Bu Blogda Ara

30 Kasım 2017 Perşembe

11-HUD


Resmi Mushafta 11.suredir. 
İniş Sırası : 52.sure
Ayet sayısı 123   ayettir
İndiği Dönem:  Surenin 12, 17 ve 114. âyetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir.
Sure ismi :50 - 60. âyetlerde Ad kavmine gönderilmiş elçiler biri olan Hûd a. s 'ın tebliğinden bahsedildiği için sûreye bu isim verilmiştir.Hud kelimesi h-v-d kök harfleri fiilinden türemiş olup, bir şeye yaklaşan ,çok tevbe eden,hakka yönelen,sukunet eden ,şirk bulaştırılmamış amel.gibi anlamlara sahip olması Hud aleyhisselamın hayatı ve ,kavmine yaptığı tebliği ,adıyla örtüşmektedir.Hûd kıssası A’râf ve Şu‘arâ’da da yer almış olmakla birlikte, bu sûrede çok daha ayrıntılı olarak ele alınır. Hûd sûresi hem üslûp hem de içerik bakımından bir önceki Yûnus Sûresiyle büyük bir benzerlik göstermektedir. Yunus sûresinden sonra inmiş olup onun devamı niteliğindedir., Kur'an'ın mucize oluşunu,tevhit, âhiret inancı ilgili esasları , sevap ve cezayı ve Hz. Hûd'dan başka Nuh, Salih, İbrahim, Lût, Şuayb ve Musa a. s. gibi elçilerinin kıssalarını ve elçilik kurumunu tanıtmaktadır.
Hazreti Muhammed Sav, bu sure hakkında: “Beni Hud suresi ihtiyarlattı„ demiştir.
Beş sûrede “elif-lâm-râ” vardır. Bunlar; Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim ve Hicr sûreleridir. Ra’d Sûresi’nde de “elif-lâm-mîm-râ” vardır.


11.CÜZ
 
Rahman ve Rahim olan Allah Adıyla


 Hud11/1 Elif, lâm, râ. âyetleri muhkem kılınmış sonra El-Hakîm doğru hükümler veren ve El-Habir her şeyin iç yüzünü bilenin katından fasıl, fasıl /detaylı şekilde açıklanmış bir Kitap’tır.
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr
Hud 11/ 2 Allah´dan baskasina kulluk etmeyin.Şüphesiz O´nun tarafindan, Ben sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۚ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
Ella ta´büdu illellah inneni leküm minhü nezıruv ve beşır
Hud 11/ 3 Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lutuf sahibine lutfetsin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.
وَأَنِ اسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ
Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadlehu, ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr
Hud 11/ 4 Sizin dönüşünüz Allah'adır. O, El-kadir her şeye bir ölçü koyan ,her şeye güç yetirendir.
إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
İlâllâhi merciukum, ve huve alâ kulli şey'in kadîr
Hud 11/ 5 Bilin ki ; Gerçekten onlar, O'/Allah'tan saklanmak için iki büklüm olurlar.Yine iyi bilin ki, onlar elbiselerine büründüklerinde ,onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da O'/Allah bilmektedir. innehu alîmun bi zâtis sudûr ↔ Şüphesiz O, gönüllerde olanı bilendir.
أَلا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُواْ مِنْهُ أَلا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
E lâ innehum yesnûne sudûrahum li yestahfû minhu, e lâ hîne yestagşûne siyâbehum ya'lemu mâ yusirrûne ve mâ yu'linûn(yu'linûne), innehu alîmun bi zâtis sudûr

 12.CÜZ

Hud 11/ 6 Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a bağlı olmasın. Ayrıca O, her canlının bulunduğu yeri ve gecici bırakılacağı mekânı bilir.Hepsi apaçık Kitab-ı Mübîn’dedir.
وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
Ve mâ min dâbbetin fîl ardı illâ alâllâhi rızkuhâ ve ya'lemu mustekarrahâ ve mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn
Hud 11/7 O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkâr edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir sihirden başkası değildir" derler.
وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alâl mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn
sihrun : Kur'an'a göre ilk anlamı aldatmadır. Gizlilik ,merak uyandıran hileli sözcükler ve insanın gözünü ya da gönlünü celbedip göz boyayan yanıltan işler.
Hud 11/8 Andolsun, eğer biz bir ümmete azabı sayılı bir müddete kadar ertelersek, elbette, “Onun gelmesini engelleyen nedir?” derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir. Alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatmış olacaktır.
وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَّعْدُودَةٍ لَّيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلاَ يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ
Ve le in ahharnâ anhumul azâbe ilâ ummetin ma'dûdetin le yekûlunne mâ yahbisuhu, e lâ yevme ye'tîhim leyse masrûfen anhum ve hâka bi him mâ kânû bihî yestehziûn
Hud 11/ 9 Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o, artık umudunu kesmiş bir nankördür.
وَلَئِنْ أَذَقْنَا الإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ
Ve le in ezaknâl insâne minnâ rahmeten summe neza'nâhâ minhu, innehu le yeûsun kefûr
Hud 11/ 10 Kendisine bir darlık isabet ettikten sonra ona bir nimet tattırırsak mutlaka: 'Kötülükler artık benden gitti' der, şımarık ve böbürlenen biri oluverir.
وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاء بَعْدَ ضَرَّاء مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ
Ve le in ezaknâhu na'mâe ba'de darrâe messethu le yekûlenne zehebes seyyiâtu annî, innehu le ferihun fahûr


Hud 11/ 11 Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
إِلاَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ
İllâllezîne saberû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ûlâike lehum magfiratun ve ecrun kebîr
Hud 11/ 12 Şimdi onların: "Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?" demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen yalnızca bir uyarıcısın. vallâhu alâ kulli şey'in vekîl  ↔Allah her şeye vekildir.
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَآئِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاء مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Fe lealleke târikun ba'da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey'in vekîl
Hud 11/ 13 Yoksa: 'Onu kendisi uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer doğru sözlü iseniz onun dengi on tane uydurulmuş sure getirin ve Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.'
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُواْ بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Em yekûlûnefterâhu, kul fe'tû bi aşri suverin mislihî mufterayâtin ved'û menisteta'tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn
Hud 11/ 14 Eğer buna rağmen size cevab vermezlerse, artık biliniz ki, o, gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse artık, siz  O’na teslim /müslüman oldunuz mu ?
فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أُنزِلِ بِعِلْمِ اللّهِ وَأَن لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ
Fe illem yestecîbû lekum fa'lemû ennemâ unzile bi ilmillâhi ve en lâ ilâhe huve, fe hel entum muslimûn
Hûd 11/ 15 Dünya hayatını ve ziynetini/  güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar.
مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ
Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a'mâlehum fîhâ ve hum fîhâ lâ yubhasûn


Hud 11/16 İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda dünyada bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ إِلاَّ النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Ulâikellezîne leyse lehum fil âhırati illân nâr ve habita mâ sanaû fîhâ ve bâtılun mâ kânû ya'melûn

Hud 11/17 Rabbinden apaçık bir beyyinet ↔ bir belge üzerinde bulunan, O'ndan bir tanık da kendisini izler. ve Ondan önce bir klavuz ve rahmet olarak Musa'nın kitabı  bulunan kimse, gibi midir? İşte onlar, buna inanırlar. Gruplardan biri onu inkâr ederse, ateş ona vaadedilen yerdir. Öyleyse, bundan kuşkuda olma, çünkü o, Rabbinden olan bir haktır. Ancak insanların çoğunluğu inanmazlar.
أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إَمَامًا وَرَحْمَةً أُوْلَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ
E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bihî, ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduhu, fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseran nâsi lâ yu'minûn
Hud 11/18  Allah'a karşı yalan ↔ iftira uydurandan daha zalim kim olabilir? Bunlar Rabblerine sunulurlar ve şahitler de: 'Rabblerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır' derler. Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الأَشْهَادُ هَؤُلاء الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben), ulâike yu'radûne alâ rabbihim ve yekûlul eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ'netullâhi alâz zâlimîn
Hud 11/19 Bunlar Allah'ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır.
لَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ve hum bil âhırati hum kâfirûn
Hud 11/20  Bunlar, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir ve bunların Allah'tan başka velileri yoktur. Azab onlar için kat kat arttırılır. Bunlar  işitmeye  tahammül etmezler  ve göremezlerdi de.
أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُواْ مُعْجِزِينَ فِي الأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُواْ يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُواْ يُبْصِرُونَ
Ulâike lem yekûnû mu'cizîne fîl ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâe, yudâafu lehumul azâb(azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn

Hud 11/21 İşte bunlar, kendilerini hüsrana  uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ
Ulâikellezîne hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû yefterûn
Hud 11/22 Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
لاَ جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الآخِرَةِ هُمُ الأَخْسَرُونَ
Lâ cereme ennehum fîl âhırati humul ahserûn
Hud 11/23 İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُواْ إِلَى رَبِّهِمْ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneti, hum fîhâ hâlidûn
Hud 11/24 Bu iki topluluğun durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir. Bunların durumları bir olur mu hiç?  e fe lâ tezekkerûn↔ Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالأَعْمَى وَالأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Meselul ferîkayni kel a’mâ vel esammi vel basîri ves semîı, hel yesteviyâni meselâ(meselen) e fe lâ tezekkürun
Hud 11/25 Andolsun, biz Nûh’u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn

Hud 11/26 “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin.Muhakkak ki ben, elîm günün azabının sizin üzerinize olmasından korkuyorum.
أَن لاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ
En lâ ta’budû illâllâhe, innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm
Hud 11/27   Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir beşer olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da sadece  en alt tabakamızdan  ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin  bizden üstün bir yanınızı da göremiyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.
فَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قِوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلاَّ بَشَرًا مِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلاَّ الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ
Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ nerâke illâ beşeren mislenâ ve mâ nerâkettebeake illâllezîne hum erâzilunâ bâdiyer re’yi, ve mâ nerâ lekum aleynâ min fadlin bel nezunnukum kâzibîn
Hud 11/28 Dedi ki: “Ey Kavmim! şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir beyyine üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz onu kerih görüyorken, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّيَ وَآتَانِي رَحْمَةً مِّنْ عِندِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn
Hud 11/29 Ey kavmim! Bunun karşılığında sizden bir mal istemiyorum. Benim ecrim yalnızca Allah'a aittir. İman edenleri de kovacak değilim. Onlar Rabblerine kavuşacaklardır. Ancak ben sizi cahillik eden bir topluluk olarak görüyorum.
وَيَا قَوْمِ لا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاً إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ وَمَآ أَنَاْ بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّهُم مُّلاَقُو رَبِّهِمْ وَلَكِنِّيَ أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn
Hud 11/30  Ey kavmim! Ben onları kovacak olursam Allah'a karşı bana kim yardımcı olur? e fe lâ tezekkerûn ↔Hala tezekkür etmiyor musun /Düşünmüyor musunuz?
وَيَا قَوْمِ مَن يَنصُرُنِي مِنَ اللّهِ إِن طَرَدتُّهُمْ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Ve yâ kavmi men yansurunî minallâhi in taradtuhum, e fe lâ tezekkerûn.

Hud 11/31Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu da söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Böyle bir şey yaptığım takdirde ben, mutlaka zâlimlerden olurum.
وَلاَ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلاَ أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَن يُؤْتِيَهُمُ اللّهُ خَيْرًا اللّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ
Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ(hayran), allâhu a’lemu bimâ fî enfusihim, innî izen le minez zâlimîn
Hud 11/32 Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartışmada çok ileri gittin.. Eğer sadıklardan  / doğru söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.
قَالُواْ يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتَنِا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
Kâlû yâ nûhu kad câdeltenâ fe ekserte cidâlenâ fe’tinâ bi mâ teidunâ in kunte mines sâdikîn
Hud 11/33 Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve Siz de  bundan alıkoyacak /aciz bırakacak değilsiniz
قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُم بِهِ اللّهُ إِن شَاء وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ
Kâle innemâ ye’tîkum bihillâhu in şâe ve mâ entum bi mu’cizîn
Hud 11/34  Eğer Allah sizi azgınlık içinde bırakmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. Çünkü O sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz.”
وَلاَ يَنفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدتُّ أَنْ أَنصَحَ لَكُمْ إِن كَانَ اللّهُ يُرِيدُ أَن يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ve lâ yenfeukum nushî in eradtu en ensaha lekum in kânallâhu yurîdu en yugviyekum, huve rabbukum ve ileyhi turceûn
Hud 11/35 Onlar: "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, suçum bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım."
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تُجْرَمُونَ
Em yekûlûnefterâhu, kul inifteraytuhu fe aleyye icrâmî ve ene berîun mimmâ tucrimûn

Hud 11/36  Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka hiç kimse  asla mü’min olmayacak O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.
وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَن يُؤْمِنَ مِن قَوْمِكَ إِلاَّ مَن قَدْ آمَنَ فَلاَ تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ
Ve ûhiye ilâ nûhın ennehu len yu’mine min kavmike illâ men kad âmene fe lâ tebteis bi mâ kânû yef’alûn
Hud 11/37 Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلاَ تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ
Vasnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn
Hud 11/38 O gemiyi yapıyor ve ne zaman kavminin ileri gelenlerinden ,yanına uğrasalar onunla  alay ediyorlardı. Nuh dedi ki: 'Eğer siz bizimle alay ediyorsanız, biz de sizin alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz.
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلأٌ مِّن قَوْمِهِ سَخِرُواْ مِنْهُ قَالَ إِن تَسْخَرُواْ مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ
Ve yasnaul fulke ve kullemâ merra aleyhi meleun min kavmihi sehırû minhu,, kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn
Hud 11/39  Kendisini alçaltacak azabın  geleceğini kimseleri yakında bileceksiniz. ve  kimin üzerine sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُّقِيمٌ
Fe sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve yehıllu aleyhi azâbun mukîm
Hud 11/40   Sonuçta emrimiz gelip tandır kaynayınca: 'Her şeyden birer çifti ve aleyhlerine önceden hükmümüz verilmiş olanlar dışındaki aile fertlerini ve iman edenleri gemiye bindir' dedik. Zaten onunla beraber ancak çok az kimse iman etmişti.
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Hattâ iżâ câe emrunâ vefâra-ttennûru kulnâ-hmil fîhâ min kullin zevceyni-śneyni veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu vemen âmen(e)(c) vemâ âmene me’ahu illâ kalîl(un)

Hud 11/41 Dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim el gafur suçları örterek, çok bağışlayan er- rahim ikramı bol, çok merhamet edicidir
وَقَالَ ارْكَبُواْ فِيهَا بِسْمِ اللّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Ve kâlerkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ ve mursâhâ, inne rabbî le gafûrun rahîm
Hud 11/42 Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan  “Ey oğulcuğum, bizimle beraber sen de bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَب مَّعَنَا وَلاَ تَكُن مَّعَ الْكَافِرِينَ
Ve hiye tecrî bihim fî mevcin kel cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma'zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn
Hud 11/43  O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “'Bugün kendilerine rahmet  ettiği kimseler hariç, Allah’ın  emrinden koruyan bir koruyucu yoktur ” dedi. Derken aralarına dalga girdi ve  boğulanlardan oldu.
قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
Kâle se âvî ilâ cebelin ya'sımunî minel mâi, kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumâl mevcu fe kâne minel mugrakîn
Hud 11/44 Ey arz /yeryüzü! Yut suyunu. Ey sema /gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, ve emir yerine  getirildi Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler kavime , Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.
وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet alâl cûdiyyi ve kîle bu'den lil kavmiz zâlimîn
Hud 11/ 45 Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn

Hud 11/ 46 Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı, salih olmayan bir ameldir.Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmamanı  nasihat ediyorum
قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlike, innehu amelun gayru salih(salihin), fe lâ tes'elni mâ leyse leke bihî ilminnî eızuke en tekûne minel câhilîn
Hud,11/ 47 Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُن مِّنَ الْخَاسِرِينَ
Kâle rabbi innî eûzu bike en es'eleke mâ leyse lî bihî ilmuvve illâ tagfirlî ve terhamnî ekun minel hâsirîn
Hud,11/ 48 Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere, bizden bir  selâm   güvenlik,bereket olmak üzere gemiden in!”denildi.Ancak öyle ümmetler de olacak ki onları bir süre nimetlendireceğiz Sonra onlara, bizden acıklı bir azap değecektir.
قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berakâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâke, ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm
Hud,11/ 49 İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları sen ve kavmin bilmiyordunuz. .O hâlde sabret. Çünkü  mutlu ,akibet   takva sahiplerinindir
تِلْكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنتَ تَعْلَمُهَا أَنتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِن قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ
Tilke min enbâil gaybi nûhîhâ ileyke, mâ kunte ta'lemuhâ ente ve lâ kavmuke min kabli hâzâ, fasbır, innel âkıbete lil muttekîn
Hud,11/ 50 Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz.”
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ مُفْتَرُونَ
Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, in entum illâ mufterûn

Hud,11/ 51 Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana âittir.e fe lâ ta'kılûne  ↔  Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
يَا قَوْمِ لا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi ecrâ, in ecriye illâ alâllezî fetaranî, e fe lâ ta'kılûn
Hud,11/ 52 Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret / bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin ki, üzerinize bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın.Mücrim ↔suçlu günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.”
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلاَ تَتَوَلَّوْاْ مُجْرِمِينَ
Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn
Hud 11/ 53 Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir belge↔mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı   terketmeyiz.Biz sana iman edecek de değiliz.”
قَالُواْ يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَن قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
Kâlû yâ hûdu mâ ci'tenâ bi beyyinetin ve mâ nahnu bi târikî âlihetinâ an kavlike ve mâ nahnu leke bi muminîn
Hud,11/ 54 Seni ilahlarımızdan bazıları fena çarpmış, başka bir şey söylemiyoruz. Dedi ki: 'Ben Allah'ı şahit tutuyorum ve siz de şahid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.
إِن نَّقُولُ إِلاَّ اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوَءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللّهِ وَاشْهَدُواْ أَنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
İn nekûlu illâ'terâke ba'du âlihetinâ bi sûin, kâle innî uşhidullâhe veşhedû ennî berîun mimmâ tuşrikûne
Hud 11/ 55 O'ndan başka  hepsinden uzağım. Haydi, hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin.
مِن دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لاَ تُنظِرُونِ
Min dûnihî fe kîdûnî cemîan summe lâ tunzırûni

Hud 11/ 56 Muhakkak ki Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim.Çünkü yeryüzünde hiçbir varlık yoktur ki, Allah onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz, Rabbim, Sıratı Mustakîm / doğru yol üzeredir.
إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm
Hud 11/ 57  Eğer yüz çevirirseniz, artık benimle gönderileni size tebliğ ettim  Ve Rabbim yerinize sizden başka bir topluluğu  yerinize getirir . O'na bir zarar da veremezsiniz. inne rabbî alâ kulli şey'in hafîz ↔ Şüphesiz Rabbim her şeyi muhafaza edendir.
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
Fe in tevellev fe kad eblagtukum mâ ursiltu bihî ileykum, ve yestahlifu rabbî kavmen gayrakum, ve lâ tedurrûnehu şey’â(şey’en), inne rabbî alâ kulli şey'in hafîz
Hud 11/ 58  Emrimiz gelince, Hud’u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.
وَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَنَجَّيْنَاهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ
Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ hûden vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ, ve necceynâhum min azâbin galîz
Hud 11/ 59 İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun elçilerine asi geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُواْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْاْ رُسُلَهُ وَاتَّبَعُواْ أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ
Ve tilke âdun cehadû bi âyâti rabbihim ve asav rusulehu vettebeû emre kulli cebbârin anîd
Hud 11/ 60  Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
وَأُتْبِعُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلا إِنَّ عَادًا كَفَرُواْ رَبَّهُمْ أَلاَ بُعْدًا لِّعَادٍ قَوْمِ هُودٍ
Ve utbiû fî hâzihid dunyâ la’neten ve yevmel kıyâmeti, e lâ inne âden keferû rabbehum, e lâ bu'den li âdin kavmi hûd

Hud 11/ 61 Semud halkına da kardeşleri Salih'i gönderdik. Şöyle dedi: 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden yarattı ve size orada ömür sürdürdü.Şu halde O'ndan bağışlanma dileyin sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim yakındır, kabul edendir.
وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, huve enşeekum minel ardı vesta'marakum fîhâ festagfirûhu summe tûbû ileyhi, inne rabbî karîbun mucîb
Hud 11/ 62 Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir kimseydin. Şimdi atalarımızın kulluk ettiğine kul olmamızı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”
قَالُواْ يَا صَالِحُ قَدْ كُنتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَن نَّعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ
Kâlû yâ sâlihu kad kunte fînâ mercuvven kable hâzâ e tenhânâ en na'bude mâ ya'budu âbâunâ ve innenâ le fî şekkin mimmâ ted'ûnâ ileyhi murîb
Hud 11/ 63  Dedi ki: 'Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir belge üzere isem ve O bana kendinden bir ikram/rahmet vermişse? Böyleyken O'na isyan edersem Allah'a karşı bana kim yardım edebilir? Sizin kaybımı artırmaktan başka bana bir katkınız olmaz.
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَى بَيِّنَةً مِّن رَّبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَن يَنصُرُنِي مِنَ اللّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ
Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayra tahsîr
Hud 11/ 64 “Ey kavmim! İşte size bir âyet mucize olarak  ↔nâkatullâh Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar.”
وَيَا قَوْمِ هَذِهِ نَاقَةُ اللّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللّهِ وَلاَ تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ
Ve yâ kavmi hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûhâ te'kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye'huzekum azâbun karîb
Hud 11/ 65  Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalan çıkmayacak olan kesin bir vaaddir.»
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُواْ فِي دَارِكُمْ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
Fe akarûhâ fe kâle temetteû fî dârikum selâsete eyyâm zâlike va'dun gayru mekzûb

Hud 11/ 66 Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih'i ve O'nunla birlikte iman edenleri o günün aşağılatıcı azabından kurtardık. Doğrusu senin Rabbin,Kaviyy’dir pek  güçlü kuvvetli olandır. Azîz’dir kudreti herşeye üstün.olandır.
فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ
Fe lemmâ câe emrunâ necceynâ sâlihan vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve min hizyi yevmi izin, inne rabbeke  huvel kaviyyul azîz
Hud 11/ 67 Zulmedenleri bir sayha /o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُواْ فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ
Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn
Hud 11/ 68  Sanki orada hiç var olmamışlar gibi .Haberiniz olsun;Semûd kavmi Rab’lerini inkâr ettiler Haberiniz olsun; Semûd, def olup gittiler
كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا أَلاَ إِنَّ ثَمُودَ كَفرُواْ رَبَّهُمْ أَلاَ بُعْدًا لِّثَمُودَ
Ke en lem yagnev fîhâ, e lâ inne semûde keferû rabbehum, e lâ bu’den li semûd
Hud 11/ 69 Ve Andolsun elçilerimiz İbrahim'e müjde getirip: 'Selam' dediler. O da: 'Selam' dedi.Beklemeden hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.
وَلَقَدْ جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُواْ سَلاَمًا قَالَ سَلاَمٌ فَمَا لَبِثَ أَن جَاء بِعِجْلٍ حَنِيذٍ
Ve lekad câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâmun fe mâ lebise en câe bi iclin hanîz
Hud 11/ 70  Ellerinin ona uzanmadığını görünce ,onları yadırgadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: “Korkma, muhakkak ki biz, Lut kavmine gönderildik.” dediler.
فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لاَ تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُواْ لاَ تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ
Fe lemmâ raâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum hîfeten, kâlû lâ tehaf innâ ursilnâ ilâ kavmi lût

Hud 11/ 71 Karısı ayaktaydı,  bunun üzerine gülümsedi. Ona  İshak’ı müjdeledik;İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.
وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَقَ يَعْقُوبَ
Vemraetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb
Hud 11/ 72  Vay başıma gelen , ben ihtiyar  iken mi doğuracağım? Ve   eşim ,ihtiyar. Muhakkak ki bu,  çok şaşılacak bir şey!” dedi.
قَالَتْ يَا وَيْلَتَى أَأَلِدُ وَأَنَاْ عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ
Kâlet yâ veyletâ e elidu ve ene acûzun ve hâzâ ba'lî şeyhâ(şeyhan), inne hâzâ le şey'un acîb
Hud 11/ /73 "Allah'ın dilediğini gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun?" dediler, "Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey bu evin insanları, hemen hatırlayın ki,  innehu hamîdun mecîddir her zaman  O, her şeyi güzel yapan,O, övgüye layık ve  şanı pek yüce olan O'dur;
قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ
Kâlû e ta’cebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berakâtuhu aleykum ehlel beyt  innehu hamîdun mecîd
Hud 11/ /74  İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde geldiği zaman  Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye başladı
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ
Fe lemmâ zehebe an ibrâhîmer rev’u ve câethul buşra yucâdilunâ fî kavmi lût
Hud 11/ /75 Çünkü İbrahim pek yumuşak huylu, içli ve daima Allah’a yönelmiş biriydi
 إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُّنِيبٌ
İnne ibrâhîme le halîmun evvâhun  munîb

Hud 11/ /76 Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.
يَا إِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ
Yâ ibrâhîmu a’rid an hâzâ, innehu kad câe emru rabbike ve innehum âtîhim azâbun gayru merdûd
Hud 11/ /77 Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi.
وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ
Ve lemmâ câet resulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’an ve kâle hâzâ yevmun asîb
Hud 11/ /78 Kavmi de koşarak ona geldi. Daha önce de kötü işler işliyorlardı. (Lut): 'Ey kavmim! Şunlar kızlarım; onlar sizin için daha temizdir. Allah’a karşı takva sahibi olunve konuklarım arasında beni rezil etmeyin. İçinizde  irşad eden bir adam yok mudur?' dedi.
وَجَاءهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِن قَبْلُ كَانُواْ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَا قَوْمِ هَؤُلاء بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ
Ve câehu kavmuhu yuhraûne ileyhi ve min kablu kânû ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), kâle yâ kavmi hâulâi benâtî hunne etharu lekum, fettekullâhe ve lâ tuhzûni fî dayfî, e leyse minkum raculun reşîd
Hud,11/ /79 Onlar, senin de bildiğin, kızlarında bizim gözümüz yok.Muhakkak ,Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun” dediler.
قَالُواْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ
Kâlû lekad alimte mâ lenâ fî benâtike min hakk(hakkın), ve inneke le ta’lemu mâ nurîd
Hud 11/ 80 Lut  'Keşke sizi savacak bir gücüm olsaydı yahut sağlam bir yere sığınabilseydim' dedi.:
قَالَ لَوْ أَنَّ لِي بِكُمْ قُوَّةً أَوْ آوِي إِلَى رُكْنٍ شَدِيدٍ
Kâle lev enne lî bikum kuvveten ev âvî ilâ ruknin şedîd

Hud 11/ 81 Elçiler,/ melekler:dediler ki :“Ey Lut! Muhakkak ki biz, senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Hemen gecenin bir kısmında hanımın hariç, ailen ile gece çık, yürü. Sizin içinizden biriniz geri dönmesin Çünkü; onlara isabet eden şey, ona da isabet edecek. Muhakkak ki onlara vaadedilen vakit, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil midir
قَالُواْ يَا لُوطُ إِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَن يَصِلُواْ إِلَيْكَ فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَلاَ يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ إِلاَّ امْرَأَتَكَ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ
Kâlû ya lûtu innâ rusulu rabbike len yasilû ileyke fe esri bi ehlike bi kıt'ın minel leyli ve lâ yeltefit minkum ehadun illâmraeteke, innehu musîbuhâ mâ esâbehum, inne mev’ıdehumus subhu, e leyses subhu bi karîb
Hud 11/ 82 Emrimiz gelince oranın üstünü altına çevirdik ve üzerine balçıktan, pişirilmiş, birbirini izleyen taşlar yağdırdık.
فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ مَّنضُودٍ
Fe lemmâ câe emrunâ cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emtarnâ aleyhâ hicâraten min siccîlin mendûd
Hud 11/ 83 Ki Rabbin katından müsevvemeh /işaretlenmiş  Bunlar zalimlerden uzak değildir.
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِمِينَ بِبَعِيدٍ
Musevvemeten inde rabbike, ve mâ hiye minez zâlimîne bi baîd
Hud 11/ 84 Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi bir bolluk içinde görüyor ve sizin hakkınızda  ihata eden /çepeçevre kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنقُصُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّيَ أَرَاكُم بِخَيْرٍ وَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ
Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu , ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît
Hud 11/ 85 “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı bi el kıstı  ↔adaletle tam yapın. İnsanların haklarını  (mallarını )eksiltmeyin. Yeryüzünde mufsid /bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
 وَيَا قَوْمِ أَوْفُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn

Hud 11/ 86 Eğer mü’minlerseniz Bakıyyetullâh/  Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”
بَقِيَّةُ اللّهِ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ
Bakıyyetullâhi hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne), ve mâ ene aleykum bi hafîz
Hud 11/ 87 Dediler ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi senin ibadetini / namazını mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve reşidsin /aklı başında bir adamsın.”
قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ
Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâu , inneke le entel halîmur reşîd
Hud 11/ 88 Dedi ki “Ey halkım ! Rabbimden gelen açık bir belgeye dayanıyorsam,O bana kendi katından güzel bir rızıkla rızıklandırdı ise,Buna ne diyebilirsiniz? Sizi bir şeylerden men etmekten maksadım size muhalefet değildir.Ben sadece, gücüm yettiği kadar sizi  ıslâha/ iyiye ve güzele yöneltmek isterim. Başarım  sadece Allah'tandır, Sadece O'na güvendim; O'na yöneliyorum
قَالَ يَٰقَوْمِ أَرَءَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّى وَرَزَقَنِى مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا ۚ وَمَآ أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَىٰ مَآ أَنْهَىٰكُمْ عَنْهُ ۚ إِنْ أُرِيدُ إِلَّا ٱلْإِصْلَٰحَ مَا ٱسْتَطَعْتُ ۚ وَمَا تَوْفِيقِىٓ إِلَّا بِٱللَّهِ ۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve razakanî minhu rızkanhasenâ, ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anhu, in urîdu illâl ıslâha mâsteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb
Hud 11/ 89 “Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın  size de isabet ettirmesin Lût kavmi sizden uzak değildir.”
وَيَا قَوْمِ لاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ
Ve yâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum mislu mâ esâbe kavme nûhin ev kavme hûdin ev kavme sâlih(sâlihın), ve mâ kavmu lûtin minkum bi baîd
Hud 11/ 90 “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim çok ikram eden merhametli olan ve el-vedûd  hep  çok sevendir.
وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ
Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi, inne rabbî rahîmun vedûd

Hud 11/ 91 Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer yakının; cevren olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı /üstün biri değilsin.”
قَالُواْ يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلاَ رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ
Kâlû yâ Şuaybu mâ nefkahu kesîren mimmâ tekûlu ve innâ le nerâke fînâ daîfâ(daîfen), ve lev lâ rahtuke le recemnâke ve mâ ente aleynâ bi azîz
Hud 11/ 92 'Ey kavmim! Yakın çevrem sizce Allah'tan daha mı üstündür ki, O'na sırt çeviriyorsunuz? Şüphesiz Rabbim el muhit yaptıklarınızı ilmi ile kuşatmıştır.
قَالُواْ يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلاَ رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ
Kâlû yâ Şuaybu mâ nefkahu kesîren mimmâ tekûlu ve innâ le nerâke fînâ daîfâ(daîfen), ve lev lâ rahtuke le recemnâke ve mâ ente aleynâ bi azîz
Hud 11/ 93 Ey kavmim, yapacağınız şeyi yapın! Ben de yapıyorum. Kim kendisine aşağılatıcı azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyin; ben de sizinle birlikte gözetliyorum.'
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ وَارْتَقِبُواْ إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ
Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmilun, sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib, vertekibû innî meakum rakîb
Hud 11/ 94 Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir ikram/rahmetle Şuayb'ı ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir sayha /bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.
وَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مَّنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُواْ الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُواْ فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ
Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ şuayben vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve ehazetillezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn
Hud 11/ 95 Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.
كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا أَلاَ بُعْدًا لِّمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ
Ke en lem yagnev fîhâ, e lâ bu’den li medyene kemâ baıdet semûd

Hud 11/ 96 Andolsun, Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık olan bir bir sultan/ delille elçi gönderdik
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn
Hud 11/ 97 Firavun'a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya götürücü /irşad edici değildi.
إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاتَّبَعُواْ أَمْرَ فِرْعَوْنَ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيدٍ
İlâ fir’avne ve melâihî fettebeû emre fir’avn(fir’avne), ve mâ emru fir’avne bi reşîd
Hud 11/ 98 O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ
Yakdumu kavmehu yevmel kıyâmeti fe evredehumun nâr(nâre), ve bi’sel virdul mevrûd
Hud 11/ 99 Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar.Onlara Verilen pay , ne kötü bir bağıştır.
وَأُتْبِعُواْ فِي هَذِهِ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ
Ve utbiû fî hâzihî la’neten ve yevmel kıyâmeti, bi’ser rifdul merfûd
Hud 11/ 100 Bunlar o  beldelerin  haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, hasat ile yıkılıp gidenler de.
ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْقُرَى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَآئِمٌ وَحَصِيدٌ
Zâlike min enbâil kurâ nekussuhu aleyke minhâ kâimun ve hasîd

Hud 11/ 101 Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah'tan başka yalvardıkları  ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ مِن شَيْءٍ لِّمَّا جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ
Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbike, ve mâ zâdûhum gayra tetbîb
Hud 11/ 102 Onlar, zulüm işlemektelerken, memleketleri yakaladığı zaman..Rabbinin yakalaması işte böyledir. Gerçekten O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir.
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimetun, inne ahzehû elîmun şedîd
Hud 11/ 103 Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların toplanacakları bir gündür. O gün şahitlerin bir araya geleceği bir gündür.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّمَنْ خَافَ عَذَابَ الآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوعٌ لَّهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُودٌ
İnne fî zâlike le âyeten li men hâfe azâbel âhırati, zâlike yevmun mecmûun lehun nâsu ve zâlike yevmun meşhûd
Hud 11/ 104 Biz onu sadece sayılı bir  bir vadeye  kadar bekletiriz.
وَمَا نُؤَخِّرُهُ إِلاَّ لِأَجَلٍ مَّعْدُودٍ
Ve mâ nuahhıruhû illâ li ecelin ma’dûd
Hud 11/ 105  O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan  şâkî /mutsuz  olanlar da vardır, mutlu olanlar da.
يَوْمَ يَأْتِ لاَ تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلاَّ بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ
Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznihi fe minhum şakıyyun ve saîd(

Hud 11/ 106 Mutsuz / Şâkî olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır.
يَوْمَ يَأْتِ لاَ تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلاَّ بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ
Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznihi fe minhum şakıyyun ve saîd
Hud 11/ 107 Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin dilediği ↔istediğini her şeyi dilediği zaman ve mekânda, yada zamansız ve mekansız olarak eşsiz ve benzersiz  yapandır.
خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd
Hud 11/ 108 Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُواْ فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ عَطَاء غَيْرَ مَجْذُوذٍ
Ve emmâllezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, atâen gayra meczûz
Hud 11/ 109 Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl ibadet etmiş idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız.
فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّمَّا يَعْبُدُ هَؤُلاء مَا يَعْبُدُونَ إِلاَّ كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُم مِّن قَبْلُ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصِيبَهُمْ غَيْرَ مَنقُوصٍ
Fe lâ teku fî miryetin mimmâ ya’budu hâulâi, mâ ya’budûne illâ kemâ ya’budu âbâuhum min kablu, ve innâ le muveffûhum nasîbehum gayra menkûs
Hud 11/ 110 Andolsun, Musa'ya o kitabı verdik,Onun hakkında ihtilâfa düştüler oEğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar,  O kitaptan   yana kuşku tereddüt içindedirler.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe fahtulife fîhi, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudiye beynehum, ve innehum le fî şekkin minhu murîb

Hud 11/ 111Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
وَإِنَّ كُلاًّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
Ve inne kullen lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum, innehu bimâ ya’melûne habîr
Hud 11/ 112 Emrolunduğun gibi dosdoğru ol; seninle birlikte tevbe edenler de.  Ve aşırı gitmeyin. O, yaptıklarınızı görmektedir.
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr
Hud 11/ 113 Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.
وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ
Ve lâ terkenû ilâllezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn
Hud 11/114 Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir.İşte bu, Allah'ı ananlara bir öğüttür.
وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn
Hud 11/115 Vasbir/ Sabret! Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.
وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
Vasbir fe innallâhe lâ yudîu ecrel muhsinîn

Hud 11/116 Sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri  yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı ne iyi olurdu. Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmedenler ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler ve hepsi de mucrim /suçlu oldular.
فَلَوْلاَ كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِن قَبْلِكُمْ أُوْلُواْ بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الأَرْضِ إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّنْ أَنجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مَا أُتْرِفُواْ فِيهِ وَكَانُواْ مُجْرِمِينَ
Fe lev lâ kâne minel kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne anil fesâdi fil ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû fîhi ve kânû mucrimîn
Hud 11/117 Rabbin,  halkı ıslâh edici olan beldeleri zulmederek helâk etmez.
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn
Hud 11/118 Ve Rabbin, şâyet dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa  onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلاَ يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ
Ve lev şâe rabbuke le cealen nâse ummeten vâhideten ve lâ yezâlûne muhtelifîn
Hud 11/119  Ancak Rab’binin merhametine sığınanlar müstesnadır. O, onları bunun için yarattı. Rabbinin: 'Andolsun ben cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım' sözü tamamen yerine gelmiştir.
إِلاَّ مَن رَّحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لأَمْلأنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
İllâ men rahime rabbuke, ve li zâlike halakahum, ve temmet kelimetu rabbike le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn
Hud 11/120 Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- nakussu ↔doğru haberler aktarıyoruz. Bu yolla  sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.
وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdeke ve câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn

Hud 11/121  İman etmeyenlere De ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”
وَقُل لِّلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ
Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn
Hud 11/122 Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.”
وَانتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ
Ventazırû, innâ muntazırû
Hud 11/123 Göklerin ve yerin bütün bilinmeyenlerin ,gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler döner dolaşır  (onun dediğine) O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ardı ve ileyhi yurceul emru kulluhu fa’budhu ve tevekkel aleyhi, ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder