâlike ve aslahû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm
Nahl 16/120 Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir ümmetti;idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfen ve lem yeku minel muşrikîn,
Nahl 16/121 Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.
شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Şâkiran li en’umihî, ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm
Nahl 16/122 Ona dünyada güzellik verdik. Şüphesiz o ahirette de salihlerdendir.
وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneten, ve innehu fîl âhırati le mines sâlihîn(sâlihîne).
Nahl 16/123 Daha sonra sana şunu vahyettik: Bir hanîf olarak İbrahim'in milletine uy! O, müşriklerden değildi.
مَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Nahl 16/124 Cumartesi (yasağı)ancak onda anlaşmazlığa düşenlere (gerekli) kılınmıştı. Şüphesiz ki Rabbin, çelişkiye düştükleri şey hakkında kıyamet günü aralarında elbette hükmedecektir
.اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İnnemâ cu’ile-ssebtu ‘alâ-lleżîne-ḣtelefû fîh ve-inne rabbeke leyahkumu beynehum yevme-lkiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḣtelifûn
Nahl 16/126 Eğer cezalandıracak olursanız size uygulanan cezanın aynıyla cezalandırın. Ama eğer sabredersiniz andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bihî, ve le in sabertum le huve hayrun lis sâbirîn(sâbirîne).
Nahl 16/127Sabret. Sabrın ancak Allah iledir.. Onlar için hüzne kapılma ve kurdukları tuzaklardan dolayı da canını sıkma.
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
Vasbır ve mâ sabruke illâ billâhi ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ yemkurûn(yemkurûne).
Nahl 16/128 Şüphesiz Allah takva sahipleri ve muhsinlerle. beraberdir.
إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ
İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Halakal insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin
Nahl 16/5: Hayvanları da O yarattı. Onlarda koruyan şeyler ve çeşitli yararlar vardır. Onlardan kimini de yersiniz.
وَالأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Vel en’âme halakahâ, lekum fîhâ dif’un ve menâfiu ve minhâ te’kulûn
Nahl 16/6 Akşamleyin otlaktan getirirken ve sabah otlatmaya çıkardığınız zaman onlarda sizin için güzellik vardır.
وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ
Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrahûn(tesrehûne).
Nahlı 16/ 7 Hayvanlar, kendi kendinize zor varacağınız mekanlara ağırlıklarınızı taşırlar. Doğrusu Rabbiniz Rauf çok şefkatli, çok merhametlidir ve Rahim'dir ikramı bol, çok merhamet edicidir
وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَّمْ تَكُونُواْ بَالِغِيهِ إِلاَّ بِشِقِّ الأَنفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkıl enfusi, inne rabbekum le raûfun rahîm
Nahl,16/ 8 Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri Ve daha sizlerin bilmediğiniz şeyleri yaratmaktadır
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لاَ ﴾تَعْلَمُونَ ﴿٨
Vel hayle vel bigâle vel hamîre li terkebûhâ ve zîneten, ve yahluku mâ lâ ta’lemûn
Nahl 16 / 9 Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
وَعَلَى اللّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَآئِرٌ وَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ
Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn
Nahl 16/10 O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek şeyler ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla yetişir
هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء لَّكُم مِّنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ
Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(tusîmûne).
Nahl 16/11 Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalar, üzümler ve bütün meyvalardan bitirir. Şüphesiz bunda tefekkür eden /düşünen bir topluluk için ibret vardır.
يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle vel a’nâbe ve min kullis semerâti, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Nahl 16/12 Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالْنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالْنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamere, ven nucûmu musahharâtun bi emrihî, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Nahl 16/13 Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yaratıp çoğalttığı şeyleride..Tezekkür eden/Öğüt alan bir toplum için bunda âyet /deliller vardır.
وَمَا ذَرَأَ لَكُمْ فِي الأَرْضِ مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuhu, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Nahl 16/14 Ondan taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyaları çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize sunan da O'dur. Gemilerin onun içinde yararak gittiklerini görürsün.O’nun fazlından istemeniz içindir.Ve olur ki görevlerinizi yerine getirirsiniz /,şükredersiniz diye!
وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُواْ مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُواْ مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُواْ مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve huvellezî sehharal bahra li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve terâl fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Nahl 16/15 Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.
وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلاً لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ve elkâ fîl ardı ravâsiye en temîde bikum ve enhâran ve subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Nahl 16/16 Daha nice alâmetler ! Onlar, yıldızla da doğru yolu bulurlar
وَعَلامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ
Ve alâmâtin, ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Nahl 16/17 Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
أَفَمَن يَخْلُقُ كَمَن لاَّ يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ
E fe mey yahlüku ke mel la yahluk e fe la tezekkerun
Nahl 16/18 Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu sayamazsınız. Gerçekten Allah,
gafûrun rahîm suçları örterek, çok bağışlayan ve ikramı bol, çok merhamet edicidir
وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Ve in teuddu nı´metellahi la tuhsuha innellahe le ğafurur rahiym
Nahl 16/19 Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.
وَعَلامَاتٍ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ
Ve alâmâtin, ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Nahl 16/20 Allah'tan başka taptıkları, bir şey yaratamazlar; onlar kendileri yaratılmaktadırlar.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ لاَ يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ
Vellezîne yed’ûne min dûnillâhi lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûn(yuhlekûne).
Nahl 16/21 Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman diriltileceklerinin de farkında olamazlar.
أَمْواتٌ غَيْرُ أَحْيَاء وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Emvâtun gayru ahyâin, ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
Nahl 16/22 Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadırlar.
إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَالَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ قُلُوبُهُم مُّنكِرَةٌ وَهُم مُّسْتَكْبِرُونَ
İlâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fellezîne lâ yu’minûne bil âhirati kulûbuhum munkiratun ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Nahl 16/23 Şüphe yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.
لاَ جَرَمَ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne), innehu lâ yuhıbbul mustekbirîn(mustekbirîne).
Nahl 16/24 Onlara: 'Rabbiniz ne indirdi?' denildiğinde: 'Öncekilerin masalları' derler.
وَإِذَا قِيلَ لَهُم مَّاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ
Ve izâ kîle lehum mâzâ enzele rabbukum, kâlû esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Nahl 16/25 Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşılar ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da kısmen yüklenmiş olurlar. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür
لِيَحْمِلُواْ أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ
Li yahmilû evzârahum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilmin, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Nahl 16/26 Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da Allah'ın emri onların yapılarının temellerine gelmişti ve böylece tavan üstten tepelerine çökmüştü. Azab onlara hiç farketmedikleri bir yönden gelmişti.
قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللّهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ
Kad mekerellezîne min kablihim fe etâllâhu bunyânehum minel kavâıdi fe harra aleyhimus sakfu min fevkıhim ve etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Nahl 16/27 Sonra kıyamet gününde Allah onları rezil eder ve der ki: “Kendileri hakkında müminlere düşman kesildiğiniz, bana isnat ettiğiniz ortaklarım nerede?” Kendilerine ilim verilmiş olanlar derler ki: “Şüphesiz bugün rezillik ve azap,kâfirleredir.”
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَآئِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالْسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ
Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîn ûtûl ilme innel hızyel yevme ves sûe alâl kâfirîn(kâfirîne).
Nahl 16/28 Melekler, kendi kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken onlar teslim olurken 'Biz bir kötülük yapmıyorduk' derler. 'Hayır! Doğrusu Allah sizin ne yaptığınızı bilir.'
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوُاْ السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavûs seleme mâ kunnâ na’melu min sûin, belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl 16/29 Haydi, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Mutekebbir/Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”
فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvâl mutekebbirîn
Nahl 16/30 Müttakilere "Rabbiniz ne indirdi" dendiğinde şöyle dediler: "Hayır indirdi." Ahsen / güzel davranışlarda bulunanlara bu dünyada haseneler vardır. Ahiret yurdu ise elbette ki daha hayırlıdır. Gerçekten ne güzelmiş takva sahiplerinin yurdu!
وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh, ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).
Nahl 16/31 İçinden nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ
Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne).
Nahl 16/ 32 Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin."
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl, 16/ 33 Onlara meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن تَأْتِيَهُمُ الْمَلائِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ أَمْرُ رَبِّكَ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّهُ وَلكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbike, kezâlike fe alâllezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn
Nahl 16/ 34 Bu yüzden kötü ameller onlara ulaştı ve alaya aldıkları şey kendilerini kuşattı.
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُواْ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ
Fe esâbehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Nahl 16/ 35 Ortak koşanlar dediler ki: 'Allah dileseydi O’ndan başka bir şeye kul olmazdık atalarımızda ve O'nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık” dediler.' Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.Elçilere, düşen apaçık bir tebliğden başka bir şey midir?
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ
Ve kâlellezîne eşrakû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ âbâunâ ve lâ harramnâ min dûnihi min şey’in, kezâlike fe alâllezîne min kablihim, fe hel alâr rusuli illâl belâgul mubîn(mubînu).
Nahl 16/ 36;Andolsun, biz her ümmette "Allah'a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının.diye bir elçi çıkardık. Onlardan kimini Allah hidayete erdirdi kimine de sapıklık hak oldu. Şöyle yeryüzünde bir dolaşın da yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bakın.
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn
Nahl 16/ 37Sen onların hidayete ermelerini çok arzulasan da bil ki Allah, saptırdığı kimseyi kişiyi hidayete eriştirmez. Ve onlar için bir yardımcı da yoktur.
إِن تَحْرِصْ عَلَى هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي مَن يُضِلُّ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
İn tahris alâ hudâhum fe innallâhe lâ yehdî men yudıllu ve mâ lehum min nâsırîn
Nahl 16/ 38 Ölen kimseyi Allah'ın diriltemeyeceği” üzerine bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah buna gerçekten söz vermiştir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
وَأَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لاَ يَبْعَثُ اللّهُ مَن يَمُوتُ بَلَى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb’asullâhu men yemût(yemûtu), belâ va’den aleyhi hakkan ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 39 Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklamak ve inkâr edenlerin de yalancı olduklarını bilmeleri için..
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَاذِبِينَ
Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(kâzibîne).
Nahl 16/ 40 Biz bir şeyin istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluşmaya başlar.
إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ eradnâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Nahl 16/ 41 Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret mükafatı ise daha büyüktur, keşke bilseler!
وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ haseneten, ve le ecrul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 42 Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Nahl 16/43 Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız sorun, Zikir ehline;
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn
Nahl 16/44 Onları açık beyyinelerle ve kitaplarla gönderdik . Sana da bu zikri indirdik, kendileri için indirileni anlatasın diye. Belki tefekkür ederler /düşünürler.
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn
Nahl 16/45 Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?
أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُواْ السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللّهُ بِهِمُ الأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ
E fe eminellezine mekerus seyyiati ey yahsifellahü bihimül erda ev ye´tiyehümül azabü min haysü yeş’urûn
Nahl 16/46 Ya da onlar,dönüp dolaşırlarken , onları Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Ki onlar aciz bırakacak değildirler.
أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ
Ev ye´huzehüm fi tekallübihim fe ma hüm bi mu’cizîn(mu’cizîne)
Nahl 16/47 Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz Rauf'dur kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan korur , Rahimdir ki ikramı bol, çok merhametli olandır
أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَى تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ev ye´huzehüm ala tehavvüf fe inne rabbeküm le raufür rahiym
Nahl 16/48 Allah'ın yarattığı bir şeyin gölgelerinin nasıl sağdan ve soldan boyun eğmiş halde, Allah'a secde ederek döndüğünü görmediler mi?
أَوَ لَمْ يَرَوْاْ إِلَى مَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ ظِلاَلُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالْشَّمَآئِلِ سُجَّدًا لِلّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ
E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn
Nahl 16/49 Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلآئِكَةُ وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ
Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
Nahl 16/50 Fevklerinde bulunan, Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ*
Yehâfûne rabbehum min fevkıhim ve yef’alûne mâ yu’merûn(yu’merûne).
Nahl 16/51 Allah buyurdu ki; İki İlah edinmeyin. O ancak bir İlah’dır. O halde yalnız benden korkun.
وَقَالَ اللّهُ لاَ تَتَّخِذُواْ إِلهَيْنِ اثْنَيْنِ إِنَّمَا هُوَ إِلهٌ وَاحِدٌ فَإيَّايَ فَارْهَبُونِ
Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun vâhıd(vâhıdun), fe iyyâye ferhebûni.
Nahl 16/52 Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur.Din de yalnız O'nundur. Öyle iken, siz Allah’tan başkasından çekinip, korumasını mı arayacaksınız?
وَلَهُ مَا فِي الْسَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا أَفَغَيْرَ اللّهِ تَتَّقُونَ
Ve lehu mâ fîs semâvâti vel ardı ve lehud dînu vâsıbâ(vâsıben), e fe gayrallâhi tettekûn
Nahl, 16/ 53 Sizde nimet olarak her ne varsa hepsi Allah'tandır. Sonra başınıza bir sıkıntı dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.
وَمَا بِكُم مِّن نِّعْمَةٍ فَمِنَ اللّهِ ثُمَّ إِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَإِلَيْهِ تَجْأَرُونَ
Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumud durru fe ileyhi tec’erûn
Nahl, 16 / 54 Sonra sizden zararı kaldırdığında, o zaman da sizden bir grup Rablerine ortak koşar;
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنكُم بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ
Sümme iza keşefed durra anküm iza ferikum minküm bi rabbihim yüşrikun
Nahl, 16 / 55 Bunu kendilerine verdiğimiz şeylere nankörlük etmek için yaparlar. Şimdi faydalanın bakalım! Fakat yakında bileceksiniz.
لِيَكْفُرُواْ بِمَا آتَيْنَاهُمْ فَتَمَتَّعُواْ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû, fesevfe ta’lemûn
Nahl 16/ 56 Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لاَ يَعْلَمُونَ نَصِيبًا مِّمَّا رَزَقْنَاهُمْ تَاللّهِ لَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَفْتَرُونَ
Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Nahl 16/ 57 Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, O . Sübhan’dır Hoşlandıkları da kendilerinin oluyor.
وَيَجْعَلُونَ لِلّهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُ وَلَهُم مَّا يَشْتَهُونَ
Ve yec’alûne lillâhil benâti subhânehu ve lehum mâ yeştehûn(yeştehûne).
Nahl 16/ 58 Onlardan birine kız müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.
وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالأُنثَى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
Nahl 16/ 59 Müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir. Aşağılığa katlanıp onu tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün? Bak ne kadar kötü hüküm veriyorlar!
يَتَوَارَى مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ عَلَى هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلاَ سَاء مَا يَحْكُمُونَ
Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşire bihî, e yumsikuhu alâ hûnin em yedussuhu fît turâbi, e lâ sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Nahl 16/ 60 Kötü sıfat, ahirete inanmayanlar içindir. En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. Çünkü O, huvel azîzul, hakîm =her şeyden üstün ve hikmet sahibidir.
لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ وَلِلّهِ الْمَثَلُ الأَعْلَىَ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Lillezîne lâ yu’minûne bil âhırati meselus sev’i, ve lillâhil meselul â’lâ, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ وَلِلّهِ الْمَثَلُ الأَعْلَىَ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Lillezîne lâ yu’minûne bil âhırati meselus sev’i, ve lillâhil meselul â’lâ, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Nahl 16/ 61 Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üzerinde yürüyen canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları , belirlenmiş ecellerine kadar erteliyor.Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَآبَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ terake aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn
Nahl 16/ 62 Hoşlarına gitmeyen/ kerih şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç kendilerininmiş diye dilleri de yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır ve onlar oraya en önde sokulacaklardır.
وَيَجْعَلُونَ لِلّهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ أَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ أَنَّ لَهُمُ الْحُسْنَى لاَ جَرَمَ أَنَّ لَهُمُ الْنَّارَ وَأَنَّهُم مُّفْرَطُونَ
Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrahûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufratûn(mufretûne).
Nahl 16/63 Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü göstermiştir; O,bugün de onların veli/dostu odur ve onlar için acı bir azab vardır.
تَاللّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum âzâbun elîm
Nahl 16/64 "Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik."
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Nahl 16/65 Allah, gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda dinleyecek bir toplum için bir belge/ ibret vardır.
وَاللّهُ أَنزَلَ مِنَ الْسَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Vallâhu enzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Nahl 16 / 66 Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers ile kan,ayrışarak gelen , içenler için boğazından kolaylıkla geçen halis bir süt içirmekteyiz.
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَآئِغًا لِلشَّارِبِينَ
Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreten, nuskîkum mimmâ fî butûnihî min beyni fersin ve demin lebenen hâlisen sâigan liş şâribîn
Nahl 16 / 67 Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden de hem seker/ içki, hem de güzel bir rızık çıkarırsınız. Şüphesiz ki, bunda aklını kullanan bir topluluk için kesin bir ibret vardır.
وَمِن ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan hasenen, inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Nahl 16 /68 Ve Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin
وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn
Nahl 16/69 Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Śumme kulî min kulli-śśemerâti feslukî subule rabbiki żululâ yaḣrucu min butûnihâ şerâbun muḣtelifun elvânuhu fîhi şifâun linnâs inne fî żâlike leâyeten likavmin yetefekkerûn
Nahl 16 / 70 Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirir. İçinizden ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır ki . kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmez hale gelsin Şüphesiz Allah Alim'dir gizli açık her şeyi mükemmel bilir hakkıyla bilen El-kadir her şeye bir ölçü koyan ,her şeye güç yetirendir.
وَاللّهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لاَ يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ
Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yureddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’a(şey’en), innallâhe alîmun kadîr(kadîrun).
Nahl 16 / 71 Allah,Rızıkda kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, hakimiyeti altındakilere rızıklarını vermezler. Ama ,rızıkta onlarla eşittirler. Allah'ın nimetini bile bile inkar mı ediyorlar?
وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ
Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(rızkı), femâllezîne fuddılû bi râddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânehum fe hum fîhi sevâun, e fe bi ni’metillâhi yechadûn(yechadûne).
Nahl 16/ 72 Allah, size kendi cinsinizden eşler, o eşlerinizden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi tayyibat /helal ve temiz rızıklarla rızıklandırdı.Onlar, hâlâ batıla mı inanıyorlar? ve Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ
Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve razakakum minet tayyibât(tayyibâti), e fe bil bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn
Nahl 16/ 73 Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ شَيْئًا وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ
Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı şey’en ve lâ yestetîûn(yestetîûne).
Nahl 16 /74 Artık Allah'a benzerler koşup durmayın. Şüphesiz Allah bilir siz ise bilmezsiniz.
فَلاَ تَضْرِبُواْ لِلّهِ الأَمْثَالَ إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Fe lâ tadribû lillâhil emsâle, innallâhe ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn
Nahl 16 /75 .Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Ne yaparsa güzel yapar elhamdü lillah hamd Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.
ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً عَبْدًا مَّمْلُوكًا لاَّ يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا هَلْ يَسْتَوُونَ الْحَمْدُ لِلّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey´iv ve mer razaknahü minna zirkan hasenen fe hüve yünfiku minhü sirrav ve cehra hel yestevun elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya´lemun
Nahl 16 /76 Allah, şu iki kişiyi de misal verir. Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üzerine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, Sıratı Mustakîm üzerinde yürüyerek adil ve dengeli olan kimse eşit olur mu?
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لاَ يَقْدِرُ عَلَىَ شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لاَ يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayrin, hel yestevî huve ve men ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustakîm
Nahl 16 /77 Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir.Saatin işi ancak bir göz kırpma gibi yahut daha yakındır. Şüphesiz Allah ,El-kadir her şeye bir ölçü koyan ,her şeye güç yetirendir.
وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ emrus sâati illâ ke lemhıl basari ev huve akrabu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun
Nahl 16/ 78 Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme duyularını ve gönüller verdi.
وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’idete leallekum teşkurûn
Nahl 16/ 79 Gökyüzünde Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları,orada Allah’tan başkası tutamaz . Şüphesiz bunda inanan bir toplum için belgeler(ayetler) vardır.
أَلَمْ يَرَوْاْ إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاء مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلاَّ اللّهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
E lem yerev ilât tayri musahharâtin fî cevvis semâi, mâ yumsikuhunne illâllâhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn
Nahl 16/ 80 Allah, size evlerinizi sekînet yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek yolculuk gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler; Ve onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız ev eşyası ve geçimlikler meydana getirdi.
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ
Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdil en’âmi buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn(hînin).
Nahl 16/81 Allah, yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak giysiler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yaratmıştır. İslâm'a girip esenlik kazanasınız diye, size olan nimetini böyle tamamlıyor.
وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلاَلاً وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ كَذَلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn
Nahl 16/82 Ancak onlar yüz çevirirlerse artık senin üzerine düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(mubînu).
Nahl 16/ 83 Onlar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّهِ ثُمَّ يُنكِرُونَهَا وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ
Ya’rifûne ni’metallâhi summe yunkirûnehâ ve ekseruhumul kâfirûn
Nahl 16/ 84 Ve O gün her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne izin verilecek, ne de ne de onların özür dilemeleri istenir.
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لاَ يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ وَلاَ هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezîne keferû ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).
Nahl 16/ 85 O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.
وَإِذَا رَأى الَّذِينَ ظَلَمُواْ الْعَذَابَ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefu anhum ve lâ hum yunzarûn
Nahl 16/ 86 Ortak koşanlar ortaklarını gördüklerinde: 'Rabbimiz! Senden başka tapmakta olduğumuz ortaklarımız şunlardır' derler. Onlar da onlara: 'Şüphesiz siz yalancısınız' diye söz atarlar.
وَإِذَا رَأى الَّذِينَ أَشْرَكُواْ شُرَكَاءهُمْ قَالُواْ رَبَّنَا هَؤُلاء شُرَكَآؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُوْ مِن دُونِكَ فَألْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Nahl 16/ 87 Onlar o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşır
وَأَلْقَوْاْ إِلَى اللّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
Ve elkav ilâllâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Nahl 16/ 88 İnkâr eden ve Allah’ın yolundan alıkoyanların, fesat çıkarmış olduklarından dolayı azap üstüne azabı arttırdık.
الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ
Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(yufsidûne).
Nahl 16/ 89 Her ümmetin üzerine kendi içlerinden bir şahit getirdiğimiz gün seni de bunların üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ,
Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Nahl 16/90 Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder, çirkin işleri, hayasızlıktan, kötülükten nehyeder. Olur ki öğüt alırsınız diye size öğüt veriyor. Fahşa ve münkeri ve bagy yasaklar. O, düşünüp/ tezekkür edesiniz diye size öğüt veriyor.
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn
Nahl 16/91 Sözleştiğiniz zaman Allah için verdiğiniz sözü yerine getirin ve bir de Allah’ı kendinize kefil ederek sağlamlaştırdığınız yeminlerinizi bozmayın. Allah ne yaptığınızı bilir.
وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen, innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).,
Nahl 16/92 Bir topluluğun diğer bir topluluktan daha çok olmasından dolayı yeminlerinizi aldatma aracı yaparak ipliğini sağlamca büktükten sonra söküp bozan (kadın)gibi olmayın. Şüphesiz Allah onunla sizi imtihan eder. Üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size muhakkak açıklayacaktır.
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsen, tettehızûne eymânekum dehalan beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummetin, innemâ yeblûkumullâhu bihî, ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Nahl 16/93 Ve Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِن يُضِلُّ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhideten ve lâkin yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Nahl 16/94 Yeminlerinizi aranızda hilesebebi yapmayın. Sonra sağlamca bastıktan sonra ayak kayar da Allah yolundan yüz çevirmeniz sebebiyle sizin için büyük bir azap vardır
وَلاَ تَتَّخِذُواْ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُواْ الْسُّوءَ بِمَا صَدَدتُّمْ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Ve lâ tettehızû eymânekum dehalan beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ ve tezûkus sûe bimâ sadedtum an sebîlillâh(sebîlillâhi), ve lekum azâbun azîm(azîmun).
Nahl 16/95 Allah’a verdiğiniz sözü az bir bedelle değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.
وَلاَ تَشْتَرُواْ بِعَهْدِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً إِنَّمَا عِندَ اللّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlen, innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Nahl 16/96 Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise bakidir.Elbette sabrın sahiplerine yapmakta oldukları amellerin ecirlerini en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Mâ indekum yenfedu ve mâ indallâhi bâk(bâkın), ve le necziyennellezîne saberû ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Nahl 16/97 Erkekten, Kadından her kim mümin olarak salih iş yaparsa, muhakkak onu temiz bir hayatla yaşatacağız ve yapmakta oldukları işlerin daha güzeli ile mükafatlarını mutlaka vereceğiz.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeten, ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn
Nahl 16/ 98 Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
Nahl 16/ 99 Gerçek şu ki, iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur.
إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
İnnehu leyse lehu sultânun alâllezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn
Nahl 16/100 Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost /veli edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.
إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ
İnnemâ sultânuhu alâllezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn
Nahl 16/101 Biz bir ayetin,yerine başka bir âyeti koyduğumuz zaman, "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir.- Hayır, onların çoğu bilmezler.
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُواْ إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufterin, bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Nahl 16/ 102 De ki: iman edenleri sağlamlaştırmak ve Müslümanlar için bir yol gösterici ve müjde olarak Ruhu'l-Kudüs O'nu, Rabbinin katından hak olarak indirdi.
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Nahl 16/ 103 Onların: 'Ona bir beşer öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancıdır; bu ise apaçık Arapça bir dildir
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ
Ve lekad na’lemu ennehum yekûlûne innemâ yuallimuhu beşerun, lisânullezî yulhıdûne ileyhi a’cemiyyun ve hâzâ lisânun arabiyyun mubîn(mubînun).
Nahl 16/ 104 Allah'ın ayetlerine inanmayanları Allah elbette doğru yola eriştirmez. Onlar için elîm -acıklı bir azap vardır.
إِنَّ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ لاَ يَهْدِيهِمُ اللّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
İnnellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi lâ yehdîhimullâhu ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Nahl 16/ 105 Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. İşte onlar yalancıların bizzat kendileridir.
إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأُوْلئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ
İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
Nahl 16/106 Kalbi imanla yatışmış olduğu halde, zorlanan başka, Kim iman ettikten sonra ,Allah’ı inkar ederse Ve göğüslerini küfre açan kimselere, İşte Allah’ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır.
مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Men kefera billahi mim ba´di imanihı illa men ükrihe ve kalbühu mutmeinüm bil ımani ve lakim men şeraha bil küfri sadran fe aleyhim ğadabüm minellah ve lehüm azabün azıym,
Nahl 16/107 Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah'ın kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmemesinden dolayıdır.
ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّواْ الْحَيَاةَ الْدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alâl âhırati ve ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Nahl 16/ 108 İşte onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Nahl 16/ 109 Hiç şüphesiz ki onlar ahirette hüsrana uğrayacaklardır.
لاَ جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الآخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرونَ
Lâ cereme ennehum fîl âhırati humul hâsirûn(hâsirûne).
Nahl 16/ 110 Sonra gerçekten Rabbin, sıkıntı ve işkenceye uğratıldıktan sonra, hicret edenlerin ardından; cihat eden ve sabredenlere Şüphesiz Rabbin bundan sonra onların, suçları örterek, çok bağışlayan, gafûr'dur. ve tüm ikramları tek sahibi ,merhamet çok olan rahîm'dir.
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُواْ مِن بَعْدِ مَا فُتِنُواْ ثُمَّ جَاهَدُواْ وَصَبَرُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Nahl 16 / 111; O gün, herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlara asla zulmedilmez.
يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn
Nahl 16 / 112 Allah şöyle bir kenti örnek verir: Güven ve huzur içindeydi. Rızkı her yerden bolca geliyordu. Ancak Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah da ona yaptıklarına karşılık açlık ve korku elbisesini tattırdı.
وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ
Ve daraballâhu meselen karyeten kânet âmineten mutmainneten ye’tîhâ rızkuhâ ragaden min kulli mekânin fe keferet bi en’umillâhi fe ezâkahallâhu libâsel cûi vel havfi bimâ kânû yasnaûn
Nahl 16 / 113 Andolsun, onlara içlerinden bir rasûl de geldi onu yalanladılar. Böylece zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
وَلَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Nahl 16/ 114 Allah'ın sizi rızıklandırdıklarından helal ve temiz olarak yiyin ve eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetlerine şükredin.
فَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلالاً طَيِّبًا وَاشْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Fe kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben veşkurû ni’metallâhi in kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
Nahl 16/115-Size yalnızca leş, kan, domuz eti ve ALLAH'tan başkası adına kurban edileni haram kıldı. Ancak zorlanırsa, taşkınlık etmeden ve aşırıya gitmemek şartıyla, bu yasaklamanın dışındadır.Allah şüphesiz suçları örterek, çok bağışlayan, gafûr'dur. O ,rahîm.tüm ikramların tek sahibi ,merhamet çok olandır
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالْدَّمَ وَلَحْمَ الْخَنزِيرِ وَمَآ أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
İnnemâ harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî, fe menıdturra gayra bâgın ve lâ âdin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Nahl 16/116 Dillerinizin “Bu helâldır, şu haramdır” diye yalan olarak vasıflandırdığı şeyi söylemeyin ki, Allah’a yalan iftira etmiş olursunuz. Şüphe yok ki, Allah’a yalan uyduranlar, asla felâh eremezler
وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ
Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezibe, innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
Nahl 16/117 Bu az bir faydalanmadır ve onlara acı bir azap vardır.
مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Metâun kalîlun ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Nahl 16/118 Yahudilere de daha önce sana mâ kasasnâ anlattıklarımızı haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, ama onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Ve alâllezîne hâdû harramnâ mâ kasasnâ aleyke min kablu, ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Nahl 16/ 119 Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar için Rabbin şüphesiz bundan sonra gafûr'dur suçlarını örter, Rahimiyeti ile çok ikram eder çokta merhametlidir,
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُواْ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Summe inne rabbeke lillezîne amilûs sûe bi cehâletin summe tâbû min ba’di zâlike ve aslahû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm
Nahl 16/120 Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir ümmetti;idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfen ve lem yeku minel muşrikîn,
Nahl 16/121 Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.
شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Şâkiran li en’umihî, ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm
Nahl 16/122 Ona dünyada güzellik verdik. Şüphesiz o ahirette de salihlerdendir.
وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneten, ve innehu fîl âhırati le mines sâlihîn(sâlihîne).
Nahl 16/123 Daha sonra sana şunu vahyettik: Bir hanîf olarak İbrahim'in milletine uy! O, müşriklerden değildi.
مَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Nahl 16/124 Cumartesi (yasağı)ancak onda anlaşmazlığa düşenlere (gerekli) kılınmıştı. Şüphesiz ki Rabbin, çelişkiye düştükleri şey hakkında kıyamet günü aralarında elbette hükmedecektir
.اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Nahl 16/125 Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn
Nahl 16/126 Eğer cezalandıracak olursanız size uygulanan cezanın aynıyla cezalandırın. Ama eğer sabredersiniz andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ
Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bihî, ve le in sabertum le huve hayrun lis sâbirîn(sâbirîne).
Nahl 16/127Sabret. Sabrın ancak Allah iledir.. Onlar için hüzne kapılma ve kurdukları tuzaklardan dolayı da canını sıkma.
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
Vasbır ve mâ sabruke illâ billâhi ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ yemkurûn(yemkurûne).
Nahl 16/128 Şüphesiz Allah takva sahipleri ve muhsinlerle. beraberdir.
إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ
İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder